Watchtower ONLINE KÜTÜPHANE
Watchtower
ONLINE KÜTÜPHANE
Türkçe
  • KUTSAL KİTAP
  • YAYINLAR
  • İBADETLER
  • g 10/87 s. 4-7
  • Kimler Tehlikede?

Bu kısım için bir video yok.

Üzgünüz, video yüklenirken bir hata oluştu.

  • Kimler Tehlikede?
  • Uyanış!—1987 (Bilimsel Seri 21-24)
  • Altbaşlıklar
  • Benzer Malzeme
  • TEHLEKEDE OLANLAR
  • KAN NAKLİNİN YARATABİLECEĞİ TEHLİKELER
  • GÜVENİLİR BİR KAN TAHLİLİ YAPILABİLİR Mİ?
  • AIDS Hastalarına Yardım Etmek
    Uyanış!—1994
  • AIDS—Ana-babalar ve Çocukların Bilmeleri Gerekenler
    Uyanış!—1992
  • AIDS—Gençler Arasında Bir Kriz
    Uyanış!—1992
  • AIDS—Ben Tehlikede miyim?
    Uyanış!—1994
Daha Fazla
Uyanış!—1987 (Bilimsel Seri 21-24)
g 10/87 s. 4-7

Kimler Tehlikede?

AIDS virüsü nereden geldi? Avrupa ve Amerika’daki tıbbi çevrelerde yaygın olan düşünce, AIDS’in kökeninin Orta Afrika olduğudur. Afrika’daki yeşil maymunlarda benzer bir virüs bulunur ve insanların bu maymunlarla olan yakın temasları sonucunda, bu virüsün insanlara geçmiş olduğu tahmin edilmektedir.

Ancak AIDS kurbanları ilk olarak A.B.D.’de görüldü. Peki bu virüs onlara acaba nasıl geçti? Genel kanıya göre, Haiti üzerinden. 1970’li yılların ortalarında çok sayıda Haitili, kültür alışverişi programları kapsamında Afrika’yı ziyaret etti. Tatillerini Haiti’de geçiren eşcinsellerin daha sonraları AIDS’i New York’a taşıdıkları iddia edilmektedir.

Afrikalılar bu gibi varsayımları birer “propaganda kampanyası” olarak nitelediklerinden şiddetle karşı çıkmaktadırlar. Afrika’da yayımlanan bir tıp dergisinin editörü Dr. V. A. Orinda, AIDS’in Afrika’ya bütün dünyadan gelen turistler tarafından getirildiğini iddia etmektedir. Gerçek şu ki, hiçbir kimse AIDS virüsünün tam olarak nereden geldiğini bilmemektedir.

Bu katil virüs, her şeye rağmen yıllar boyu A.B.D.’de sessiz ve ölümcül bir şekilde gizlenerek hızla çoğalmayı başardı. Sonunda birkaç yıl önce tanımlanabildiğinde, hızla dünya çapında bir sağlık felaketi halini almıştı.

TEHLEKEDE OLANLAR

AIDS, başta kan ve sperm olmak üzere vücuttaki sıvılar kanalıyla bulaşır. Böylece AIDS virüsünü taşıyan biriyle cinsel ilişkide bulunan birine hastalık bulaşabilir. Eşcinseller arasındaki cinsel ilişki türleri, hastalığı kapma konusunda özellikle onları tehlikeye atar. A.B.D.’deki AIDS kurbanlarının yüzde 70’ten fazlasının erkek eşcinseller olması bazılarının AIDS’i bir eşcinsel hastalığı olarak adlandırmalarına neden olmuştur.

1982 yılında ise, eşcinsel olmayan bir kişide AIDS görüldü. Bu hasta, kendisine damardan iğne yapan bir uyuşturucu kullanıcısıydı. Sterilize edilmemiş iğneler kullanan uyuşturucu düşkünleri, vücutlarına sadece uyuşturucu değil, bazı arkadaşlarının kanında bulunan AIDS virüsünü de alıyorlardı. Bu tip uyuşturucu düşkünleri, kısa sürede AIDS’e yakalanma riski içinde olan ikinci grup oldular.

Acaba bu, AIDS’e yakalanan bir kişinin kanını emen bir sivrisinek tarafından ısırılan kimselerin de tehlikede oldukları anlamına gelir mi? AIDS’in bu şekilde bulaştığına dair henüz bir delil yok. Araştırmacılardan ileri gelen biri olan, Dr. Harold Jaffe, “mikroplu iğneler ile uğraşan sağlık görevlileri, bir sivrisineğin taşıyabileceğinden daha çok kanla temas etmektedirler” diyor. “Ancak bunun imkânsız olduğunu da düşünmeyin” diye ekliyor.

