Watchtower ONLINE KÜTÜPHANE
Watchtower
ONLINE KÜTÜPHANE
Türkçe
  • KUTSAL KİTAP
  • YAYINLAR
  • İBADETLER
  • Ruanda
    Yehova’nın Şahitlerinin 2012 Yıllığı
    • SOYKIRIM BAŞLIYOR!

      6 Nisan Çarşamba akşamı Kigali yakınlarında bir uçak düşürüldü. Uçakta Ruanda ve Burundi devlet başkanları vardı. Uçaktaki herkes hayatını kaybetti. O akşam bu olaydan neredeyse kimsenin haberi olmadı; resmi radyo istasyonu herhangi bir duyuru yapmadı.

      Üç görevli vaiz, yani Bint çifti ve Henk birader sonraki birkaç günü asla unutamayacaktı. Bint birader şöyle anlatıyor: “7 Nisan sabahı erkenden kurşun ve el bombası sesleriyle uyandık. Bunu yadırgamadık, çünkü son aylarda ülkede büyük bir siyasi kargaşa vardı. Ancak kahvaltıyı hazırlarken bir telefon geldi. Tercüme bürosundan Emmanuel Ngirente arıyordu. Söylediğine göre yerel radyo, iki devlet başkanının uçak kazasında öldüğünü duyurmuştu. Savunma Bakanlığı Kigali’deki insanları uyararak evden çıkmamalarını söylemişti.

      Sabah saat dokuz sularında, yağmacıların komşumuzun evine girdiğini duyduk. Arabalarını çaldılar ve anneyi öldürdüler.

      Çok geçmeden askerler ve yağmacılar bizim eve de geldi. Demir kapıya vurmaya, zili çalmaya başladılar. Çıt çıkarmadan bekledik, gidip kapıyı açmadık. Nedense kapıyı zorlamak yerine öteki evlere gittiler. Dört bir yandan otomatik silah sesleri ve patlamalar duyulmaya devam ediyordu, kaçmanın imkânı yoktu. Silah sesleri çok şiddetliydi ve yakından geliyordu. Havada uçuşan kurşunlara hedef olmamak için evin ortasındaki koridora geçtik. Durumun hemen düzelmeyeceğini anladık ve yiyeceğimizi azar azar tüketmeye karar verdik; günde bir öğün yemek hazırlayıp bunu paylaşacaktık. Ertesi gün öğle yemeğinin ardından uluslararası bir kanalda haberleri dinliyorduk ki Henk, ‘Çitten içeri atlıyorlar!’ diye bağırdı.

      Düşünecek zaman yoktu. Banyoya kaçıp kapıyı kilitledik. Sonra birlikte dua edip, Yehova’dan başımıza ne gelirse gelsin dayanmamıza yardım etmesini diledik. Daha dua ediyorduk ki milislerin ve yağmacıların kapıları ve camları kırarak içeri girdiğini duyduk. Birkaç dakika sonra içerideydiler; bağırıp çağırıyor, eşyaları deviriyorlardı. Milislerle beraber neredeyse 40 yağmacı da eve girmişti, aralarında kadınlar ve çocuklar da vardı. Eşyalar için tartışırlarken silahların patladığını duyuyorduk.

      40 dakika kadar sonra, ki bu bize bir ömür gibi gelmişti, banyo kapısını zorladılar. Kapıyı açamayınca kırmaya başladılar. Artık saklanamayacağımızı anlamıştık, dışarı çıkmanın zamanı gelmişti. Erkekler uyuşturucunun etkisindeydi, hepsinin gözü dönmüştü. Palalar ve bıçaklarla bizi tehdit ediyorlardı. Jennie haykırarak Yehova’ya dua ediyordu. Bir adam palasını sallayıp keskin olmayan tarafıyla Henk’in ensesine vurdu ve Henk küvete düştü. Bir şekilde biraz para buldum ve adamlara verdim. Para için kavga etmeye başladılar.

      O sırada bir delikanlının dikkatle bize baktığını fark ettik. Biz onu tanımıyorduk ama belli ki o bizi tanıyordu, belki de hizmette karşılaşmıştık. Bizi içeri itti ve kapıyı kapatmamızı istedi. Bizi kurtaracağını söyledi.

