Hasta Bizzat Karar Verme Hakkına Sahiptir
Bugün, (risk/yarar analizi adı verilen) tıbbi bir yaklaşım, doktor ve hastaların kan tedavisinden kaçınmak üzere işbirliği yapmalarını kolaylaştırmaktadır. Doktorlar, belirli bir ilacın veya cerrahi tedavinin risk faktörlerini, olası yararları gözönünde tutarak değerlendirmektedirler. Bu analize hastalar da iştirak edebilmektedir.
Dünyanın her yerinde pek çok insanı ilgilendiren tek bir örnek ele alalım: kronik bademcik enfeksiyonu. Böyle bir probleminiz olsaydı, herhalde bir doktora giderdiniz. Aslında belki de iki doktora birden başvururdunuz, zira sağlık uzmanları daima ikinci bir fikre müracaat etmeyi tavsiye ederler. Bir tanesi size ameliyat önerebilir. Nelere hazırlıklı olmanız gerektiğini size özetler: Bir süre hastanede kalmak, acı çekmek ve masraflar. Riskine gelince, şiddetli kanamaya pek rastlanmadığını ve böyle bir ameliyatta ölüm vakalarının çok ender olduğunu söyleyecektir. Fakat fikrine başvurduğunuz ikinci doktor, size antibiyotik tedavisini denemenizi tavsiye edebilir. Almanız gereken ilacın türünü, tedavinin başarı olasılığını ve maliyetini size söyler. Tedavinin riski ile ilgili olarak da, bu tür bir ilaca pek az hastanın hayati tehlike içeren bir reaksiyon gösterdiğini söyleyecektir.
İşinin uzmanı her iki doktor da ihtimal tüm riskleri ve yararları dikkatinize sundu; fakat şimdi, riskleri ve olası yararları ve en iyi kendinizin bilebileceği diğer etkenleri siz tartıp değerlendirmelisiniz. (Duygusal veya ruhi gücünüz, ailenizin mali durumu, aileniz üzerinde yapacağı etki ve kendi ahlaksal prensipleriniz gibi konuları en iyi siz değerlendirebilirsiniz.) Sonra bir seçim yaparsınız. Bilgili ve bilinçli bir şekilde bir tedaviye razı olup diğerini reddedersiniz.
Siz değil de çocuğunuz bademcik enfeksiyonu geçiriyorsa, izlenecek yol aynıdır. Riskler, yararlar ve izlenecek tedavi yöntemleri, çocuklarının durumundan en çok etkilenen ve sonuçlarına da katlanma sorumluluğu altında olan siz sevgi dolu ana babalara bildirilir. Tüm yönleriyle enine boyuna düşündükten sonra, çocuğunuzun sağlığını ve hatta belki de hayatını etkileyecek olan bu konuda artık bilinçli bir seçim yapabilirsiniz. Belki siz, risklerini göze alıp ameliyata karar vereceksiniz. Başka ana babalar da belki risklerini göze alıp antibiyotik tedavisini seçecekler. Farklı doktorlar farklı tavsiyeler verebildiği gibi, hastalar da en iyi tercihin hangisi olduğu konusunda farklı düşünebilirler. İşte bilgiye dayanan ve bilinçli bir risk/yarar tercihinden anladığımız budur.
Ya kan kullanımı için ne diyebiliriz? Gerçekleri tarafsız bir gözle inceleyen hiç kimse, kan naklinin büyük bir risk taşıdığını inkâr edemez. Büyük Massachusetts Genel Hastanesi’nin kan nakli servisinin başkanı olan Dr. Charles Huggins şöyle bir uyarıda bulundu: “Kan hiçbir zaman şimdikinden daha tehlikesiz olmadı. Yine de kanı tehlikeli saymak kaçınılmaz bir zorunluluktur. Kan, tıpta kullandığımız en tehlikeli maddedir” (The Boston Globe Magazine, 4 Şubat 1990).
