Watchtower ONLINE KÜTÜPHANE
Watchtower
ONLINE KÜTÜPHANE
Türkçe
  • KUTSAL KİTAP
  • YAYINLAR
  • İBADETLER
  • g94 Kasım s. 7-11
  • Terbiye “Yeni Ahlak” Tarafından Dışlanıyor mu?

Bu kısım için bir video yok.

Üzgünüz, video yüklenirken bir hata oluştu.

  • Terbiye “Yeni Ahlak” Tarafından Dışlanıyor mu?
  • Uyanış!—1994
  • Benzer Malzeme
  • Kaba Davranışın Hâkim Olduğu Bir Dünyada Tanrısal Terbiyeyi Geliştirmek
    Gözcü Kulesi Yehova’nın Gökteki Krallığını Duyurur—1989 (Dinsel Seri 97-108)
  • “Yaşayışınız Mesihin İnciline Layık Olsun”
    Gözcü Kulesi Yehova’nın Gökteki Krallığını Duyurur—1989 (Dinsel Seri 97-108)
  • ‘Neden Terbiyeli Olalım?’
    Uyanış!—1986 (Bilimsel Seri 17-20)
  • Tarla Hizmetindeki Terbiyeli Davranış Tanrı’ya Şeref Getirir
    Krallık Hizmetimiz—1984
Daha Fazla
Uyanış!—1994
g94 Kasım s. 7-11

Terbiye “Yeni Ahlak” Tarafından Dışlanıyor mu?

‘Kötüyü iyi, karanlığı ışık, acıyı tatlı yerine koyanların vay başına.’—İşaya 5:20

YİRMİNCİ yüzyılda terbiye ve ahlak konusunda her şeyi silip süpüren değişiklikler oldu. İki dünya savaşını izleyen yıllar boyunca eski değer sistemleri yavaş yavaş demode sayılmaya başlandı. Değişen koşullar, insan davranışları alanındaki ve bilimdeki yeni teoriler birçoklarını eski değerlerin artık geçerli olmadığına ikna etti. Bir zamanlar el üstünde tutulan terbiye gereksiz bir yük olarak görülmeye başlandı. Bir zamanlar saygı duyulan Mukaddes Kitabın yönlendirmeleri artık demode bir şey olarak dışlandı. Bunlar yirminci yüzyılın ultramodern bireylerden oluşan sınır tanımayan serbest toplumu için çok kısıtlayıcıydı.

İnsanlık tarihindeki bu dönüm noktasının oluştuğu yıl 1914’tü. O yıl ve Birinci Dünya Savaşı hakkında yazan tarihçilerin görüşleri, 1914’ün çok önemli değişiklikler getiren bir yıl, insanlık tarihini devirlere ayıran gerçek bir kilometre taşı olduğunda birleşiyor. Savaşı hemen takip eden 1920’lerin çılgın yıllarında insanlar savaş sırasında kaybettikleri keyif ve eğlenceyi tekrar yakalamaya çalıştılar. Zevk düşkünlüğüne yolu açmak için eski değerler ve güçlük yaratan ahlaksal engeller bir kenara itildi. İnsanların bedensel arayışlara daldığı “yeni ahlak” benimsendi ve temelde ‘her şey mubah’ düşüncesini beraberinde getirdi. Bu yeni ahlak anlayışı kaçınılmaz şekilde terbiye konusunda da değişiklikler getirmiş oldu.

Tarihçi Frederick Lewis Allen bu konuda şu yorumu yapıyor: “Devrimin bir başka sonucu, terbiyenin yalnız tamamen değişik bir şekle girmesi değil—birkaç yıl için—terbiyesizlik haline gelmesiydi . . . . Bu on yıllık dönemde ev hanımları misafirlerinin girerken veya çıkarken kendileriyle konuşma zahmetine katlanmadıklarını fark ettiler; dans partilerine davetiyesiz katılmak kabul edilir bir uygulama oldu, yemeklere geç gelmek moda haline geldi, yanan sigaralar umursanmadan bırakıldı, külleri halının üstüne atıldı ve bir özür bile dilenmedi. Eski engeller kaldırıldı ve onların yerine yenileri konulmadı; bu arada kaba kişiler başlarına buyruk dolaştılar. Belki bir gün savaşı takip eden bu on yıl yerinde olarak Terbiyesizlik Dönemi diye bilinecek . . . . Bu, kaba olduğu kadar mutsuz bir on yıldı. Eski şeyler düzeniyle beraber hayata zenginlik ve anlam veren bir değerler sistemi de savrulup gitti ve onların yerine konulacak değerler hiç de kolayca bulunamadı.”