      Sesler yarım saat daha sürdü, sonra nihayet ortalık sakinleşti. Bir süre sonra o delikanlı dönüp dışarı çıkabileceğimizi söyledi. Hemen gitmemiz için ısrar ederek bizi evden çıkardı. Hiçbir şey almak için durmadık. Bazı komşularımızın cesetlerini görünce dehşet içinde kaldık. Cumhurbaşkanlığı Muhafız Birliğinin iki üyesi yakınlardaki bir subayın evine kadar bize eşlik etti. Subay da bizi Mille Collines Hotel’e götürdü, pek çok insan oraya sığınmıştı. Bizi uzun ve dolambaçlı bir yoldan havaalanının arkasına götürmek için yapılan gerilimli bir askeri operasyonun ve korku dolu saatlerin ardından nihayet 11 Nisan günü Kenya’ya ulaştık. Nairobi Beyteli’nin lobisine geldiğimizde üstümüz başımız darmadağınıktı, perişan bir haldeydik. Operasyon sırasında bizden ayrılan Henk de birkaç saat sonra geldi. Beytel ailesi bize sevgiyle kucak açtı ve çok destek oldu.”

      KÜÇÜK BİR KIZIN DUASI AİLEYİ KURTARIYOR

      Ruanda ve Burundi devlet başkanlarının öldüğü kazanın ertesi günü altı hükümet askeri, Rwakabubu biraderin evine gitti. Gözleri kan çanağına dönmüş bu adamlar leş gibi içki kokuyordu ve hallerine bakılırsa uyuşturucu da almışlardı. Biraderden silah istediler. Rwakabubu birader Yehova’nın Şahidi olduklarını ve silahları olmadığını söyledi.

      Askerler Yehova’nın Şahitlerinin tarafsız oldukları için hükümeti desteklemediklerini ve orduya bağış yapmadıklarını biliyordu. Dolayısıyla onların Şahit olduğunu duyunca çok öfkelendiler. Gaspard ve Melanie Rwakabubu Tutsi değildi. Ama Interahamwe milisleri (aşırı uç Hutular) sadece Tutsileri değil, ılımlı Hutuları da öldürüyordu, özellikle de Tutsilerin ya da işgalci güçlerin sempatizanı olduklarından şüpheleniyorlarsa.

      Askerler Gaspard ve Melanie’ye sopalarla vurdular ve beş çocuklarıyla birlikte onları yatak odasına götürdüler. Çarşafı söküp üstlerine örttüler. Bazılarının elinde el bombası vardı, niyetleri belliydi. Gaspard “Dua edebilir miyiz?” diye sordu.

      Askerlerden biri küstahça bir tavırla hemen bunu reddetti. Ama aralarında biraz tartıştıktan sonra dua etmelerine razı oldular. “Tamam” dediler, “iki dakikanız var.”

      İçlerinden dua etmeye başladılar ama altı yaşındaki Deborah Rwakabubu yüksek sesle dua etti: “Yehova, bizi öldürmek istiyorlar. Ama o zaman, babamla hizmetteyken konuşup beş dergi verdiğim kişileri nasıl tekrar ziyaret edeceğiz? Bizi bekliyorlar ve hakikati öğrenmeye ihtiyaçları var. Söz veriyorum, eğer kurtulursak müjdeci olacağım, vaftiz edileceğim ve öncülük yapacağım! Yehova lütfen kurtar bizi!”

      Deborah’nın sözleri askerleri şaşkınlık içinde bıraktı. Sonunda biri şöyle dedi: “Bu küçük kızın duasından dolayı sizi öldürmeyeceğiz. Başka askerler gelirse bizim daha önce buradan geçtiğimizi söylersiniz.”b

      DURUM KÖTÜLEŞİYOR

      İşgal güçleri (Ruanda Yurtsever Cephesi) başkent Kigali’ye doğru ilerledikçe savaş şiddetleniyordu. Köşeye sıkışan Interahamwe milisleri daha fazla kan dökmeye başladı.

      Kentin dört bir yanına ve bütün kavşaklara barikatlar kurulmuştu. Bu barikatlarda askerler, silahlı Interahamwe güçleri ve siviller nöbet tutuyordu. Güçlü kuvvetli tüm erkekler Interahamwe’yle birlikte gece gündüz nöbet tutmaya zorlanıyordu. Barikatların amacı Tutsileri tespit edip öldürmekti.

      Devam eden katliamlar yüzünden yüz binlerce Ruandalı evini terk etti. Yehova’nın Şahitleri de dahil pek çoğu, komşu ülkeler Kongo ve Tanzanya’ya sığındı.

      SAVAŞA VE ÖLÜME MEYDAN OKUDULAR

      Şimdi okuyacağınız kısımlar hayatları altüst olan kardeşlerimizin hikâyeleri. Hatırlarsanız Ruanda’daki Yehova’nın Şahitleri 1980’lerde ateşli sınavlardan geçmiş ve yaşadıkları, iman ve cesaretlerini artırıp güçlendirmişti. İmanları sayesinde seçimlere, mahalli savunma eylemlerine ve siyasi olaylara katılmayı reddederek ‘dünyaya ait olmamayı’ başarmışlardı (Yuhn. 15:19). Cesaretleri sayesinde de bu kararlarının sonuçlarıyla, yani aşağılanma, hapis cezaları, zulüm ve ölümle yüzleşmeye hazırdılar. Sınanmış imanları ve cesaretleri Tanrı’ya ve komşularına duydukları sevgiyle birleşince sadece soykırıma karışmamakla kalmadılar, birbirlerini korumak için hayatlarını dahi riske attılar.

