Watchtower ONLINE KÜTÜPHANE
Watchtower
ONLINE KÜTÜPHANE
Türkçe
  • KUTSAL KİTAP
  • YAYINLAR
  • İBADETLER
  • w98 1/6 s. 28-31
  • Korkunç Denemelerde Nasıl Ayakta Kaldım?

Bu kısım için bir video yok.

Üzgünüz, video yüklenirken bir hata oluştu.

  • Korkunç Denemelerde Nasıl Ayakta Kaldım?
  • Gözcü Kulesi Yehova’nın Gökteki Krallığını Duyurur—1998
  • Altbaşlıklar
  • Benzer Malzeme
  • Yahudi Kökenim
  • Denemeler Başlıyor
  • Başıma Gelen En Kötü Deneme
  • Bir Rahatlama Dönemi
  • Auschwitz’te Sağ Kalıyorum
  • Başka Kamplarda Hayatta Kaldım
  • Kurtulmam ve Sonraki Yaşamım
  • Tanrı’ya Güvenim Sayesinde Ayakta Kaldım
    Uyanış!—2002
  • Baskıcı Yönetimler Sırasında Yehova’nın Yardımıyla Hayatta Kaldık
    Gözcü Kulesi Yehova’nın Gökteki Krallığını Duyurur—2007
  • “İmanları Nedeniyle Hapsedildiler”
    Uyanış!—2006
  • Yehova’ya Güvenmeyi Öğrendim
    Gözcü Kulesi Yehova’nın Gökteki Krallığını Duyurur—1998
Daha Fazla
Gözcü Kulesi Yehova’nın Gökteki Krallığını Duyurur—1998
w98 1/6 s. 28-31

Korkunç Denemelerde Nasıl Ayakta Kaldım?

ÉVA JOSEFSSON TARAFINDAN ANLATILMIŞTIR

Vaaz etme işine çıkmadan önce kısa bir buluşma yapmak için küçük bir grup olarak Budapeşte’nin (Macaristan) Újpest bölgesinde toplanmıştık. Tarih 1939, II. Dünya Savaşının başlamasından kısa bir süre önceydi ve Yehova’nın Şahitlerinin vaaz etme işi Macaristan’da yasaklanmıştı. O günlerde halka Mukaddes Kitabı öğretme işine katılanlar çoğunlukla tutuklanıyordu.

BU FAALİYETE ilk katılışım olduğundan, biraz endişeli ve solgun görünüyor olmalıydım ki, yaşlı bir birader bana dönüp şöyle dedi: “Éva, korkmana hiç gerek yok. Yehova’ya hizmet etmek bir insanın sahip olabileceği en büyük onurdur.” Bu düşünceli ve güçlendirici sözler birçok korkunç denemede ayakta kalmama yardım etti.

Yahudi Kökenim

Beş çocuklu Yahudi bir ailenin en büyük çocuğuydum. Yahudi inancı annemi tatmin etmediği için kendisi diğer dinleri incelemeye başladı. Mukaddes Kitap hakikatini arayan başka bir Yahudi kadın olan Erzsébet Slézinger ile karşılaşması da böyle oldu. Erzsébet annemi Yehova’nın Şahitleriyle tanıştırdı ve sonuç olarak ben de Mukaddes Kitap öğretilerine yoğun bir ilgi duymaya başladım. Çok geçmeden de öğrendiklerimi başkalarıyla paylaşmaya başladım.

1941 yılının yazında 18’ime bastıktan sonra, Yehova Tanrı’ya vakfımın simgesi olarak Tuna Nehrinde vaftiz edildim. Annem de aynı gün vaftiz edildi, fakat babam bu yeni inancımızı paylaşmıyordu. Vaftiz edildikten hemen sonra öncülük yapmak, yani dolgun vakitli hizmete katılmak için planlar yaptım. Bir bisiklet edinmem gerektiğinden, büyük bir tekstil fabrikasının laboratuvarında çalışmaya başladım.

Denemeler Başlıyor

Naziler Macaristan’ı ele geçirdi ve çalıştığım fabrika Almanların yönetimine geçti. Bir gün bütün işçiler Nazilere bağlılık yemini etmek üzere patronların önüne çağrıldı. Bunu yapmazsam, sonuçlarının çok ağır olacağı söylendi. “Heil Hitler” dememizi istedikleri tören boyunca, saygıyla ayakta durdum fakat istenen hareketi yapmadım. Aynı gün büroya çağrıldım, maaşım verildi ve işten atıldım. İş bulmak zor olduğu için, öncü olma planlarıma ne olacağını merak ediyordum. Fakat ertesi gün, daha iyi bir maaşla yeni bir iş buldum.

Artık öncü olma isteğim gerçekleşebilirdi. Birçok öncü arkadaşım oldu ve sonuncusu da Juliska Asztalos idi. Sunacak hiçbir yayınımız olmadığı için hizmette sadece Mukaddes Kitabı kullanıyorduk. İlgi gösteren insanlar bulunca onları tekrar ziyaret ediyor ve yayınlarımızı onlara ödünç veriyorduk.