Hayata yeniden zenginlik ve anlam kazandıran değerler hiçbir zaman bulunamadı. Aslında kimse onları aramadı da. Çılgın 20’li yılların, heyecan verici her şeyi mubah sayan yaşam biçimi insanları ahlaksal sınırlamalardan kurtardı; bu da onların çok işine geldi. Ahlak tam anlamıyla kenara atılmadı, ancak gözden geçirildi ve oldukça gevşetildi. Zamanla bu, Yeni Ahlak olarak adlandırıldı. Bunda herkes kendi gözünde doğru ne ise onu yapar. Kendisi en başta gelir, canının istediğini yapar, yolunu kendi çizer.

Yani, o öyle düşünür. Aslında, üç bin yıl önce hikmetli Kral Süleyman şöyle söylemişti: “Güneş altında yeni bir şey yok.” (Vaiz 1:9) Hatta daha önceleri Hâkimlerin zamanında İsraillilere Tanrı’nın Kanununa itaat edip etmemek konusunda oldukça büyük bir serbestlik tanınmıştı: “O günlerde İsrailde kıral yoktu; herkes gözünde doğru olanı yapardı.” (Hâkimler 21:25) Fakat çoğunluğun Kanuna boyun eğmeye istekli olmadığı ortaya çıktı. Bu tarzda ektikleri için İsrailliler yüzlerce yıl boyunca ulusal felaketler biçtiler. Benzer şekilde bugünün ulusları da yüzyıllardır acı ve sıkıntı çekmektedirler—en kötüsü ise henüz başlarına gelmedi.

Yeni Ahlakı daha özel olarak tanımlayan başka bir terim var: “Görecilik” ya da “Rölativizm.” Bir Sözlük bunu şöyle tanımlıyor: “Ahlaksal olguların evrensel olmayıp kişiler ve kültürler arasında değişebilir olduğu ve insan zihninin sınırlı yapısına bağımlı olduğu kuramı.” Görecilik yanlıları öz olarak, kendileri için iyi olan şeyin yine kendileri için ahlaksal açıdan da doğru olduğunu ileri sürerler. Bir yazar şunları yazarak görecilik hakkında daha ayrıntılı şekilde fikir veriyor: “Uzun süre varlığını belli etmeden sürdüren görecilik ‘önce ben’in on yılı olan 1970’lerin başta gelen felsefesi olarak ortaya çıktı ve hâlâ 1980’lerin yuppieciliğinde hükmünü sürdürüyor. Geleneksel değerlere ağzımızla hâlâ hizmet ediyor olabiliriz; yine de, aslında benim için ne iyiyse ona doğru derim.”

Ve terbiyenin gerektirdiği davranışlar da bu kapsamdadır—‘Hoşuma giderse yaparım, gitmezse yapmam. Size terbiye gereği gibi gelen her davranışın benim için de öyle olması şart değil. Bu benim radikal bireyciliğimi yıkar, beni zayıf biri gibi gösterir ve ürkekleştirir.’ Böyle kişiler için bu anlaşılan yalnız kaba davranışları değil, ‘Lütfen, Üzgünüm, Affedersiniz, Size kapıyı açayım, Buyrun yerime siz oturun, Paketlerinizi taşıyabilir miyim’ gibi incelik ifadesi olan gündelik sözleri de kapsıyor. Bu ve benzer sözler toplumsal yaşamı kolaylaştırıp hoşa gider hale getiren hafif makine yağı gibidir. Yine de ‘önce ben’ciler, diğerlerine karşı terbiyeli davranmaya, ‘hayatta herkesten önce geldiği imajını sürdürme ve bunu dışa vurma çabalarına zarar vereceği’ gerekçesiyle karşı koyacaklardır.