      Burada anlatılmayan pek çok olay var. Kardeşlerimizin çoğu yaşadıkları korkunç şeyleri unutmayı tercih ediyor, çünkü intikam peşinde değiller. Dileriz ki onların imanını ortaya koyan bu olaylar hepimizi, İsa Mesih’in gerçek öğrencilerini tanıtan sevgiyi hayatımızda daha da çok göstermeye yöneltir (Yuhn. 13:34, 35).

      JEAN VE CHANTAL’IN HİKÂYESİ

      İnsanlarla yakından ilgilenen, neşeli birader Jean de Dieu Mugabo, Yehova’nın Şahitleriyle Kutsal Kitabı incelemeye 1982’de başlamıştı. 1984’te vaftiz edilmesinden önce, Yehova’nın Şahidi olarak aldığı tavır nedeniyle üç kez hapse girmişti. Eşi Chantal da 1984’te vaftiz edilmişti ve 1987’de evlendiler. Soykırım başladığında üç kızları vardı. İki büyük kızları şehrin dışında anneanneleri ve dedeleriyle kalıyordu, sadece altı aylık bebekleri yanlarındaydı.

      Soykırımın ilk günü, 7 Nisan 1994’te askerler ve Interahamwe milisleri, Tutsilerin evlerine saldırmaya başladı. Jean’ı tutuklayıp coplarla dövdüler ama o ellerinden kurtulmayı başardı ve bir biraderle birlikte yakınlardaki İbadet Salonuna kaçtı. Kocasının başına gelenlerden habersiz olan Chantal ise, diğer iki çocuğunun yanına gidebilmek için panik içinde bebeği alıp şehirden çıkmaya çalıştı.

      Jean kendi yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “İbadet Salonu olarak kullandığımız yer önceden fırındı ve büyük bir bacası vardı. Biraderle birlikte bir hafta İbadet Salonunda saklandık ve Hutu bir hemşire, etraf güvenli olduğunda bize yiyecek getirdi. Sonra çatıya, tavanla metal kaplama levhaları arasına saklanmak zorunda kaldık; orada bütün gün sıcaktan kavruluyorduk. Çaresizlik içinde, saklanacak daha iyi bir yer bulmak için baca duvarından birkaç tuğla çıkarıp bacanın içine girdik. İki büklüm halde orada bir aydan uzun süre saklandık.

      Yakında bir barikat vardı ve Interahamwe milisleri konuşmak ya da yağmurdan kaçmak için sık sık İbadet Salonuna girerdi. Aşağıdan sesleri gelirdi. Hemşire fırsat buldukça bize yiyecek getirmeye devam ediyordu. Bazen daha fazla dayanamayacağımı düşünüyordum ama dayanabilmek için dua etmeyi sürdürdük. Nihayet, 16 Mayısta hemşire gelip şehrin bu kısmının artık Ruanda Yurtsever Cephesinin kontrolünde olduğunu ve saklandığımız yerden çıkabileceğimizi söyledi.”

      O bunları yaşarken eşi Chantal’ın başına neler gelmişti? Sözü o alıyor: “8 Nisanda bebeğimizle birlikte evden kaçmayı başardım. Kimlik kartında Hutu yazan hemşire Immaculée’yi ve Tutsi bir hemşire olan Suzanne’ı buldum. Niyetimiz, annemle babamın yanında kalan iki çocuğumun olduğu yere, yaklaşık 50 kilometre uzaktaki Bugesera kentine gitmekti. Ama şehir dışına çıkan tüm yolların barikatlarla tutulduğunu öğrendik ve Kigali’nin hemen dışındaki yakın bir köye gitmeye karar verdik. Orada Immaculée’nin, Yehova’nın Şahidi olan Gahizi isimli bir akrabası vardı. Hutu olan Gahizi birader bizi sıcak bir şekilde karşıladı ve komşularının tehditlerine rağmen bize yardım etmek için elinden gelen her şeyi yaptı. Hükümet askerleri ve Interahamwe, Gahizi’nin Tutsileri koruduğunu öğrenince onu vurdular.