Eşcinseller ve uyuşturucu düşkünlerinin dışında AIDS’ten etkilenmeye başlayan başka bir grup da, hemofili hastalarıdır, yani kanamaya eğilimli olan kişiler. Bunlar genellikle Faktör VIII diye bilinen ve 5.000 kadar değişik kişinin kanından elde edilen plazma konsantresi ile tedavi edilirler. İngiltere’de yayımlanan The Lancet adlı tıp dergisinde “A.B.D.’den ithal edilen Faktör VIII konsantresi kullanan ülkelerde AIDS olaylarının çoğalması beklenmelidir” denilmiştir. Almanya’daki hemofili hastaları arasında AIDS virüsüne karşı antikoru olanların oranı böylece 1980’de sıfır iken, 1984’te yüzde 53’e çıkmıştır!

AIDS virüsü idrar, salya ve gözyaşında da görülmüştür. Öyle ise hastalık, acaba bu vücut salgılarından da bulaşabilir mi? Herhangi bir kimsenin bu yoldan AIDS’e yakalandığı görülmemiştir ve tıp çevrelerindeki genel kanı da, bunun pek mümkün olmadığı yolundadır. Ancak Washingtonlu bir nörolog olan Dr. Richard Restak şöyle demektedir: “Eğer virüs bu vücut sıvılarında da görülüyorsa, bu yollarla da bulaşabileceği ihtimalini göz önünde bulundurmak akıllıca bir davranış olacaktır.”

National Catholic Reporter dergisinin Kasım 1985 sayısında yayımlanan bir habere göre yaygın AIDS olayları, belirli kilise ayinlerinde aynı şarap kâsesinin değişik kişiler tarafından kullanılmasına karşı çıkılmasına neden olmuştur. Atlanta’daki A.B.D. Hastalık Kontrol Merkezlerine bu konuyla ilgili danışıldığında, merkez yöneticisi olan Dr. Donald R. Hopkins, AIDS’in bu yolla bulaşabileceğine dair hiçbir delil olmadığını söylemiş, ancak delil yokluğunun “bu durumun risksiz olduğu anlamına gelmediği”ni de sözlerine eklemiştir.

İhtimal AIDS’li hastalarla yakın ilişkiden de hastalık bulaşabildiğine göre, insanların kaygı duymaları normal değil midir? Ancak bu kaygıyı duyan ana-babalara, AIDS’in çocuklarına okul arkadaşları tarafından bulaşmayacağı yolunda güvence verilmektedir. Delil olarak da AIDS’e yakalanan hastaların, akrabalarıyla öpüşmelerine, aynı çatal bıçakla yemek yemelerine ve aynı tuvaleti kullanmalarına rağmen, hastalığı bu kişilere bulaştırmadıkları öne sürülmektedir. New Yorklu yazar William F. Buckley, Jr. ise, ana-babaların kaygısını paylaşmaktadır:

“[Tanınmış AIDS kurbanı] Rock Hudson, yattığı hastaneden taburcu edildiğinde —ki bu batıl inançların hüküm sürdüğü bir ülkedeki büyücü doktorun kulübesi değil, modern bir hastane idi— ona bakan bütün hemşirelere kullandıkları elbiseler yaktırıldı. Yemekler kâğıt ve plastik tabaklar ve plastik çatal bıçaklarla hastaya verildi ve hasta tarafından kullanıldıktan sonra onlar yok edildi.” Hastane personeli hastalığın bulaşmasından korkmasalardı, bütün bu önlemlere ne gerek vardı?

KAN NAKLİNİN YARATABİLECEĞİ TEHLİKELER

Öte yandan bir AIDS hastasının kanını almakla hastalık kesinlikle bulaşabilir. Hatta AIDS virüsünü taşımakla birlikte, henüz belirtilerini göstermeyen kişilerin kanı bile AIDS’i bulaştırabilir.

Dr. Arthur Ammann, doğumundan sonra birkaç kez kan verilmesi sonucu San Fransisko’daki bir bebeğin AIDS’e yakalandığını söylemiştir. Kan verenlerden biri her ne kadar o zaman sağlıklı görünüyor idiyse de, kan verdikten yedi ay sonra AIDS belirtileri göstermeye başladı. Hem bu kişi, hem de kanı alan bebek öldü.

Avustralya’da daha sonra AIDS antikoru taşıdığı saptanan aynı kişiden kan alan dört erken doğmuş bebekte AIDS görüldü ve üçü yedi ay içinde öldü.