Tıp personeli haklı olarak şöyle uyarılmıştır: “Kan nakli için yapılan risk/yarar değerlendirmesinin risk tarafını da yeniden gözden geçirmek ve başka seçenekler aramak şart olmuştur” (İtalik tarafımızdan; Perioperative Red Cell Transfusion, [Milli Sağlık Enstitüleri] konferansı, 27-29 Haziran 1988).
Kan kullanmanın taşıdığı riskler ve yararlar konusunda doktorlar arasında bir fikir ayrılığı olabilir. Biri çok kan nakli yapmış ve bunun her türlü riski göze almaya değdiğine ikna olmuş olabilir. Bir başkası riske girmenin yersiz olduğunu düşünebilir, çünkü kendisi yürüttüğü kansız ameliyatlardan iyi sonuçlar elde etmiştir. Ama sonuçta, hasta ya da ana baba olarak kararı siz vereceksiniz. Neden başkası değil de siz? Çünkü sizin (ya da çocuğunuzun) bedeni, hayatı, ahlaksal prensipleri ve en önemlisi Tanrı ile olan ilişkiniz söz konusudur.
HAKKINIZ YASAL GÜVENCE ALTINDA
Bugün dünyanın pek çok yerinde hastanın, hangi tedaviyi kabul edeceğine karar verme hakkı dokunulmazlık altındadır. “Bilinçli bir tercih yapmakla ilgili kanun, iki maddeye dayanır: Birincisi, tavsiye edilen tedavi ile ilgili bilinçli bir karar verebilmek için hasta yeterince bilgi alma hakkına sahiptir; ikinci olarak, hasta, hekimin tavsiyesini kabul veya reddetmekte serbesttir. . . . . Hastaların evet demeye hakları olduğu kadar hayır demeye ve hatta şartlı evet demeye de hakları olduğu kabul edilmezse, bilinçli tercih ilkesinin temelindeki mantık yok olur” (Informed Consent-Legal Theory and Clinical Practice, 1987).a
Bazı hastalar, haklarını kullanmak istediklerinde muhalefetle karşılaştılar. Bu muhalefet bazen bademcik ameliyatı veya antibiyotiklere şiddetle karşı çıkan bir arkadaştan geldi. Bazen de kendi tavsiyesinin mutlak doğruluğuna inanan bir doktordan ya da yasal veya mali gerekçelere dayanarak farklı düşünen bir hastane yetkilisinden.
“Pek çok ortopedi uzmanı [Yehova’nın Şahidi olan] hastaları ameliyat etmeyi reddediyor,” diye söze başlayan Dr. Carl L. Nelson, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Hastanın herhangi bir tıbbi tedaviyi reddetme hakkına sahip olduğu inancındayız. Eğer kan nakli gibi belirli bir tedavi türünü saf dışı bırakarak tehlikeye girmeden ameliyat yapmak teknik olarak mümkünse, bu da bir tercih olarak düşünülmelidir” (The Journal of Bone and Joint Surgery, Mart 1986).
Düşünceli bir hasta, bir doktoru, maharet kazanmadığı bir tedavi yöntemini kullanmaya zorlamayacaktır. Diğer yandan, Dr. Nelson’ın belirttiği gibi, kendini mesleğine adamış olan pek çok doktor tedavi seçiminde hastanın inançlarına uyabilir. Bir Alman yetkili şu tavsiyede bulundu: “Doktor, hastası Yehova’nın bir Şahidi olduğu takdirde tıbbi seçeneklerin tümünü sunamadığı gerekçesiyle . . . . yardımda bulunmayı reddedemez. Olanakları kısıtlı olsa da, hastaya yardım etmek görevidir” (Der Frauenarzt, Mayıs-Haziran 1983). Benzer şekilde, hastaneler sadece para kazanmak için değil, ayrım gözetmeksizin tüm insanlara hizmet vermek için mevcuttur. Katolik teolog Richard J. Devine şu yorumu yapıyor: “Her ne kadar hastaneler hastanın hayat ve sağlığını korumak üzere her tür tıbbi çareye başvurmak zorunda ise de, tıbbi tedavinin [hastanın] vicdanına tecavüz etmemesine özen göstermelidir. Dahası, hastayı tatlı sözlerle kandırmaktan tutun da, kan nakli yapabilmek için mahkeme kararı aldırmaya kadar varan her çeşit baskı ya da zorlamadan kaçınmalıdır” (Health Progress, Haziran 1989).
