Watchtower ONLINE KÜTÜPHANE
Watchtower
ONLINE KÜTÜPHANE
Türkçe
  • KUTSAL KİTAP
  • YAYINLAR
  • İBADETLER
  • w99 1/1 s. 21-25
  • ‘Alnı Ak Bir İşçi’ Olma Mücadelem

Bu kısım için bir video yok.

Üzgünüz, video yüklenirken bir hata oluştu.

  • ‘Alnı Ak Bir İşçi’ Olma Mücadelem
  • Gözcü Kulesi Yehova’nın Gökteki Krallığını Duyurur—1999
  • Altbaşlıklar
  • Benzer Malzeme
  • Alman Donanmasında Hizmet
  • Kömür Madeninde Küçük Bir Işık
  • Öfkemi Kontrol Etmeyi Öğreniyorum
  • Yoğun Fakat Doyum Veren Bir Program
  • Başka Hizmet İmtiyazları
  • Denemelere Rağmen İlerlemek
  • Kutsal Kitabı Okumak Bana Hayatım Boyunca Güç Verdi
    Gözcü Kulesi Yehova’nın Gökteki Krallığını Duyurur—2011
  • Baskıcı Yönetimler Sırasında Yehova’nın Yardımıyla Hayatta Kaldık
    Gözcü Kulesi Yehova’nın Gökteki Krallığını Duyurur—2007
  • İnsanlar Nasıl Barış İçinde Birlikte Yaşayabilirler
    Uyanış!—1994
  • Hakikatten Daha Üstün Bir Şey Yok
    Gözcü Kulesi Yehova’nın Gökteki Krallığını Duyurur—1998
Daha Fazla
Gözcü Kulesi Yehova’nın Gökteki Krallığını Duyurur—1999
w99 1/1 s. 21-25

‘Alnı Ak Bir İşçi’ Olma Mücadelem

ANDRÉ SOPPA TARAFINDAN ANLATILMIŞTIR

İkinci Dünya Savaşı, peşisıra gelen tarif edilemez bir kıyım ve umutsuzlukla birlikte, tüm şiddetiyle devam ediyordu. Norveç’in Narvik kenti yakınına üslenmiş Alman Donanmasında görevli bir işaretçi olarak, insanın insana yaptığı acımasızlığı yakından görebiliyordum. Geceleyin sığındığımız fiyortlarda kutup ışıklarının narin güzelliği beni yaşam hakkında derin düşünmeye yöneltti. Böyle şeyleri yaratan Tanrı’nın, bu savaş çılgınlığından sorumlu olamayacağından emindim.

ÇEK sınırına yakın (şimdi Polonya’da) Lassoth adında küçük bir köyde 1923’te doğdum; yoksul bir çiftçi ailesinde büyüdüm. Katolik olan ana-babam inançlarının gereğini yerine getiren kişilerdi; dinin yaşamımızda çok büyük bir rolü vardı. Fakat daha ilk zamanlarda dinimle ilgili kuşkular duymaya başladım. Köyümüzdeki üç aile Protestan olduğundan Katolik toplumu tarafından dışlanıyordu. Neden böyle olması gerektiğini anlayamazdım. Okulda bize kateşizm öğretiliyordu. Fakat bir gün papazdan Üçlük öğretisini açıklamasını istediğimde, cevap olarak sopayla on kez dövüldüm. Buna rağmen, kiliseyle ilgili düş kırıklığımı kesinleştiren, 17 yaşındayken yaşadığım bir olaydı. Anneannem ve dedem bir ay arayla ölmüştü ve annemin kilisede yapılacak iki cenaze törenini karşılayacak parası yoktu. Bu nedenle annem papaza parayı daha sonra ödeyip ödeyemeyeceğini sordu. Papaz şu cevabı verdi: “Ana-babandan bazı şeyler kaldı, değil mi? Onları satıp parayı cenaze için kullan.”

Bundan birkaç yıl önce, yani Hitler 1933’te iktidara geldikten sonra, artık Lehçe konuşmamıza izin verilmedi; Almanca konuşmak zorundaydık. Bunu reddedenler veya Almancayı öğrenemeyenler bir bir ortadan kayboldu; daha sonra öğrendiğimize göre toplama kamplarına gönderilmişlerdi. Köyümüzün ismi bile, Grünfliess diye Almanca bir isimle değiştirildi. 14 yaşındayken okuldan ayrıldım; Hitler Gençlik örgütünde olmadığım için iş bulmakta zorluk çekiyordum. Sonunda bir demircide çıraklık yapmaya başladım. Savaş çıkınca, kilisede Hitler ve Alman askerleri için dualar edilmeye başlandı. Karşı tarafta da zafer için benzer duaların edilip edilmediğini merak ediyordum.