      Askerler Gahizi’yi katlettikten sonra bizi de öldürmek için nehir kıyısına götürdüler. Korku içinde sonumuzu bekliyorduk. Birden askerlerin arasında şiddetli bir tartışma çıktı ve biri şöyle dedi: ‘Kadınları öldürmeyin, uğursuzluk getirir. Şimdi sadece erkekleri öldürme zamanı.’ Bunun üzerine, peşimizden gelen kardeşlerden biri, daha geçen hafta vaftiz edilen André Twahirwa, komşularının itirazlarına rağmen bizi evine götürdü. Ertesi gün bizi Kigali’ye geri getirdi, orada kalabileceğimiz güvenli bir yer bulmayı umuyordu. Son derece tehlikeli olan birkaç barikattan geçmemize yardım etti. Bizi durdururlarsa bebeğim kurtulabilsin diye onu Immaculée taşıyordu. Suzanne ve ben kimliğimizi gizleyebilmek için kimlik kartlarımızı yok ettik.

      Yoldaki barikatlardan birinde Interahamwe’nin adamları Immaculée’ye vurup ‘Neden bu Tutsilerle yolculuk ediyorsun?’ diye çıkıştılar. Suzanne’la benim geçmeme izin vermediler. Immaculée ve André, Rwakabubu biraderin evine gitti. André büyük bir riske girerek, o son barikatı geçmemize yardım etmek için Simon ve Mathias adlı iki biraderle geri geldi. Beni Rwakabubu biraderin evine götürdüler, Suzanne da bir akrabasının evine gitti.

      Fakat Rwakabubu biraderin evinde kalmam çok tehlikeliydi, bu yüzden kardeşler bin bir zorlukla beni başka Şahitlerin de saklandığı İbadet Salonuna götürdüler. Ben gittiğimde orada on Tutsi Şahit ve başkaları saklanıyordu. Immaculée öylesine vefalıydı ki beni bırakıp gitmeyi kabul etmedi. ‘Seni öldürürler de ben hayatta kalırsam bebeğini kurtaracağım’ dedi.”c

      Bu arada, yakında oturan ve eşi Tutsi olan Védaste Bimenyimana birader ailesini güvenli bir yere yerleştirmiş, sonra da İbadet Salonunda kalanların güvenli bir yer bulmasına yardımcı olmak için geri dönmüştü. Şükürler olsun ki oradakilerin hepsi kurtuldu.

      Soykırımın ardından Jean ve Chantal anne babalarının, anneanne ve dedeleriyle kalan iki ve beş yaşlarındaki kızlarının ve başka 100 kadar akrabalarının katledildiğini öğrendiler. Bu korkunç kayıp karşısında neler hissettiler? Chantal şunları söylüyor: “Başlarda bu dayanılır gibi değildi. Adeta uyuşmuştuk. Birini yitirmek insanın tahmin edebileceğinden çok daha korkunç bir şey. Tek yapabileceğimiz her şeyi Yehova’nın ellerine bırakıp diriltildiklerinde çocuklarımıza kavuşmayı ümit etmekti.”

      SAKLANARAK GEÇEN 75 GÜN!

      Tharcisse Seminega 1983’te Kongo’da vaftiz edildi. Soykırım sırasında Ruanda’da, başkent Kigali’ye yaklaşık 120 kilometre uzaklıktaki Butare’de yaşıyordu. Şöyle anlatıyor: “Devlet başkanlarının öldüğü Kigali’deki uçak kazasının ardından, tüm Tutsilerin öldürülmesi için resmi bir emir verildiğini duyduk. İki birader Burundi üzerinden kaçmamız için bir yol bulmaya çalıştı, ama Interahamwe milisleri tüm cadde ve sokakları tutmuştu.

      Kendi evimizde hapis kalmıştık ve nereye gideceğimizi bilmiyorduk. Dört asker evimizi gözlüyordu ve biri yaklaşık 180 metre ileriye bir makineli tüfek yerleştirmişti. Yehova’ya hararetle şöyle yakardım: ‘Yehova, hayatımızı kurtarabilmek için hiçbir şey yapamıyoruz. Bunu yalnız Sen yapabilirsin!’ Öldürülmüş olmamızdan korkan bir birader akşamüzeri koşa koşa bize geldi. Askerler onun eve girip birkaç dakika kalmasına izin verdi. Birader hayatta olduğumuzu görünce rahat bir nefes aldı. Bir şekilde çocuklarımızdan ikisini alıp kendi evine götürmeyi başardı. Sonra da Justin Rwagatore ve Joseph Nduwayezu adlı iki biradere, eve hapsolduğumuzu ve yardımlarına ihtiyacımız olduğunu haber verdi. Hemen o gece geldiler, çok zor ve tehlikeli olmasına rağmen bizi ailece Justin’in evine götürdüler.