MAHKEMELİK BİR MESELE DEĞİL
Pek çok kişi, mahkemelerin kişisel tıbbi meseleleri çözme yeri olmadığı konusunda hemfikirdir. Siz antibiyotik tedavisini seçtiğiniz için bir kimse sizi bademcik ameliyatına zorlamak üzere dava açsaydı, neler hissederdiniz? Bir doktor, sizin için en iyi olduğunu düşündüğü tedaviyi uygulamak isteyebilir; ama sizin temel haklarınızı ayak altına almak için yasal gerekçe aramak bir doktorun görevi olamaz. Üstelik Mukaddes Kitap, kandan kaçınmanın ahlaksal önemini, fuhuştan kaçınmakla denk tuttuğuna göre, İsa’nın bir takipçisine zorla kan vermeye çalışmak, onu cinsel tecavüze zorlamakla eşdeğerdedir (Elçiler 15:28, 29).
Ne var ki, Informed Consent for Blood Transfusion (Kan Nakli için Bilinçli Rıza Göstermek) isimli kitabın (1989) bildirdiğine göre, bazı mahkemeler, dinsel haklarından dolayı bazı riskleri göze alan bir hastanın durumuna öylesine üzülüyorlar ki, “kan nakli yapılabilmesi için bazı yasal istisnalar –deyim yerindeyse, yasal uydurmalar– üretiyorlar.” Bir hamilelik durumunun söz konusu olduğuna veya arkada bakılması gereken çocuklar olduğuna işaret ederek kararlarını mazur göstermeye çalışabilirler. “Bunlar yasal uydurmalardır,” diyen kitap, şunu ekliyor: “Yeterlik kazanmış yetişkinler, tedaviyi reddetme hakkına sahiptirler.”
Kan nakli yapmakta ısrar eden bazıları, Yehova’nın Şahitlerinin tüm tedavi şekillerini reddetmedikleri gerçeğini göz ardı ediyorlar. Yehova’nın Şahitleri yalnızca tek bir tedaviyi, uzmanların bile tehlike küpü olduğunu söylediği bir tedaviyi reddediyorlar. Genellikle bir tıbbi problem çeşitli yollarla çözülebilir. Bu yollardan her biri şu veya bu riski taşımaktadır. Bir mahkeme ya da doktorun, babavari bir tavırla, sizin için “en az riskli olanı” bilmesine olanak var mı? Böyle bir yargıda bulunma hakkı size aittir. Yehova’nın Şahitleri bu konuda bir başkasının kendi yerlerine karar vermesini kesinlikle istemezler; bu, onların Tanrı önündeki kişisel bir sorumluluğudur.
Bir mahkeme sizi tiksindirici bir tedaviyi kabul etmeye zorlamış olsaydı, acaba bu sizin vicdanınızı ve hayati bir önem taşıyan yaşama arzunuzu nasıl etkilerdi? Dr. Konrad Drebinger bunu şöyle cevaplıyor: “Hastayı bedenen iyileştirebilmek için vicdanına hakim olmaya çalışarak belirli bir tedaviyi kabul etmeye zorlarken aslında onun maneviyatına öldürücü bir darbe indiren tıbbi hırs, kesinlikle yoldan sapmıştır” (Der Praktische Arzt, Temmuz 1978).
