Watchtower ONLINE KÜTÜPHANE
Watchtower
ONLINE KÜTÜPHANE
Türkçe
  • KUTSAL KİTAP
  • YAYINLAR
  • İBADETLER
  • g 4/00 s. 5-8
  • Ahlak Anlayışı Yozlaştı mı?

Bu kısım için bir video yok.

Üzgünüz, video yüklenirken bir hata oluştu.

  • Ahlak Anlayışı Yozlaştı mı?
  • Uyanış!—2000
  • Altbaşlıklar
  • Benzer Malzeme
  • Dönüm Noktası Olan 20. Yüzyıl
  • Laikleşme
  • Bencillik ve Açgözlülük
  • Medya Kültürü
  • “Ahlakta Taş Devri”ne Dönüş
  • Bütün Bunların Anlamı Nedir?
    Uyanış!—2000
  • Erdemli Olmak
    Uyanış!—2019
  • Değişen Ahlaksal Değerler İçinde Bocalayan Dünya
    Gözcü Kulesi Yehova’nın Gökteki Krallığını Duyurur—2007
  • İyi Bir Hayat Arayışı
    Uyanış!—2000
Daha Fazla
Uyanış!—2000
g 4/00 s. 5-8

Ahlak Anlayışı Yozlaştı mı?

TARİHÇİLERE “Günümüz toplumunda ahlak anlayışı eskisinden daha mı iyi, yoksa daha mı kötü?” diye soracak olursanız, bazıları farklı dönemlerin ahlak anlayışını karşılaştırmanın zor bir iş olduğunu söyleyebilirler. Her çağın kendi koşulları çerçevesinde yargılanması gerektiğini düşünebilirler.

Örneğin, Avrupa’da 16. yüzyıldan beri şiddet içeren suçlardaki artışı ele alalım. Cinayet bundan 400 yıl önce de alışılmamış bir şey değildi. İnsanlar genellikle kendi kanunlarını uygulardı ve kan davaları yaygındı.

Bununla birlikte, Människovärdet och makten (İnsan Haysiyeti ve İktidar) adlı kitaplarında tarihçi Arne Jarrick ve Johan Söderberg 1600 ile 1850 yılları arasındaki dönemin belirgin özelliğinin bazı yerlerde “toplumsal yaşamın gerçek anlamda uygarlaşması” olduğunu yazdılar. İnsanlar başkalarının ihtiyaçlarını daha fazla dikkate alıyor, diğer bir deyişle empati niteliğini daha çok gösteriyordu. Başka tarihçiler, örneğin hırsızlık ve mülke karşı işlenen suçların 16. yüzyılda bugünkünden çok daha az olduğuna dikkat çekiyorlar. Özellikle kırsal kesim insanları arasında organize hırsızlık çetelerine ender rastlanırdı.

Kuşkusuz, kölelik kurumu vardı ve tarihteki en ağır suçlardan bazılarının işlenmesine bu kurum neden olmuştu: Avrupalı tüccarlar Afrika’dan insanları zorla alıp götürmüş ve bu milyonlarca köle götürüldükleri topraklarda insanlıktan çıkarılmıştı.

Böylece, geçmiş yüzyıllara tarihin penceresinden baktığımızda, büyük olasılıkla bazı koşulların daha iyi, diğerlerinin daha kötü olduğu sonucuna varırız. Yine de, 20. yüzyıl boyunca çok farklı ve ciddi, üstelik daha önce hiç olmamış bir şey oldu ve bu halen sürmekte.

Dönüm Noktası Olan 20. Yüzyıl

Tarihçi Jarrick ve Södeberg şöyle diyor: “Cinayet eğrisi 1930’larda bir kez daha tırmanışa geçti ve ne yazık ki, o zamandan bu yana geçen yarım yüzyılı aşkın bir süre boyunca bu eğilim sürüyor.”

Birçok yorumcuya göre de, 20. yüzyılda geniş boyutta bir ahlaksal çöküş yaşandı. Ahlak felsefesi üzerine bir deneme yazısında şunlar belirtiliyor: “Toplumun cinsellik ve ahlaken kabul edilebilir şeyler konusundaki görüşünün son 30-40 yılda büyük bir değişim geçirdiği açıkça görülebilir; bu değişim, toplumun ahlaksal doğruları katı kurallarla tanımlamasından, daha özgür ve bireysel düşünüşe doğru olmuştur.”

Demek ki, bugün artık çoğu birey, cinsel yaşamı ve diğer alanlardaki ahlaksal değerleri kişisel olarak karar verebilecekleri konular olarak görüyor. Deneme yazısında örnek olarak, Amerika Birleşik Devletleri’nde 1960 yılında evlilik dışı ilişkilerden doğan çocukların oranının yalnızca yüzde 5,3 olduğunu gösteren istatistikler alıntılanıyor. 1990’da bu rakam yüzde 28’di.

Amerika Birleşik Devletleri senatörü Joe Lieberman, Notre Dame Üniversitesi’ndeki bir konferansında bugünün ahlakını “içinde doğru ve yanlış hakkındaki geleneksel düşüncelerin yavaş yavaş aşınmaya uğradığı . . . . bir değerler boşluğu” olarak tanımlıyor. Lieberman’a göre, bu olgu “neredeyse iki kuşaktır gelişmekte.”