      Justin’in evinde fazla kalamadık, çünkü ertesi gün orada saklandığımız duyulmuştu bile. Aynı gün Vincent isimli bir adam gelip Interahamwe’nin bir saldırı düzenleyip bizi öldürmek için hazırlık yaptığını haber verdi. Bu adam eskiden Justin’le Kutsal Kitabı incelemiş ama hakikatten yana tavır almamıştı. Vincent önce Justin’in evinin yakınlarındaki çalılıkta saklanmamızı söyledi. Sonra karanlık basınca bizi evine götürdü. Bizi keçiler için ağıl olarak kullandıkları yuvarlak bir kulübede sakladı. Kulübenin duvarları balçık, zemini toprak, çatısı sazdandı ve penceresi yoktu.

      O kulübede bitmek bilmeyen günler ve geceler geçirdik. Kulübenin yakınında, bölgenin en işlek pazarına sadece birkaç metre uzak olan bir kavşak vardı. Gelip geçenlerin konuşmalarını duyabiliyorduk; gün içinde yaptıkları şeylerden bahsediyorlardı ve bazen yaptıkları korkunç katliamları ve gelecekle ilgili planlarını anlatıyorlardı. Bu ortam bizi daha da korkuttu. Hayatta kalmak için durmadan dua ettik.

      Vincent ihtiyaçlarımızı karşılamak için elinden geleni yaptı. Orada bir ay kaldık, ama mayıs sonuna doğru Kigali’den kaçan Interahamwe milisleri bölgeye gelince orası son derece tehlikeli bir yer haline geldi. Kardeşler bizi, evinin altında kiler gibi küçük bir yer olan bir biraderin yanına götürmeye karar verdiler. Birader zaten orada üç kardeşi saklıyordu. Oraya gitmek için dört buçuk saat yürüyerek tehlikeli bir gece yolculuğu yaptık. O gece bardaktan boşanırcasına yağmur yağdı, bu bizim için çok iyi oldu, çünkü bu sayede katillere görünmeden oraya ulaşabildik.

      Yeni sığınağımız yerin 1,5 metre kadar altındaydı. Kapı niyetine konmuş bir kalas kaldırılarak merdivenle aşağı iniliyordu. Sonra da emekleyerek bir tünelden geçiliyor ve 2 metrekarelik bir odaya ulaşılıyordu. Oda küf kokuyordu ve bir çatlaktan sızan azıcık ışık sayılmazsa içerisi kapkaranlıktı. Orada eşim Chantal, beş çocuğumuz, ben ve diğer üç kardeş kalıyorduk. İnsana boğuluyormuş hissi veren bu çukurda 10 kişi altı hafta yaşadık. Orada olduğumuz anlaşılır diye mum yakmaya cesaret edemiyorduk. Ama tüm bu zor ve sıkıntılı günler boyunca Yehova bize destek oldu. Kardeşler hayatlarını tehlikeye atıp bize yiyecek ya da ilaç getirdiler ve bizi teşvik edecek şeyler söylediler. Bazen hava aydınlıkken bir mum yakıp Kutsal Kitabı, Gözcü Kulesi’ni ya da günün ayetini okuyabiliyorduk.”

      Tharcisse “Her hikâyenin bir sonu vardır” diyor, “Bu hikâye de 5 Temmuz 1994’te sona erdi. Vincent bize, işgal ordusunun Butare’yi ele geçirdiğini haber verdi. Kilerden çıktığımızda bazıları bizim Ruandalı olduğumuzu anlayamadı çünkü güneş görmediğimizden rengimiz solmuştu. Ayrıca bir süre yüksek sesle konuşamadık, ancak fısıltıyla konuşabiliyorduk. Kendimize gelmemiz haftalar sürdü.

      Tüm bu olanlar eşimi çok değiştirdi. Önceki on yıl boyunca Yehova’nın Şahitleriyle Kutsal Kitabı incelemeye hiç yanaşmamıştı. Ama olaylardan sonra Kutsal Kitabı incelemeye başladı. Bunun nedenini soranlara şöyle diyordu: ‘Kardeşlerin sevgisi ve bizi kurtarmak için yaptıkları fedakârlıklar beni çok etkiledi. Ayrıca Yehova’nın güçlü elini hissettim, O bizi katillerin palalarından kurtardı.’ Eşim yaşamını Yehova’ya adadı ve savaştan sonraki ilk büyük ibadette vaftiz edildi.

      Yaptıklarıyla ve yürekten dualarıyla hayatta kalmamıza yardımcı olan tüm kardeşlerimize büyük bir gönül borcumuz var. Onların, etnik önyargıların ördüğü duvarları aşan derin, içten sevgisini tattık.”