Alman Donanmasında Hizmet

Aralık 1941’de Alman Donanmasına yazıldım ve 1942 yılının başında bir keşif gemisinde hizmet etmek üzere Norveç kıyılarına gönderildim. Trondheim ile Oslo arasındaki konvoy görevini aldık; asker, cephane veya mal taşıyan gemilere eşlik ediyorduk. Denize açıldıktan sonra iki denizcinin Mukaddes Kitapta önceden bildirilen dünyanın sonuyla ilgili konuşmalarına kulak misafiri oldum. Açıkça konuşmaktan korktukları halde, bana ana-babalarının Yehova’nın Şahitleriyle ilişkisi olduğunu, fakat kendilerinin onları örnek almadığını anlattılar. Yehova’nın Şahitlerini ilk kez o zaman duydum.

Savaşın sonunda İngilizler tarafından tutuklandık ve Almanya’ya geri götürülmek üzere Amerikalılara teslim edildik. Evleri artık Sovyet bölgesinde olanlar, kömür madenlerinde çalışmak üzere Liévin’deki (kuzey Fransa) tutuklu kampına gönderildi. 1945 yılının Ağustos ayıydı. Bize eşlik eden Fransız askerlerden birine dinini sordum. “Katolik” cevabını verdi. Ben de Katoliğim, o halde bizi birbirimize düşüren ne, diye sordum. “Bunu anlamaya çalışmanın bir yararı yok. Her zaman böyledir,” cevabını verdi. Bana göre, aynı dinden insanların savaşması ve birbirlerini öldürmesi saçmaydı.

Kömür Madeninde Küçük Bir Işık

Madende, yerli madencilerle birlikte ilk günümde, Evans Emiot diye biri sandviçlerini benimle paylaştı. Aslında o, Amerika Birleşik Devletlerinin Ohio eyaletindendi, fakat birkaç yıldır Fransa’da yaşıyordu. Bana savaşların olmayacağı bir dünyadan söz etti. Nazik tutumu beni hayretler içinde bıraktı. Ben Alman, kendisi ise Amerikalı olduğu halde, bana karşı hiç düşmanca davranmadı. 1948 yılının başına dek bir daha karşılaşmadık, o zaman görüştüğümüzde bana “The Prince of Peace” (Barış Prensi) adlı küçük kitabı verdi. Sonunda o küçük kitaptan, savaştan nefret eden bir iyilik Tanrısının varlığını öğrendim; bu, kutup ışıklarını seyrederken zihnimde canlandırdığım Tanrı’ydı. Bunu öğreten dini bulmaya karar verdim. Fakat Evans madenin başka bir kısmında çalıştığından, onunla temas kuramıyordum. Tutuklu kampındaki dinsel grupların hepsine giderek bu küçük kitap hakkında bir şey bilip bilmediklerini sordum, fakat sonuç alamadım.

Sonunda, Nisan 1948’de tutuklu kampından serbest bırakıldım, artık özgür bir işçiydim. Hemen ertesi pazar, caddede küçük bir zil sesi duyduğumda şaşırdım. Evans’ı gördüğüme öylesine sevinmiştim ki! Önlerine ve arkalarına umumi konuşmanın başlığını ilan eden afişler asmış bir grup Yehova’nın Şahidiyle birlikteydi. Zili çalan Şahit, şimdi Fransa’daki Temsil Heyetinin bir üyesi olan Marceau Leroy’du. Joseph Kulczak adında Almanca konuşan bir Polonyalıyla tanıştırıldım; inancından dolayı toplama kamplarında kalmıştı. Beni o akşamki ibadete davet etti. Orada söylenenlerin çoğunu anlamadım, fakat hazır bulunanların hepsi elini kaldırınca, yanımdaki kişiye bunun nedenini sordum. “Vaaz etmek üzere gelecek hafta Dunkerque’e gidecek olanlar,” dedi. “Ben de gelebilir miyim?” diye sordum. “Gayet tabii!” dedi. Böylece ertesi pazar evden eve giderek vaaz ettim. Gittiğimiz herkes söylediklerimizi kabul etmese de, bu işten zevk aldım ve çok geçmeden düzenli olarak vaaz etmeye başladım.

Öfkemi Kontrol Etmeyi Öğreniyorum

Bundan kısa bir süre sonra Şahitler, serbest bırakılmış Alman tutukluların yaşadığı barakalarda vaaz etmeye başladılar. Bu benim için kolay değildi, çünkü etrafta öfkeli birisi olarak tanınıyordum. Biri beni ciddiye almadığında, “dikkat et yoksa, senin için hiç iyi olmaz,” diye tehdit ederdim. Bir keresinde madende çalışırken, Yehova’yla alay eden birine yumruk bile atmıştım.