ÇOCUKLARA SEVGİ DOLU ÖZEN
Kan nakli hakkındaki yasal davalar genellikle çocuklarla ilgili olarak açılmaktadır. Sevgi dolu ana babalar, çocuklarına kan verilmeden müdahalede bulunulmasını saygılı şekilde rica ettiklerinde, bazı tıp personeli kan nakli yapabilmek için yasal destek arama yoluna gitmektedir. İsa’nın takipçileri, çocuklara kötü muamele yapılmasını veya ihmal edilmelerini önleyici yasal tedbirlerle hemfikirdirler. Bazı ana babaların çocuğa gaddarca davrandığı ya da onu her türlü tıbbi tedaviden yoksun bıraktığı davalar hakkında siz de bir şeyler okumuş veya duymuş olabilirsiniz. Gerçekten çok feci bir durum! Elbetteki devlet, ihmal edilen bir çocuğu korumak için müdahale edebilir ve etmelidir. Diğer yandan, çocuğuna sevgi dolu özen gösteren bir ana babanın çocuğu için yüksek kaliteli, kan verilmeyecek bir tıbbi tedavi istemesinin diğerinden ne kadar farklı bir tutum olduğunu anlamak pek zor olmasa gerek.
Kan nakli ile ilgili davalar, genellikle hastaneye yatmış olan çocuklar üzerinde odaklanıyor. Öyleyse, acaba bu çocuklar hastaneye nasıl ve neden geldiler? Hemen her zaman, kaliteli bir tedavi görmelerini isteyen ana babaları onları oraya getirdi. Tıpkı İsa’nın çocuklarla ilgilendiği gibi, İsa’yı izleyen ana babalar da çocuklarına özen gösterirler. Mukaddes Kitap, ‛kendi çocuklarını bağrına basan bir anneden’ söz eder. Yehova’nın Şahitleri çocukları için böylesine derin bir sevgi besler (1. Selanikliler 2:7; Matta 7:11; 19:13-15).
Doğal olarak tüm ana babalar çocuklarının güvenliğini ve hayatını etkileyen kararlar verirler: Acaba evin ısıtılması için doğal gaz mı yoksa katı yakıt mı kullanalım? Çocuğu uzun mesafeli yolculuğa çıkarsak mı çıkarmasak mı? Acaba yüzmeye gönderelim mi? Bu gibi meseleler belirli bir risk taşır, hatta bir ölüm-kalım meselesi bile olabilir. Ama toplum ana babaları sağgörülü, ihtiyatlı kişiler olarak kabul etmektedir; bu nedenle ana babalar, çocuklarını etkileyen hemen hemen bütün kararları vermekte tek söz sahibi kılınmışlardır.
1979’da Amerika Birleşik Devletleri Yüksek Mahkemesi açıkça şu beyanda bulundu: “Kanunda yer alan aile kavramı, olgunluk, tecrübe ve hayattaki zor kararları verebilmek için gereken muhakeme yeteneği açısından çocuklarda ne eksikse, ana babada bulunduğu zannına dayanmaktadır . . . . Sırf bir ana babanın [tıbbi bir mesele hakkındaki] kararı bazı riskler taşıyor diye, bu kararı verme yetkisi otomatikman ana babanın elinden çıkıp, bir devlet merciine veya görevlisine devrolunamaz” (Parham v. J.R.).
Aynı yıl New York Temyiz Mahkemesi, şu karara vardı: “Bir çocuğun yeterli bir tıbbi tedaviden mahrum bırakılıp bırakılmadığını tayin edecek en belirgin etken, . . . . ana babanın, mevcut olan tüm şartlar çerçevesinde çocukları için makbul ölçüde bir tıbbi tedaviyi sağlamış olup olmadığıdır. Bu soruşturma, ana babanın ‛doğru’ mu yoksa ‛yanlış’ mı karar verdiği biçiminde şekillendirilemez; zira tıp alanındaki uygulamaların bugünkü durumu, dev ilerlemelere rağmen, bu gibi kesin sonuçlar çıkarmaya pek nadiren elvermektedir. Kaldı ki, bir mahkeme, hiçbir ana babanın vekilliği rolünü üstlenemez” (In re Hofbauer).