A.B.D.’nin Georgia eyaletinde bir çocuk, kan verdiğinde AIDS belirtisi olmayan, ancak daha sonra AIDS antikoru taşıdığı saptanan bir eşcinselin kanını sadece bir kez aldıktan beş buçuk yıl sonra AIDS’ten öldü. Medical College of Georgia’daki doktorlar, şu üzücü beyanda bulundular: “Bu kişinin kanı, hastamızın kan almasından sonra birçok başka kişiye de verildi.”—The New England Journal of Medicine, 9 Mayıs 1985, sayfa 1256.

Bir araştırmaya göre “kan naklinden bulaşan AIDS” olaylarının yüzde 40’ı “60 yaşından yukarı ve genellikle çoğunluğu by-pass ameliyatlarında kan alan” kişilerdir.—The New England Journal of Medicine, 12 Ocak 1984.

Bütün bunlar önemli bir soruyu ortaya çıkarmaktadır: Kan naklinde kullanılan kanda, AIDS virüsünün bulunmamasını sağlamanın bir yolu var mıdır?

GÜVENİLİR BİR KAN TAHLİLİ YAPILABİLİR Mİ?

AIDS’e neden olan virüsün tecridi ile, herhangi bir zamanda AIDS virüsü ile temas etmiş olan bir kimsenin antikor geliştirmiş olup olmadığını saptayabilen kan tahlilleri geliştirilebildi. Böylece kan veren kimselerin daha sıkı şekilde kontrol edilmeleri sağlandı.

Basınla birlikte birçok tıp adamı da sorunun artık çözüldüğünü düşünmeye başladı. 12 Ağustos 1985 tarihli Newsweek dergisinde bu tahlillerden “çoğu uzmanın fikrine göre AIDS’in artık kan vasıtasıyla yayılmamasını sağlayacak bir araç olarak söz edildi.”

Oysa A.B.D. Kamu Sağlık Hizmetlerinin “yüksek risk” gruplarındaki kişilere verilmek üzere hazırlanan gözden geçirilmiş raporlarda yazılanlar farklıdır: “Bu tahliller virüsü taşıyan herkesi saptayamazlar, çünkü virüs bulaştığı halde, bazı kimselerde henüz antikorlar görülmeyebilir .... Aynı şekilde kanınız tahlil edilirken, hastalık size bulaşmış olduğu halde, virüsün antikorlarının saptanamaması olasılığı da vardır. Böyle durumlarda, kan verilen kimselere HTLV-III ve AIDS hastalığının bulaşma riski mevcut olacaktır.”

A.B.D. Yiyecek ve Ecza Dairesinin yayın organı olan FDA Consumer’in Mayıs 1985 sayısında ise, şöyle deniliyor: “Negatif çıkan bir antikor tahlili, o kimsede virüs olmadığını garantilemez .... Bu sonuç, virüsle temas henüz yeni olduğundan, antikorların gelişmemiş olmasından kaynaklanabilir.”

Harvard Üniversitesi Kamu Sağlığı Okulu kanser biyolojisi bölümü başkanı Dr. Myron Essex The New York Times gazetesinde yayımlanan bir demecinde şöyle demiştir: “Tahlillerin yüzde 90’ından fazlasında [virüsün bulaştığı] kanın ortaya çışarılabilmesi çok uzak bir ihtimaldir. Bu oran tahminen yüzde 75 ile 80 arasındadır. Bundan daha fazlası ise benim için çok şaşırtıcı olur.”

Evet, tahlillerde virüsün bulaştığı kanın tümü ortaya çıkarılmadığı gibi, Time dergisine göre, “birçok ülkede kan tahlillerinin geniş çapta uygulanabilmesi çok pahalı olduğundan zordur.”

Newsweek dergisinin yaptığı bir kamuoyu araştırmasına cevap verenlerin yüzde 21’i başka bir seçenek varsa kan naklini gerektiren ameliyatları kendilerinin veya yakın çevrelerinin kabul etmeyeceklerini söylediler. Herhalde artık kansız ameliyat dalında giderek çoğalan uzmanların geliştirdikleri dikkatli yöntemleri kullanan doktorlar, daha da aranıp seçilmeye başlanacaktır.

[Sayfa 5’teki resim]

Hasta aldığı kanda AIDS virüsü olmadığından emin olabilir mi?

    Türkçe Yayınlar (1974-2025)
    Oturumu Kapat
    Oturum Aç
    • Türkçe
    • Paylaş
    • Tercihler
    • Copyright © 2025 Watch Tower Bible and Tract Society of PA
    • Kullanım Şartları
    • Gizlilik İlkesi
    • Privacy Settings
    • JW.ORG
    • Oturum Aç
    Paylaş