Ancak, Yehova’nın yardımıyla kişiliğimde değişiklikler yapabildim. Bir gün, barakalarda vaaz ederken, aşırı içkili durumdaki bir grup insan Şahitlerden bazılarına zorluk çıkarmaya başladı. Yanımdaki kardeşler sert mizacımı bildiklerinden araya girmemi engellemeye çalıştılar fakat adamlardan biri tehdit edercesine, iri adımlarla üzerime doğru gelip ceketini çıkarmaya başladı. Bisikletimden indim ve tutması için onu adama verdim; ellerimi ceplerime soktum. Adam buna o kadar şaşırdı ki, söyleyeceklerimi dinledi. Ona eve gidip uyumasını ve sonra umumi konuşmaya gelmesini söyledim. Öğleden sonra saat 3.00’te oradaydı! Zamanla, eski tutuklulardan yaklaşık 20 kişi mesajı kabul etti. Bana gelince, Eylül 1948’de vaftiz edildim.

Yoğun Fakat Doyum Veren Bir Program

Bana, vaaz edeceğimiz sahalarla ilgilenme ve umumi konuşmalar verilebilecek yerler bulma sorumluluğu verildi. Bu nedenle bazen, madendeki gece vardiyasına gitmeden önce, küçük motosikletimle yaklaşık 50 kilometre yolculuk ederdim. Hafta sonları otobüsle sahaya gider ve oraya konuşmacıyla birlikte iki veya dört müjdeci bırakırdık. Daha büyük kasabalarda, uygun bir yer bulduğumuzda, konuşmacı kürsüsü olarak üst üste dizdiğimiz valizleri kullanırdık. Genellikle, insanları davet ettiğimiz konuşmanın temasını duyurmak için üzerimize reklam afişleri asardık.

Reims’li bir Şahit olan Jeannette Chauffour’le 1951 yılında tanıştım. Ona ilk görüşte aşık oldum; bir yıl sonra, 17 Mayıs 1952’de evlendik. Douai’e yakın bir maden kasabası olan Pecquencourt’e taşındık. Fakat kısa bir süre sonra, sağlık sorunlarım çıktı. Silikoz teşhisi kondu; bu, maden ocaklarında çalışmaktan kaynaklanan bir solunum hastalığıydı, fakat başka bir iş bulma olanağım da yoktu. Dolayısıyla, 1955’te Nürnberg’deki (Almanya) uluslararası toplantıda, Ren Irmağı kenarında küçük bir endüstri kasabası olan Kehl’deki küçük cemaate yardım etmemiz istendiğinde, önümüzde hiçbir engel yoktu. O zaman cemaatte sadece 45 müjdeci vardı. Bu cemaatle yedi yılı aşkın bir süre çalıştık; bu arada müjdecilerin sayısı 95’e çıktı.

Başka Hizmet İmtiyazları

Cemaatin sağlam bir duruma geldiğini gördüğümüz için, Teşkilata özel öncü olarak çalışmak üzere Fransa’ya gitme isteğimizi bildirdik. Paris’e gönderilmemiz bizim için büyük bir sürpriz oldu. Orada büyük sevinçlerle dolu sekiz ay geçirdik. Jeannette ile birlikte, 42 ev Mukaddes Kitap tetkiki idare etme imtiyazına sahip olduk. Tetkiklerimizin 5’i biz oradayken vaftiz edildi, 11’i ise sonradan hakikati kabul etti.

Quartier Latin’de (Latin Mahallesi) oturduğumuz için, sık sık Sorbon Üniversitesinden profesörlerle karşılaşıyorduk. İman yoluyla şifa veren emekli bir felsefe profesörü Mukaddes Kitabı inceledi ve sonunda Yehova’nın Şahidi oldu. Bir gün, Cizvit öğretmenlerle yakın teması olan bir inşaat mühendisiyle Mukaddes Kitap hakkında bir sohbete başladım. Öğleden sonra saat üç’te evimize geldi ve gece saat on’da ayrıldı. Bir buçuk saat sonra geri gelince şaşırdık. Bir Cizvitle konuşmuş ve Mukaddes Kitap peygamberlikleriyle ilgili sorularına cevap alamamıştı. Gece saat bir’de evine gitti ve sabah saat yedi’de tekrar geldi. Zamanla o da Yehova’nın Şahidi oldu. Hakikate susamış böyle biriyle karşılaşmak eşimi ve beni çok teşvik etti.