Ana babanın, bademcik ameliyatı ile antibiyotik tedavisi arasında seçim yaptığı örneği hatırlayalım. Her iki tedavi şeklinin de kendine göre riskleri var. Sevgi dolu ana babalar, her yöntemin risklerini, yararlarını ve diğer etkenleri tartıp karar verme sorumluluğu altındadırlar. Dr. Jon Samuels (Anesthesiology News, Ekim 1989) bu bağlamda Guides to the judge in Medical Orders Affecting Children isimli yayının yeniden gözden geçirilmesini tavsiye ederek, bir bölümünün de aşağıdaki gibi değiştirilmesini önerdi:
“Mevcut tıp bilgisi, doktorun, hastasının yaşayıp yaşamayacağını makul ölçüde bir doğrulukla tahmin etmesini sağlayacak düzeye henüz ulaşmamıştır . . . . Şayet yöntemler arasında bir tercih söz konusu ise; örneğin, doktor, başarıya ulaşma şansı yüzde 80 olan bir yöntemi tavsiye etmişse, ama ana baba bunu tasvip etmiyorsa, öte yandan ana babanın sadece yüzde 40 başarıya ulaşma şansı olan başka bir yönteme bir itirazları yoksa; doktor, tıbbi açıdan daha riskli olan fakat ana babanın itiraz etmediği yolu seçmelidir.”
Kanın tıbbi kullanımında şimdiye kadar çok sayıda öldürücü tehlike ortaya çıktığına ve kan yerine geçebilecek etkili ve güvenilir seçenekler olduğuna göre, kandan kaçınmak aslında riski daha az olan yöntem sayılmamalı mıdır?
Doğal olarak, çocuklarının ameliyat edilmesi gereken İsa’nın takipçileri pek çok etkeni göz önünde bulundururlar. Kan kullanılsın veya kullanılmasın, her ameliyatın kendine göre bir riski vardır. Hangi cerrah garanti verebilir ki? Ana babalar, bazı maharetli doktorların Yehova’nın Şahitlerinin çocukları üzerinde başarılı kansız ameliyatlar yapmış olduğunu işitmiş olabilirler. Öyleyse, bir hekim veya hastane yetkilisinin kendine göre özel bir tercihi olsa bile, gerginlik yaratıp boş yere zaman kaybettiren yasal bir mücadeleye girişmektense, sevgi dolu ana babalarla işbirliği içinde çalışmak daha makul ve mantıklı bir davranış tarzı değil mi? Yoksa ana babalar, çocuklarını bu tür vakalarda tecrübe kazanmış ve böyle hastaları kabul etmeye hazır personeli olan bir başka hastaneye nakledebilirler. Aslında, kansız tedavi, herhalde daha kaliteli bir tedavi olacaktır; zira daha önce de belirttiğimiz gibi, ailenin “tıbbi ve tıbbi olmayan uygun hedeflere ulaşmasına” yardım edebilmektedir.
[Dipnotlar]
a Ek bölümünün 30 ve 31. sayfalarında yer alan “Kan: Kimin Seçimi ve Kimin Vicdanı Söz Konusudur?” başlıklı tıbbi makaleyi lütfen okuyun.
[Sayfa 18’deki çerçeve]
YASAL ENDİŞELERDEN KURTULMAK
‛Acaba bazı doktorlar veya hastaneler, kan vermek için neden telaşla bir mahkeme kararı aldırıyorlar?’ diye merak edebilirsiniz. Bazı yerlerde bunun başlıca nedeni sorumluluk korkusudur.