Laikleşme

Tarihçiler ve diğer analistler 20. yüzyıl boyunca görülen bu çarpıcı gelişmelerin nedeni hakkında ne diyor? Människovärdet och makten adlı kitapta şunlar belirtiliyor: “Son iki yüzyıl boyunca toplumda yaşanan en önemli değişikliklerden biri laikleşmedir.” Laikleşme, “İnsanlara bağımsız şekilde, farklı görüşlerden yana tavır alma fırsatının verilmesi” anlamına geldi. “Bu düşünce . . . . 18. yüzyılın Aydınlanma felsefecileri arasında başladı; onlar, . . . . Mukaddes Kitabın hakikatin tek kaynağı olduğunu reddeden ilk kişilerdi.” Böylece ahlaksal yönlendirmeler almak üzere dinlere, özellikle de Hıristiyan Âleminin dinlerine, artık geçmişteki kadar başvurulmaz oldu.

Peki 18. yüzyılda şekillendirilen böyle bir felsefenin ancak 200 yıldan fazla bir zaman sonra tutulmasının sebebi neydi? Yukarıda sözü edilen kitap, “Bu düşüncelerin halka yayılması kolay olmadı” diyor. “Dünyevi düşünüşe yönelik akımlar yavaş ilerledi.”

Geleneksel ahlak standartlarını ve İncil’deki ahlak değerlerini terk etme eğilimi son 200 yılın büyük kısmında çok yavaş geliştiyse de, 20. yüzyılda büyük bir ivme kazandı. Özellikle de yüzyılın son kısmında. Acaba neden?

Bencillik ve Açgözlülük

Bu duruma katkıda bulunan güçlü bir etken, 20. yüzyıl boyunca toplumda görülen hızlı ekonomik ve teknolojik gelişmedir. Die Zeit adlı Alman haber dergisindeki bir makale “Önceki yüzyıllarda olduğu gibi durağanlığıyla tanınan bir dünyada değil, dinamik bir çağda” yaşadığımızı söylüyor. Makale bunun sonucu olarak rekabete dayanan ve bencillikle körüklenen serbest piyasa ekonomisinin ortaya çıktığını anlatıyor.

Makale şöyle devam ediyor: “Bu bencillik herhangi bir şeyle durdurulamaz. Bunun ardı sıra, günlük yaşamımıza damgasını vuran gaddarlık ve birçok ülkede hükümetlere kadar tırmanan yolsuzluklar artıyor. İnsanlar kendilerini ve kendi arzularını olabildiğince doyurmayı düşünüyorlar.”

Princeton Üniversitesinden sosyolog Robert Wuthnow’un yaptığı ayrıntılı kamuoyu araştırması, bugün Amerikalıların zihinlerinin bir önceki kuşağa oranla parayla çok daha fazla meşgul olduğunu ortaya koydu. Araştırmaya göre, “Birçok Amerikalı, para kazanma isteğinin insanlarda başkalarına saygı duyma, dürüst çalışma ve topluma katkıda bulunma gibi değerlere üstün geldiği korkusunu taşıyor.”

Toplumdaki açgözlülüğün daha da artmasının bir nedeni, birçok işyeri yöneticisinin bir yandan çalışanlarına fazla ücret talep etmemeleri yönünde baskı yaparken, diğer yandan kendilerine dev ücret artışları ve yüksek gelirli emeklilik olanakları sağlamalarıdır. İsveç Hıristiyan Konseyinde ilahiyat yöneticisi ve ahlak bilim doçenti Kjell Ove Nilsson’a göre, “İş dünyasının liderleri arasında kâr arayışıyla başgösteren sorun, onların tutumunun bulaşıcı oluşu ve genel olarak halkın arasında da ahlak değerlerinin düşmesine sebep oluşudur. . . . . Kuşkusuz bunun, kişisel düzeyde olduğu kadar toplumsal düzeyde de, ahlak anlayışı üzerinde yıkıcı bir etkisi oldu.”

Medya Kültürü

Geçen yüzyılın son yarısındaki hızlı ahlaksal çöküşe katkıda bulunan başka önemli bir etken medya kültürüdür. Senatör Lieberman’ın deyişiyle, “Yeni değerleri yayanlar, televizyon programları yapımcıları, film dünyasının patronları, moda reklamcıları, ‘gangsta rap’çiler ve elektronik medya-kültür kompleksi içindeki diğer etkin kişilerdir. Toplum için yeni yönelimler belirleyen bu kişiler, kültürümüz ve özellikle çocuklarımız üzerinde son derece güçlü bir kontrole sahipler; genellikle, topluma sundukları bu yıkıcı değerlerle ilgili hemen hemen hiç sorumluluk duymuyorlar.”