      YARDIM EDENE YARDIM

      Tharcisse Seminega ve ailesinin kurtulmasına yardım edenlerden biri Justin Rwagatore biraderdi ve daha sonra da onun yardıma ihtiyacı oldu. Justin 1986’da hükümetin siyasi meselelerine karışmayı reddettiği için hapse girmişti. Seminega biraderin ailesine yardım etmesinden birkaç yıl sonra o ve başka bazı biraderler tarafsızlıkları nedeniyle tekrar tutuklandılar. Yehova’nın Şahitlerinin siyasete karışmakla ilgili tavrını yetkililere açıklamakla görevli heyette Seminega birader de vardı. Yetkililere, Justin’in onun ve ailesinin kurtulmasında rol oynadığını anlattı. Sonuçta tüm biraderler serbest bırakıldı.

      Kardeşlerimizin soykırım sırasındaki örnek davranışları başkalarının da hakikati kabul etmesini sağladı. 60’larının ortalarında olan Suzanne Lizinde isimli Katolik bir kadın, kilisesinin soykırımı desteklediğini gördü. Çevresindeki Yehova’nın Şahitlerinin soykırım sırasında yaptıkları ve aralarındaki sevgi onun hızla ilerlemesini sağladı. Suzanne Ocak 1998’de vaftiz edildi. İbadetlere gitmek için tepeleri aşıp beş kilometre yol yürümek zorunda olmasına rağmen Suzanne hiçbir ibadeti kaçırmadı. Ayrıca ailesinin hakikati öğrenmesine de yardım etti. Bugün bir oğlu ihtiyar ve torunlarından biri hizmet görevlisi.

      YÜZ BİNLERCE İNSAN KAÇTI

      Görevli vaiz Henk van Bussel 1992’de Ruanda’ya tayin edilmişti. Fakat Nisan 1994’te savaş yüzünden Kenya’ya gitmek zorunda kaldı ve Ruandalı mültecilere yardım programını desteklemek için Kongo’nun doğusundaki Goma kentine gidip gelmeye başladı. Ruanda-Kongo sınırının Kongo tarafındaki kardeşler, Ruanda’dan gelen Şahitlerin onları tanıması için, ellerinde yayınlar tutarak ve ilahiler söyleyerek ya da melodilerini ıslıkla çalarak sınırdaki geçiş noktalarında adeta devriye geziyordu.

      Büyük bir panik vardı. Hükümet güçleriyle Ruanda Yurtsever Cephesi arasındaki savaş devam ettiğinden, yüz binlerce insan Kongo ve Tanzanya’ya kaçtı. Goma kentine kaçan kardeşlerin buluşma noktası İbadet Salonuydu. Daha sonra kentin hemen dışına, sadece Yehova’nın Şahitleri, çocukları ve hakikate ilgi gösterenler için bir mülteci kampı kuruldu ve bu kamp 2.000’i aşkın kişiye barınak sağladı. Kardeşler Kongo’nun doğusunda başka yerlere de benzer kamplar kurdular.

      Kaçan insanların çoğu, Tutsilerin intikam almasından korkan Hutulardı, ama Hutu ve Tutsi kardeşler birlikte kaçıyorlardı. Bir Tutsiyi sınırdan geçirip Goma’ya getirmek çok tehlikeliydi, çünkü Tutsi katliamı devam ediyordu. Bir ara Tutsi kardeşleri ülkeden çıkarabilmek için kişi başına 100 dolar ödemek gerekti.

      Kardeşler Kongo’ya gelince de birlikte kalmak istiyorlardı. Birleşmiş Milletler’e ait kamplarda faaliyet gösteren Interahamwe’yle herhangi bir temas içinde olmak istemiyorlardı. Üstelik Şahit olmayan mültecilerin çoğu, artık günleri sayılı olan hükümetin yandaşıydı. Onlar, özellikle de Interahamwe milisleri, kendilerine katılmadıkları için Yehova’nın Şahitlerini sevmiyordu. Kardeşlerin diğerlerinden ayrı kalmak istemesinin bir nedeni de Tutsi kardeşlerini koruyabilmekti.

      Ruanda’dan kaçanlar her şeylerini geride bıraktıklarından muhtaç durumdaydı. Belçika, Fransa, İsviçre, Kenya ve Kongo’daki Yehova’nın Şahitleri para, ilaç, yiyecek ve giysinin yanı sıra doktor ve hemşire de göndererek onların ihtiyaçlarını karşıladı. Uçakla ilk gelen yardım malzemeleri arasında Fransa Bürosunun gönderdiği çok sayıda küçük çadır vardı. Sonra Belçika Bürosu ailece kalınabilecek büyük çadırlar gönderdi. Seyyar ve şişme yataklar da gönderildi. Ayrıca Kenya’daki Büro iki tondan fazla giysi ve 2.000’den fazla battaniye göndererek kardeşlerin ihtiyacına cevap verdi.