Yehova’nın Şahitleri kansız tedaviyi tercih etmişlerse, böyle bir endişe yersizdir. ABD’deki Albert Einstein Tıp Koleji’nde görevli bir doktor yazdığı bir yazıda buna şöyle değindi: “[Yehova’nın Şahitlerinin] çoğu, doktorları ve hastaneyi sorumluluktan muaf tutan Amerikan Tıp Birliği formunu itirazsız dolduruyorlar ve zaten pek çoğu da yanlarında Tıbbi Belge taşıyor. Gereğine uygun şekilde imzalanmış ve tarih atılmış olan bir ‛kan ürünlerinden muafiyet’ formu kontrat değerinde bir sözleşmedir ve yasal olarak geçerlidir” (Anesthesiology News, Ekim 1989).
Evet, Yehova’nın Şahitleri, kan verilmemesi talebinden doğabilecek tehlikelerle ilgili sorumluluktan doktor ve hastaneleri muaf tutan yasal bir güvence sağlayarak işbirliğine hazır olduklarını göstermektedirler. Tıp uzmanlarının tavsiyesi üzerine, her Yehova’nın Şahidi bir Tıbbi Belge taşıyor. Bu belge yıldan yıla yenileniyor ve hem kişinin kendisi, hem de başka şahitler, genellikle de en yakın akrabası tarafından imzalanıyor.
1987’de Kanada’da Ontario Yüksek Mahkemesi, bu tür bir belgeyi kanunen tasvip eden bir kararı tasdik etti: “Bu belge, sahibinin, doktorla yaptığı kontrata yazılı bir kısıtlama koydurturken sahip olduğu yasal konumun kanuni geçerliliğini ifade eden yazılı bir beyandır.” Medicinsk Etik (1985) dergisinde çıkan bir yazısında Profesör Daniel Andersen şunları kaydediyor: “Şayet hastanın üzerinden, Yehova’nın bir Şahidi olduğunu ve kayıtsız şartsız kan istemediğini söyleyen ve şüpheye yer bırakmayan yazılı bir ifade çıkarsa, hastanın özerkliğine saygı gereği, tıpkı sözlü olarak söylenmiş gibi bu talebine saygı gösterilmelidir.”
Yehova’nın Şahitleri, hastanelerdeki rıza formlarını da doldururlar. Almanya’nın Freiburg kentindeki bir hastanede kullanılan bu tür bir formda, doktorun hastaya tedavi ile ilgili verdiği bilgiyi yazabileceği bir bölüm ayrılmış. Daha aşağıda, doktor ve hastanın imzalarının hemen üzerinde şu sözler basılmış: “Yehova’nın Şahitlerinin cemaatinin bir üyesi olarak, ameliyatım esnasında yabancı kan veya kan bileşenlerinin kullanılmasını kesinlikle istemiyorum. Yapılması planlanmış ve gerekli olan tedavinin, bu durumda, kanama komplikasyonu yüzünden daha büyük bir risk taşıdığının farkındayım. Özellikle bu konuda bana ayrıntılı ve kapsamlı bir açıklama verildikten sonra gereken ameliyatın yabancı kan veya kan bileşenleri verilmeksizin yapılmasını rica ediyorum” (Herz Kreislauf, Ağustos 1987).
Aslında, kansız ameliyat daha düşük bir riske sahip olabilir. Fakat mesele şu: hastane personelinin görevini yerine getirirken tereddütsüz hareket edebilmesi ve hastanın iyileşmesine yardım edebilmesi için Yehova’nın Şahidi olan hastalar böyle bir belgeyle doktorları ve hastane personelini yersiz endişelerden kurtarıyorlar. Böyle bir işbirliği herkesin yararına oluyor. “Major Abdominal Operations on Jehovah’s Witnesses” (Yehova’nın Şahitleri üzerinde Büyük Karın Ameliyatları) başlıklı yazısında Dr. Angelos A. Kambouris bunu şöyle belirtiyor:
“Cerrah, ameliyat öncesi yapılan anlaşmaya bağlı kalmalı ve ameliyat esnasında ve sonrasında gelişen durumlar ne olursa olsun onu bozmamalıdır. [Bu], hastaların cerrahi tedavilerine olumlu bir gözle bakmalarını sağladığı gibi, cerrahın da dikkatini, yasal ve felsefi kavramlardan ziyade, cerrahi ve mesleki kavramlar üzerinde yoğunlaştırmasına ve böylece hastasının menfaatini en iyi şekilde gözeten bir hizmet vermesine olanak sağlıyor” (The American Surgeon, Haziran 1987).