Juliska ve ben çalıştığımız sahayı defalarca değiştirmek zorunda kaldık. Çünkü, bir papaz ‘onun koyunlarına’ gittiğimizi öğrenir öğrenmez, kilisede Yehova’nın Şahitleri evlerine gelirse bunu kendisine ya da polise bildirmeleri gerektiğini söylüyordu. İyi niyetli insanlar bize böyle bir ilandan söz ettiğinde başka bir sahaya taşınıyorduk.

Bir gün Juliska’yla birlikte bir delikanlı ile konuştuk ve o ilgi gösterdi. Ödünç bir yayın vermek üzere kendisini tekrar ziyaret etmek için randevu yaptık. Fakat gittiğimizde orada polis vardı ve tutuklanıp Dunavecse’deki karakola götürüldük. Delikanlı bizi yakalamak için yem olarak kullanılmıştı. Karakola vardığımızda bir papaz gördük ve işin içinde onun da olduğunu anladık.

Başıma Gelen En Kötü Deneme

Karakolda, saçım kökünden tıraş edildi ve bir düzine kadar polisin önünde çırılçıplak durduruldum. Macaristan’daki liderimizin kim olduğunu öğrenmek amacıyla beni sorguya çektiler. İsa Mesih’ten başka liderimizin olmadığını açıkladım. Beni coplarla acımasızca dövdüler, fakat kardeşlerimi ele vermedim.

Bundan sonra, ayaklarımı birbirine bağladılar ve ellerimi başımın üzerinde birleştirip birbirine bağladılar. Sonra bir polis hariç tek tek bütün polislerin tecavüzüne uğradım. O kadar sıkı şekilde bağlanmıştım ki, üç yıl sonra bile bileklerimdeki izler duruyordu. Bana öylesine gaddar davranmışlardı ki, aldığım ağır yaraların biraz iyileşmesi için beni iki hafta bodrumda tuttular.

Bir Rahatlama Dönemi

Daha sonra Nagykanizsa’daki bir hapishaneye götürüldüm, orada Yehova’nın birçok Şahidi vardı. Hapiste olmamıza rağmen, nispeten mutlu iki yıl geçirdik. Bütün toplantılarımızı gizli yapıyorduk ve az çok bir cemaat gibi çalışıyorduk. Ayrıca raslantıda şahitlik etmek için de çok fırsatlarımız vardı. Bu hapishanede, anneme ve bana Mukaddes Kitap hakikatini anlatan Erzsébet Slézinger’in kız kardeşi Olga Slézinger’e rastladım.

Macaristan’daki Naziler 1944’te, işgal altındaki diğer bölgelerde de sistemli şekilde yaptıkları gibi Macar Yahudilerini ortadan kaldırmaya karar verdi. Bir gün Olga’yı ve beni almaya geldiler. Sığır vagonlarına tıkıştırıldık ve Çekoslovakya boyunca çok zor bir yolculuktan sonra güney Polonya’da gideceğimiz yere ulaştık—Auschwitz imha kampına.

Auschwitz’te Sağ Kalıyorum

Olga’yla birlikteyken kendimi güvende hissediyordum. Çok zor durumlarda bile esprili olabiliyordu. Auschwitz’e vardığımızda ünlü Dr. Mengele’nin önüne getirildik; onun görevi yeni gelenler içinden, çalışmaya uygun olmayanlarla çalışabilecek durumda olanları ayırmaktı. Çalışamayacak durumda olanlar gaz odalarına gönderiliyordu. Sıra bize geldiğinde Mengele Olga’ya “Kaç yaşındasın?” diye sordu.

Gözlerinde esprili bir pırıltıyla, cesurca “20” diye yanıtladı. Aslında yaşı bunun iki katıydı. Fakat Mengele güldü ve ona sağ tarafa geçmesini söyledi; böylece hayatta kaldı.

Auschwitz’teki bütün mahkûmlar hapishane kıyafetlerinin üzerindeki bir simgeyle işaretleniyordu—Yahudiler Davud Yıldızı (Magen David) ile ve Yehova’nın Şahitleri de mor üçgenle işaretleniyordu. Kıyafetlerimize Davud Yıldızı’nı dikmek istediklerinde, Yehova’nın Şahidi olduğumuzu ve mor üçgeni istediğimizi söyledik. Bunun nedeni Yahudi olmamızdan utanç duymamız değildi; fakat şimdi Yehova’nın Şahidi olmuştuk. Bizi tekme tokat döverek Yahudi amblemini zorla kabul ettirmeye çalıştılar. Fakat onlar bizi Yehova’nın Şahidi olarak kabul edene kadar kararımızdan caymadık.