Sosyolog James Q. Wilson toplumdaki suç ve sürtüşmelerin artışını bugün “alaycı bir tavırla ‘orta sınıf değerleri’ olarak adlandırılan” kavramın çöküşüne bağlayıp devamen şunları söylüyor: “Bu değerlerin çöküp yok olması—ve ahlaksal göreciliğin artması—yükselen suç oranıyla bağlantılı görünüyor.” Kuşkusuz bu, günümüzde, ne kadar terbiyeden yoksun ya da gücendirici şekilde olursa olsun, kendini ifade etme konusunda herhangi bir sınırlamayı reddetme eğilimiyle bağlantılıdır. Başka bir sosyolog Jaret Taylor’un söylediği gibi: “Toplumumuzun bireyleri zaptınefs gösterenler olmaktan nefsini gösterenler olmaya yöneliyor ve birçok kişi eski değerleri sıkıcı diye kaldırıp atıyor.”

Göreciliğin uygulanışı sizi kişisel davranışınızın tek yargıcı durumuna getirir ve Tanrı da dahil diğer kişilerin hükümlerini bir kenara iter. Tıpkı ilk insan çiftinin Aden’de Tanrı’nın emrini reddederek neyin doğru ve neyin yanlış olduğuna kendileri karar verdikleri gibi, siz de şimdi sizin için doğru ve yanlışı kendiniz kararlaştırırsınız. Yılan Havva’ya Tanrı’ya itaat etmeyerek yasaklanmış meyveden yediği takdirde şunların olacağını söyleyerek onu kandırdı: “Gözleriniz açılacak, ve iyiyi ve kötüyü bilerek Allah gibi olacaksınız.” Böylece Havva meyveden aldı, yedi; bir kısmını da kocasına verdi, o da yedi. (Tekvin 3:5, 6) Âdem ve Havva’nın meyveden yeme kararları kendileri ve soyları için felaket anlamına geldi.

Bir gözlemci, Harvard Business School’daki bir konuşmasında, aralarında politikacılar, işadamları, atletler, bilimadamları, Nobel ödüllü biri ve bir papaz bulunan kişilerin yolsuzlukları konusunda uzun bir özetleme yaptıktan sonra şunları söyledi: “Bugün ülkemizde, karakter krizi diye adlandıracağım bir dönemi ve geleneksel olarak Batı uygarlığında iç sınırlamalar ve erdemler denen, bizi içimizdeki bayağı içgüdülerin akıntısına kapılmaktan koruyan niteliklerin yitirilişini yaşadığımıza inanıyorum.” Konuşmacı, “Böyle bir ortamda, hemen hemen kullanımdan kaldırılmış olan, yiğitlik, onur, görev, sorumluluk, acıma, nezaket gibi sözcükler tuhaf geliyor” dedi.

60’lı yıllarda üniversite kampuslerinde bazı davaların peşine düşüldü. Birçokları şu tür fikirler öne sürdü: ‘Tanrı yoktur, Tanrı ölüdür, hiçbir şey yok, üstün değerler diye bir şey yoktur, yaşam bütünüyle anlamsızdır, yaşamın hiçliğinin üstesinden ancak ödünsüz bireycilikle gelinebilir.’ Çiçek çocukları bu noktadan hareket ederek, ‘kokain koklayıp marihuana çekerek, serbestçe aşk yapıp, hiçbir zaman bulamadıkları bireysel barışı arayarak’ yaşamın hiçliğinin üstesinden gelmeye çalıştılar.

Sonra 1960’ların protesto hareketleri başladı. Bunlar geçici bir heves olmanın çok ötesine giderek Amerikan kültüründeki 1970’lerin ‘Ben onyılına yol açan’ başlıca akımı oluşturdular. Böylece yeni bir onyıla, sosyal eleştirmen Tom Wolfe’un “Ben’in Onyılı” adını verdiği döneme girmiş olduk. Bunun sonunda bazılarının alaycı bir tavırla “açgözlülüğün altın çağı” adını verdiği 1980’lere geçildi.