      KOLERA SALGINI

      Ruanda’dan kaçan 1.000’i aşkın Şahit ve ilgi gösteren kişi, Goma’daki İbadet Salonunda ve yanındaki arazide kalmaya başladı. Ne yazık ki mülteci sayısının çok fazla olması Goma’da kolera salgını çıkmasına neden oldu. Kongo (Kinşasa) Bürosu salgınla mücadele edilebilmesi için derhal ilaç gönderdi, ayrıca Van Bussel birader yanında 60 koli ilaçla Nairobi’den Goma’ya uçtu. İbadet Salonu geçici bir süre için hastane olarak kullanılmaya başlandı ve mümkün olduğunca hastalar ayrı bir yerde tutuldu. Loic Domalain ve başka bir birader (ikisi de doktordu), Ruandalı sağlık görevlisi Aimable Habimana’yla birlikte gece gündüz özveriyle çalıştı. Hastalara bakmak için gönüllü olarak gelen, tıp alanında deneyimli pek çok kardeş gibi Fransa’dan gelen Hamel birader de o zor günlerde kardeşlere çok yardımcı oldu.

      Tüm çabalara rağmen 150’den fazla Şahit ve ilgi gösterene hastalık bulaştı ve bu ölümcül hastalık kontrol altına alınana dek yaklaşık 40’ı hayatını kaybetti. Daha sonra büyük bir arazi kiralandı ve orada Şahitler için bir mülteci kampı kuruldu. Yüzlerce küçük çadır kuruldu ve Kenya’dan gönderilen büyük bir çadır hastane olarak kullanılmaya başlandı. Kampı ziyaret eden Amerikalı sağlık personeli kampın tertemiz ve düzen içinde olmasından çok etkilendi.

      Ağustos 1994’ün başlarında Goma’daki yardım heyeti, Şahitler, çocuklar ve hakikate ilgi gösterenlerden oluşan 2.274 kişilik bir mülteci grubuna bakıyordu. O sırada Kongo’nun doğusundaki Bukavu ve Uvira kentlerinde ve Burundi’de de pek çok mülteci kardeşimiz vardı. 230 kardeş de Tanzanya’daki bir mülteci kampındaydı.

      Kigali’deki tercüme bürosunda hizmet eden kardeşler Goma’ya kaçmak zorunda kalınca tercüme işine devam edebilmek için orada bir ev kiraladılar. Savaş sırasında bir bilgisayar ve jeneratör kurtarabilmiş ve bunları Kigali’den Goma’ya getirmişlerdi, bu sayede tercüme yapabiliyorlardı.

      Goma’da telefon ve posta hizmetleri yok gibiydi. Ama havaalanında çalışan Şahitlerin yardımıyla kardeşler tercüme metinlerini ve diğer postaları, Goma’dan Nairobi’ye haftada bir kez sefer yapan uçakla gönderiyorlardı. Kenya Bürosundaki kardeşler de Goma’ya aynı yolla posta gönderiyordu.

      Emmanuel Ngirente ve başka iki tercüman, zor koşullara rağmen tercüme işini olabilecek en iyi şekilde sürdürdüler. Savaş nedeniyle bazı Gözcü Kulesi makalelerini atlamak zorunda kalmışlardı. Ama o makaleler de daha sonra tercüme edilip özel kitapçıklar halinde yayımlandı ve Cemaat Kitap Tetkikinde incelendi.

      MÜLTECİ KAMPLARINDA HAYAT

      İnsanlar Kigali’den kaçmaya devam ederken, kocası Ananie’nin öldürülmesinin ardından Goma’ya kaçan Francine, Yehova’nın Şahitlerinin kurduğu mülteci kamplarından birine nakledildi. Francine kamptaki hayatı şöyle anlatıyor: “Her gün birkaç birader ve hemşire yemeği hazırlamaktan sorumlu oluyordu. Darı ya da mısır lapasıyla basit bir kahvaltı hazırlıyorduk. Öğle yemeğini de yapıyorduk. İşimiz bittikten sonra tarla hizmetine katılabiliyorduk. Öncelikle kampımızdaki Şahit olmayan aile bireylerine hakikati anlatsak da kampın dışında da iyi haberi duyuruyorduk. Ancak bir süre sonra, Şahitlerin diğer mültecilerden ayrı kamplarda olması öteki kamplardaki Interahamwe milislerini öfkelendirmeye başladı ve durum tehlikeli bir hal aldı.”