[Sayfa 19’daki çerçeve]
“Bugünkü tedavi masraflarının artmasında, tıbbi teknolojinin aşırı kullanılması büyük bir rol oynamıştır . . . . Maliyeti ve yüksek bir risk patonsiyeline sahip olması açısından kan nakli özel bir yer tutmaktadır. Bundan dolayı, ABD’deki Hastaneleri Teftiş Birleşik Komisyonu, kan naklini ‛yüksek hacimli, yüksek riskli ve hataya meyilli’ bir yöntem olarak nitelemiştir” (“Transfusion,” Temmuz-Ağustos 1989).
[Sayfa 20’deki çerçeve]
Amerika Birleşik Devletleri: “Hastanın rızasına önem verme gereğinin temelinde kişisel özerklik olarak bilinen ahlaksal bir kavram yatıyor; buna göre, kendi kaderiyle ilgili kararları kişi kendi vermeli. Rıza talep etme gereğinin dayandığı yasal temel, hastanın rızası olmadan girişilen tıbbi bir müdahalenin hukuken müessir fiil teşkil etmesidir” (“Informed Consent for Blood Transfusion,” 1989).
Almanya: “Hastanın kendi kendine karar verme hakkı, tıbbi yardımda bulunma ve hayat kurtarma prensiplerinin de üstündedir. Sonuç olarak: Hastanın iradesine aykırı bir kan nakli yapılmamalı” (“Herz Kreislauf,” Ağustos 1987).
Japonya: “Tıp dünyasında ‛mutlak doğru’ diye bir şey yoktur. Doktorlar, çağdaş tıbbın çizdiği rotanın en iyisi olduğuna inandıkları için bu rotayı izliyorlar; ama hastalarını, her ayrıntıyı ‛mutlak’ doğru imiş gibi yerine getirmeye zorlamamalıdırlar. Hastalar da seçme özgürlüğüne sahip olmalıdır” (“Minami Nihon Shimbun,” 28 Haziran 1985).
[Sayfa 21’deki çerçeve]
Dr. Lawrence S. Frankel, Yehova’nın Şahitlerinin “ailelerini birbirlerine sıkı sıkıya bağlı ve sevgi dolu buldum,” diyerek şöyle devam ediyor sözlerine: “Çocukları tahsilli, bakımlı ve saygılıdır . . . . Hatta tıbbi prensipler karşısında daha itinalı bir uysallık gösteriyorlar sanki; bu davranışları belki de inançları izin verdiği ölçüde tıbbi müdahaleyi kabul ettiklerini belli etme çabalarının bir ifadesidir” (Department of Pediatrics, M. D. Anderson Hospital and Tumor Institute, Houston, ABD, 1985).
[Sayfa 22’deki çerçeve]
Dr. James L. Fletcher, Jr., şu yorumda bulundu: “Profesyonel gururun sağlıklı tıbbi muhakemenin yerini alması korkarım nadir rastlanan bir durum değildir. ‛Bugünün en iyisi’ olarak kabul edilen tedaviler, yarın olunca ya değiştiriliyor ya da terk ediliyor. Acaba hangisi daha tehlikeli? ‛Dindar bir ana baba’ mı? Yoksa kendi yapacağı tedavinin mutlak hayati olduğuna kendini inandırmış gururlu bir hekim mi?” (“Pediatrics,” Ekim 1988).