Bütün bunların terbiyeyle ne ilişkisi var? Konu kendinize öncelik vermenizdir ve eğer her şeyde kendinize öncelik veriyorsanız, kolayca kenara çekilip diğerlerine yol veremeyeceksiniz; böylece de başkalarına yaklaşımınız görgü kurallarına göre olamayacak. Kendinizi öne çıkarmakla, aslında bir anlamda kendinize tapınmaya, Ben tapınmasına dalabilirsiniz. Mukaddes Kitap böyle davranan birini nasıl tanımlıyor? “Putperestlik olan tamakârlığı” işleyen, “putperest demek olan tamakâr adam” diye adlandırıyor. (Efesoslular 5:5; Koloseliler 3:5) Bu insanlar gerçekten kime hizmet ediyorlar? “Onların ilâhı karın[ları]dır.” (Filipililer 3:19) Birçoklarının kendileri için ahlaken doğru kabul ettikleri alternatif yaşam tarzlarının kirliliği ve bunun felaketlerle dolu ölümcül sonuçları yalnızca Yeremya 10:23’deki sözlerin doğruluğunu kanıtlıyor: “Ya RAB, bilirim ki, insanın yolu kendi elinde değildir; adımlarını doğrultmak yürüyen insanın elinde değildir.”

Mukaddes Kitap bunları önceden gördü ve II. Timoteos 3:1-5’de kaydedildiği gibi, bunların ‘son günlerin’ bir alameti olacağı konusunda The New English Bible tercümesine göre şöyle uyardı: “Bu dünyanın son çağının bir belalar vakti olacağı gerçeğiyle yüz yüze gelmeye hazır olmalısın. İnsanlar yalnız parayı ve kendilerini sevecekler; mağrur, övüngen ve ağzı bozuk olacaklar; ana-babaya saygısız, minnet duymayı bilmeyen, dindarlıktan uzak, doğal sevgiden yoksun, nefreti hiç yatışmayan, dedikoducu, taşkın ve azgın, her iyiliğe yabancı, hain, maceracı, şişinen kişiler olacaklar. Bunlar zevki Tanrı’nın yerine koyan, dini dış şekliyle koruyup gerçekliğini sürekli inkâr edenler olacaklardır. Böylelerinden uzak durun.”

Yaratılış amacımız olan Tanrı’nın sureti ve benzeyişinde olmaktan bir hayli uzaklaştık. Sevgi, hikmet, adalet, kudret nitelikleri potansiyel olarak içimizde hâlâ bulunduğu halde dengesiz ve çarpık durumdalar. Geri dönüş yolunun ilk adımı yukarıda alıntı yapılan ayetin son kısmında açıklanıyor: “Böylelerinden uzak durun.” İç duygularınızı bile değiştirecek yeni bir çevre arayın. Dorothy Thomson’un yıllar önce The Ladies’ Home Journal’da yazdığı akıllıca sözler bu yönde çok öğreticidir; yazısına çocuk suçlarına çözüm bulmak üzere çocuğun zekâsını değil, duygularını eğitmenin gereğini belirterek başlıyor:

“Kişinin çocukluktaki davranış ve tutumu yetişkinliğindeki davranış ve tutumunu büyük ölçüde belirler. Fakat bunlar beyinle değil, duygularla yönlendirilir. Neyi sevmek, beğenmek, neye tapınmak, neden sevinç duymak ve ne için fedakârlık yapmak üzere yetiştirilmiş ve teşvik edilmişse, öyle olacaktır. . . . . Bütün bunlarda terbiye önemli bir rol oynar, çünkü aslında görgü kurallarına göre davranmak, başkalarına düşünceli davranmak anlamına gelir. İç duygular davranışlar yoluyla dışa yansır, fakat davranışlar da iç duyguların gelişmesine katkıda bulunurlar. Bir yandan düşünceli davranıp öte yandan saldırganlık hissetmek çok zordur. Görgü başlangıçta yüzeysel olabilirse de, böyle kaldığı çok enderdir.”

Yazar ayrıca, iyilik ve kötülüğün, ender görülen istisna durumlarda “beyinle değil, duygularla koşullandırıldığını” söyledi ve “insanlar damar sertliği yüzünden değil, yürek sertliği yüzünden suç işliyorlar” dedi. Davranışlarımızın beynimizden çok duygularımızdan etkilediğini vurgulayarak, başlangıçta zorlama ile bile olsa, eğitiliş ve davranış tarzımızın iç duygularımızı etkileyip yüreğimizi değiştireceğini belirtti.

Bununla birlikte, Mukaddes Kitap, yüreğin iç insanını değiştirmenin ilham edilmiş formülünü sunarak üstünlüğünü gösterir.