Lieberman örnek olarak, Canibal Corps (Yamyam Müfrezesi) adlı heavy metal grubunun bir parçasına değiniyor. Şarkıcılar bir kadına bıçak zoruyla tecavüz edilmesini ayrıntılarıyla anlatıyor. Lieberman, bir iş arkadaşıyla birlikte, müzik kaydını yapan şirkete bu parçanın çıkarılması için başvuruda bulundu. Ancak, söylediğine göre, hiçbir sonuç alamadı.

Dolayısıyla, bugün sorumluluklarının bilincinde olan ana-babalar çocuklarını kimin etkileyeceği ve kimin yetiştireceği konusunda medya kültürüyle kıyasıya bir mücadele içindedirler. Ya buna dikkat etmeyen aileler için ne denebilir? Lieberman’a göre, medyanın yarattığı “kültür, standartları belirlemek konusunda rakipsiz kalıyor; çocuğun doğru ve yanlış kavramı ve yaşamındaki öncelikler en başta televizyondan, sinema ekranından ve CD çalardan öğrendikleriyle şekilleniyor.” Ve son zamanlarda İnternet de bu listede sayılabiliyor.

“Ahlakta Taş Devri”ne Dönüş

Bu olumsuz etkilerin sonuçları gençler arasında nasıl görülüyor ? Her şeyden önce, son yıllarda diğer çocuklara ve yetişkinlere yönelik şiddet eylemlerinde bulunan çocukların ve ergenlik çağındaki gençlerin sayısı artmıştır.

İsveç’te, 1998’de sarsıcı bir olay yaşandı. Beş ve yedi yaşlarındaki iki çocuk, dört yaşındaki oyun arkadaşlarını boğarak öldürdü! Birçokları şöyle sordu: Çocukların içinde, fazla ileri gittiklerinde durmalarını söyleyen bir şey yok mu? Bir çocuk psikiyatrı şu anlamlı sözleri söyledi: “Fazla ileri gitmeye izin vermeyen bir fren mekanizması, edinilmesi gereken bir şeydir. . . . . Bu, çocukların kendilerine örnek aldıkları kişilerle ve çevrelerindeki yetişkinlerden öğrendikleriyle . . . . bağlantılı olabilir.”

Benzer bir olgu, şiddet kullanan suçlularda da gözlenebilir. İsveçli psikiyatri profesörü Sten Levander’e göre, bugün cezaevlerindeki tüm kişilerin yüzde 15 ila 20’si psikopattır; başka sözlerle aşırı ölçüde benmerkezci, empati niteliğinden yoksun, doğru ve yanlış kavramlarını anlama konusunda yeteneksiz ya da isteksiz kişilerdir. Görünüşte normal olan çocuklar ve gençler arasında bile ahlak duygularında bir körelme olduğu gözlemcilerin dikkatini çekti. Felsefe profesörü Christina Hoff Sommers, “ahlakta Taş Devri’ne yeniden döndük” diyor. Genç öğrencilerinin neyin doğru ve neyin yanlış olduğu sorusuyla yüz yüze geldiklerinde çoğunlukla tedirgin olduklarını belirtiyor. Sonra da, doğru ya da yanlış diye bir şeyin olmadığı şeklinde bir yanıt veriyorlar. Onlar herkesin kendisi için en iyi olanı düşünmesi gerektiğine inanıyor.

Son zamanlarda birçok öğrencisi, insan yaşamının eşsiz bir değeri ve onuru olduğu ilkesine karşı çıktı. Örneğin, beslediğiniz hayvanı ya da tanımadığınız bir insanı kurtarmak arasında seçim yapmanız gerektiğinde ne yapardınız sorusuna birçokları, ‘hayvanı kurtarmayı seçerdim’ yanıtını verdi.

Profesör Sommers, “Sorun gençlerin bilgisiz, güvensiz, acımasız ya da hain olması değil” diyor. “İşin aslı, onların böyle [doğru ve yanlış diye] bir kavramdan haberleri yok.” Kendisi, bugün birçok gencin “doğrular ve yanlışlar”ın olup olmadığını sorguladığını öne sürüyor ve bu tutumun toplum için en büyük tehditlerden birini oluşturduğunu düşünüyor.

Dolayısıyla günümüzde ahlak anlayışının aşındığı bir gerçek. Birçokları bunun korkunç sonuçlar doğuracağından korkuyor. Daha önce değinilen Die Zeit’teki makale, bugünün serbest piyasa ekonomisinin yavaş yavaş “yozlaşıp belki de, kısa süre önce sosyalist sistemin başına geldiği gibi, bir gün çökmesinin” mümkün olduğunu söylüyor.

Tüm bunlar gerçekten ne anlama gelir? Nasıl bir gelecek bekleyebiliriz?

[Sayfa 6, 7’deki resimler]

“Yeni değerleri yayanlar, televizyon programları yapımcıları, film dünyasının patronları, moda reklamcıları, ‘gangsta rap’çiler”

    Türkçe Yayınlar (1974-2025)
    Oturumu Kapat
    Oturum Aç
    • Türkçe
    • Paylaş
    • Tercihler
    • Copyright © 2025 Watch Tower Bible and Tract Society of PA
    • Kullanım Şartları
    • Gizlilik İlkesi
    • Privacy Settings
    • JW.ORG
    • Oturum Aç
    Paylaş