      1994’ün Kasım ayına gelindiğinde kardeşlerin Ruanda’ya dönmesinin güvenli olacağı artık açıkça belli olmuştu. Kongo’daki diğer kampların güvenli olmadığı düşünülünce aslında bu yapılacak en doğru şeydi. Ama dönüş zor olacaktı. Interahamwe güçleri yeniden toplanıp Ruanda’ya saldırmayı düşünüyordu ve Kongo’dan ayrılıp Ruanda’ya dönen herkes onların gözünde asker kaçağıydı.

      Kardeşler Ruanda hükümetine, Yehova’nın Şahitlerinin savaşta tarafsız kaldığını ve Tutsi soykırımına katılmadığını söyleyerek ülkelerine geri dönmek istediklerini bildirdi. Hükümet onlara Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğine (UNHCR) başvurmalarını tavsiye etti, çünkü onların elinde kardeşlerin ülkelerine dönüşleri sırasında kullanılabilecek taşıtlar vardı. Ancak Ruanda’ya dönmelerine Interahamwe’nin engel olmaması için kardeşler iyi bir plan yapmalıydı.

      Goma’da bir özel ibadet yapılacağı ilan edildi ve ibadet için afişler hazırlandı. Sonra da Şahitler Ruanda’ya geri dönme planından gizlice haberdar edildi. Kardeşlere, şüphe çekmemek için tüm eşyalarını kampta bırakmaları, gerçekten ibadete gidecekmiş gibi yanlarına sadece Kutsal Kitaplarıyla ilahi kitaplarını almaları söylendi.

      Francine o gün birkaç saat yürüdükten sonra nihayet onları sınıra götürecek kamyonları bulduklarını hatırlıyor. Ruanda sınırından girdikten sonra UNHCR’ın sağladığı olanaklarla önce Kigali’ye, oradan da evlerinin olduğu yerlere gittiler. Böylece Aralık 1994’te kardeşlerin çoğu aileleriyle ve ilgi gösterenlerle birlikte Ruanda’ya geri döndü. Belçika’da yayımlanan Le Soir gazetesinde 3 Aralık 1994’te şu haber yer aldı: “Ruandalı 1.500 mülteci yeterli güvenlik sağlanamadığı için Zaire’den [Kongo] ayrılmaya karar verdi. Bu mülteciler, Katale kampının hemen yukarısında kendi kamplarını kuran Yehova’nın Şahitleri. Önceki hükümet, silah almayı ve siyasi mitinglere katılmayı reddeden bu gruba özellikle zulmetmişti.”

      Francine Ruanda’ya döndükten sonra Nairobi’de bir bölge ibadetine katılma fırsatı buldu. Kocasının ölümünden sonra teselli bulan ve kardeşlerin yapıcı arkadaşlığıyla toparlanan Francine, Kigali’de yeniden kurulan tercüme bürosuna geri döndü. Sonra Emmanuel Ngirente’yle evlendi ve birlikte Büroda hizmet etmeye devam ettiler.

      Francine savaşın yol açtığı duygusal yaralarla nasıl başa çıkabildi? Şöyle anlatıyor: “O günlerde düşündüğümüz tek şey sona kadar dayanmamız gerektiğiydi. Yaşanan feci olaylara saplanıp kalmamaya karar vermiştik. Zor zamanlarda nasıl sevinçli olabileceğimizi anlatan Habakkuk 3:17-19 beni çok teselli etti. Kardeşler benim için büyük teşvik kaynağı oldu. Bazılarından mektuplar aldım. Bu sayede, olanlara Yehova’nın gözünden bakıp olumlu tutumumu koruyabildim. Şeytan’ın pek çok hilesi olduğunu aklımda tutmaya çalıştım. Eğer bir soruna takılıp kalırsak başka sorunların kurbanı olabiliriz. Uyanık olmazsak şu ya da bu şekilde zayıf düşebiliriz.”

  • Ruanda
    Yehova’nın Şahitlerinin 2012 Yıllığı
    • Soykırımda yaklaşık 400 Yehova’nın Şahidi öldürüldü; onların arasında Tutsi kardeşlerini koruduğu için öldürülen Hutu Şahitler de vardı. Hiçbir Şahit iman kardeşleri tarafından öldürülmedi.

Türkçe Yayınlar (1974-2026)
Oturumu Kapat
Oturum Aç
  • Türkçe
  • Paylaş
  • Tercihler
  • Copyright © 2025 Watch Tower Bible and Tract Society of PA
  • Kullanım Şartları
  • Gizlilik İlkesi
  • Privacy Settings
  • JW.ORG
  • Oturum Aç
Paylaş