Önce, Efesoslular 4:22-24: “Aldatıcı arzularına göre çürümekte olan ve önceki hareket tarzına uyan eski kişiliği atın, fakat zihninizi harekete geçiren kuvveti yenileyin ve hakiki adalet ve vefada Tanrı’nın iradesine göre yaratılmış olan yeni kişiliği giyin.”

İkinci olarak, Koloseliler 3:9, 10, 12-14: “Eski adamı, işlerile beraber üzerinizden atmış, ve kendini yaratanın suretine göre bilgi için tazelenen yeni adamı giyinmiş olduğunuzdan . . . . birbirinize karşı sabrederek, ve eğer birinin başkasına karşı bir şikâyeti varsa, Rabbin size bağışladığı gibi böylece siz de biri obirine bağışlayarak, Allahın mukaddes ve seçilmiş olanları gibi, merhamet yüreğini, iyiliği, alçak gönüllülüğü, hilmi, tahammülü, ve bunların hepsinin üzerine, kemalin bağı olan sevgiyi giyinin.”

Tarihçi Will Durant şöyle dedi: “Zamanımızın en büyük meselesi bireycilik mi, komünizm mi; ya da Avrupa mı, Amerika mı; hatta Batı mı, Doğu mu değil, insan Tanrısız yaşayabilir mi, yaşayamaz mı meselesidir.”

Yaşamda başarılı olmak için O’nun şu öğüdünü dinlemeliyiz: “Oğlum öğrettiğimi unutma; ve yüreğin emirlerimi tutsun; çünkü onlar sana ömür uzunluğunu, ve yaşama yıllarını, ve selâmeti [barışı] artırırlar; inayet ve hakikat seni bırakmasınlar; bağla onları boynuna, yaz onları yüreğinin levhasına; Allahın ve insanların gözünde, lûtuf bulacak ve şöhretli olacaksın; bütün yüreğinle Rabbe güven; ve kendi anlayışına dayanma; bütün yollarında onu tanı, O da senin yollarını doğrultur.”—Süleymanın Meselleri 3:1-6.

Öyle ise, nezaket ve düşünceli davranış konusunda yüzlerce yıllık insan yaşamının sonucu benimsenmiş görgü kuralları gereksiz yükler değildir; ayrıca Mukaddes Kitabın yaşamla ilgili sağladığı rehberliğin modası geçmemiştir ve insanlığın ebedi kurtuluşu için olduğu ortaya çıkacaktır. Yehova’sız yaşayamayız; çünkü ‘hayatın kaynağı O’dur.’—Mezmur 36:9.

[Sayfa 11’deki pasaj]

Başlangıçta zorlama ile bile olsa, davranış tarzımız iç duygularımızı etkiler ve yüreğimizi değiştirir

[Sayfa 10’daki çerçeve]

İnsanların Bile Örnek Alabilecekleri Kusursuz Bir Sofra Görgüsü

Çok güzel, görgülü, dost canlısı kuşlar olan sedir ipekkuyrukkuşları, olmuş meyvelerle dolu bir çalının üzerinde birlikte karın doyuruyorlar. Bir dal üzerine dizi halinde konmuş, hiç açgözlülük göstermeden bu meyveyle besleniyorlar. Bir meyveyi, sonunda biri zarif şekilde yiyene kadar, ileri geri, gagadan gagaya geçiriyorlar. “Çocuklarını” da hiçbir zaman unutmazlar ve bütün boş mideler doyuruluncaya dek, meyveleri yorulmadan tek tek yuvalara taşırlar.

[Tanıtım notu]

H. Armstrong Roberts

[Sayfa 8’deki resim]

Bazı kimseler ‘Mukaddes Kitabı ve ahlaksal değerleri çöpe atın’ diyorlar

[Sayfa 9’daki resim]

“Tanrı ölüdür”

“Yaşamın anlamı yok!”

“Kokaini kokla, marihuana çek”

[Sayfa 7’deki resim tanıtım notu]

Sol: Life; Sağ: Grandville

    Türkçe Yayınlar (1974-2025)
    Oturumu Kapat
    Oturum Aç
    • Türkçe
    • Paylaş
    • Tercihler
    • Copyright © 2025 Watch Tower Bible and Tract Society of PA
    • Kullanım Şartları
    • Gizlilik İlkesi
    • Privacy Settings
    • JW.ORG
    • Oturum Aç
    Paylaş