Paris’ten sonra, seyahat eden nazır olarak hizmet etmek üzere doğu Fransa’ya davet edildim. Fransızca ve Almanca konuşan cemaatleri ziyaret ederek kardeşleri güçlendirmek bizim için gerçek bir sevinç oldu. Lorraine bölgesindeki Rombas cemaatini ziyaretimiz sırasında, Stanislas Ambroszczak ile tanıştım. O, savaş sırasında bir Müttefik denizaltısında hizmet etmiş ve Norveç sularında savaşmıştı. Aynı sularda fakat karşı taraflarda hizmet etmiştik. Şimdiyse kardeşler olarak beraber Tanrımız Yehova’ya hizmet ediyoruz. Başka bir keresinde, Paris’te bir büyük toplantıda tanıdık biri gözüme çarptı. Bu kişi, kuzey Fransa’da tutuklu bulunduğum kampın komutanıydı. Toplantı esnasında birlikte çalışmaktan çok mutlu olduk! Bu eski düşmanları kardeş ve yakın dost yapan güç Tanrı’nın Sözünde bulunur.

Ne yazık ki, seyahat etme işinde geçen 14 yıldan sonra, kötüye giden sağlığım yüzünden bu işi bırakmak zorunda kaldım. Fakat eşim ve ben elimizden gelenin en iyisini yaparak Yehova’ya hizmet etmeye kararlıydık. Böylece Fransa’nın doğusunda Mulhouse kentinde kalacak yer ve bir iş bularak öncü (dolgun vakitli incil vaizi) olduk.

Yaşamımda tattığım başka büyük bir sevinç de, İbadet Salonlarının inşaatlarında görev almaktı. 1985 yılında, doğu Fransa için bir inşaat ekibi oluşturmam istendi. Vasıflı işçiler kullanarak ve gönüllüleri eğiterek bir ekip oluşturabildik; bu ekip, 80’in üzerinde salonun inşasına veya yenilenmesine katılarak onları Yehova’ya sunulan tapınmaya yaraşır duruma getirdi. Ayrıca, 1993’te Fransız Guyanası’nda (Güney Amerika) bir Büyük Toplantı Salonunun ve beş İbadet Salonunun inşasında çalışmaktan da çok mutluluk duydum!

Denemelere Rağmen İlerlemek

Tanrısal faaliyetle geçen 50 yıl boyunca, yaşamımın büyük sevinçlerle ve hizmet imtiyazlarıyla dolu olduğunu kesinlikle söyleyebilirim. Üzücüdür ki, 43 yıl birlikte olduğum sevgili eşim Aralık 1995’te öldü. Bu çok acı bir olaydı—hâlâ kederliyim—ancak Yehova bana güç veriyor; ruhi kardeşlerimin de sevgisini ve desteğini görüyorum; bu etkenler ve geçen zaman acımı bir derece azaltıyor.

Meshedilmiş bir biraderin 1963’te Münih’teki (Almanya) bir büyük toplantıda söylediklerini hâlâ net bir şekilde hatırlıyorum. “André” dedi, “doğruca ileriye bak. Toplama kamplarındaki kardeşler denemelere katlandılar. Şimdi devam etmek bize bağlı. Asla durumumuza üzülmemeliyiz. İlerlemeye devam et!” Bu sözleri her zaman akılda tuttum. Şimdi sağlığımın iyi olmaması ve yaşlılık nedeniyle çok şey yapamadığımdan, İbraniler 6:10’daki şu sözler benim için sürekli bir teselli kaynağıdır: “Allah adaletsiz değildir ki, sizin işinizi, ve . . . . kendi ismi için gösterdiğiniz sevginizi unutsun.” (İbraniler 6:10) Evet, Yehova’nın hizmetinde çalışmak bir kimsenin sahip olabileceği en büyük imtiyazdır. Geçen 50 yıl boyunca hedefim ‘alnı ak bir işçi’ olmaktı, hâlâ da öyle.—II. Timoteos 2:15.

[Sayfa 22’deki resim]

Norveç fiyortlarında hizmet ettiğim türden bir gemi

[Sayfa 23’teki resim]

Kuzey Fransa’da bisikletle vaaz ederken

[Sayfa 23’teki resim]

Üst üste dizilmiş valizler umumi konuşmada kürsü olarak kullanıldı

[Sayfa 24’teki resimler]

1952’de eşim Jeannette’le düğünümüzde

    Türkçe Yayınlar (1974-2025)
    Oturumu Kapat
    Oturum Aç
    • Türkçe
    • Paylaş
    • Tercihler
    • Copyright © 2025 Watch Tower Bible and Tract Society of PA
    • Kullanım Şartları
    • Gizlilik İlkesi
    • Privacy Settings
    • JW.ORG
    • Oturum Aç
    Paylaş