Zamanla, benden üç yaş küçük kız kardeşim Elvira ile karşılaştım. Yedi kişilik ailemizin tümü Auschwitz’e getirilmişti. Yalnızca Elvira ve ben çalışmaya uygun bulunmuştuk. Babam, annem ve üç kardeşimiz gaz odalarında öldü. Elvira o zamanlar Şahit değildi ve kampta aynı bölümde kalmıyorduk. Hayatta kaldı, Amerika Birleşik Devletlerine göç etti, Pittsburgh’da (Pennsylvania) Yehova’nın Şahidi oldu ve 1973’te öldü.

Başka Kamplarda Hayatta Kaldım

Almanlar 1944/1945 kışında Auschwitz’i boşaltmaya karar verdi, çünkü Ruslar yaklaşıyordu. Bu yüzden Almanya’nın kuzey bölgesindeki Bergen-Belsen’e götürüldük. Oraya varmamızdan hemen sonra, Olga’yı ve beni Braunschweig’a gönderdiler. Orada Müttefik kuvvetlerin yoğun bombardımanından artakalan enkazı temizlemeye yardım etmemiz bekleniyordu. Bu konuyu Olga’yla görüştük. Bu işi yapmanın tarafsızlığımızı bozup bozmayacağından emin olmadığımız için, ikimiz de buna katılmamaya karar verdik.

Bu kararımız tam bir karışıklık yarattı. Deri kamçılarla dövüldük ve sonra bir idam mangasının önüne götürüldük. Konuyu yeniden düşünmemiz için bize bir dakika verdiler ve fikrimizi değiştirmezsek kurşunlanacağımızı söylediler. Bunu düşünmek için zamana ihtiyacımız olmadığını çünkü kararımızı verdiğimizi söyledik. Bununla birlikte, kamp komutanı orada olmadığı ve infaz emrini verme yetkisi sadece ona ait olduğu için, infazımızı ertelemek zorunda kaldılar.

Bu arada bütün gün boyunca kamp bahçesinde ayakta durmaya zorlandık. Her iki saatte bir nöbet değiştiren silahlı iki asker bizi bekliyordu. Hiç yiyecek verilmiyordu ve şubat ayı olduğu için soğuk korkunç derecede ıstırap vericiydi. Bu muamele bir hafta sürdü, fakat komutan ortalarda yoktu. Böylece bir kamyonun arkasına konup kendimizi yeniden Bergen-Belsen’de bulduğumuzda çok şaşırdık.

O sırada Olga ve ben berbat durumdaydık. Saçlarımın çoğu dökülmüştü ve çok ateşim vardı. Biraz çalışabilmek için çok büyük gayret göstermeliydim. Her gün yediğimiz su gibi lahana çorbası ve küçük bir parça ekmek yeterli gelmiyordu. Fakat çalışmamız gerekiyordu çünkü çalışamayanlar öldürülüyordu. Mutfakta birlikte çalıştığımız Alman hemşireler biraz dinlenmem için bana yardım ediyordu. Teftiş yapan gardiyanlar gelirken, hemşireler beni uyarıyordu, böylece kalkıp tezgâhın başına geçiyor ve gayretle çalışıyor görünüyordum.

Bir gün Olga çalıştığı yere gitme gücü bulamadı ve onu bir daha hiç görmedik. Kamptaki o zor aylar boyunca bana büyük yardımı dokunmuş, cesur bir arkadaşımı ve can yoldaşımı kaybetmiştim. Rabbimiz İsa Mesih’in meshedilmiş bir takipçisi olarak, hemen semavi ödülünü almış olmalı.—Vahiy 14:13.

Kurtulmam ve Sonraki Yaşamım

Mayıs 1945’te savaş bittiğinde, bu zorba boyunduruğun sonunda kırılmış olmasına sevinemeyecek kadar zayıf düşmüştüm; ve özgürlüğüne kavuşmuş olanları almaya gönüllü ülkelere giden konvoylara da katılabilecek durumda değildim. Gücümü tekrar kazanabilmek için üç ay bir hastanede kaldım. Daha sonra yeni evim olan İsveç’e götürüldüm. İlk fırsatta İsa’nın takipçisi kardeşlerimle temasa geçtim ve zamanla çok değerli bir hazine olan tarla hizmetine devam ettim.

Yıllar boyu Yehova’nın Şahitlerinin seyahat eden bir nazırı olarak hizmet etmiş olan Lennart Josefsson ile 1949’da evlendim. İmanını koruduğu için II. Dünya Savaşı sırasında o da hapsedilmişti. Öncü olarak sürdürdüğümüz ortak yaşama 1 Eylül 1949’da başladık ve hizmet etmek üzere Borås kasabasına gönderildik. Oradaki ilk yıllarımızda, ilgi gösterenlerle düzenli olarak her hafta on Mukaddes Kitap tetkiki idare ediyorduk. Borås’taki cemaat sayısının dokuz yılda üçe yükseldiğini görme sevincini yaşadık; şimdi ise orada beş cemaat var.

Uzun süre öncü olarak kalamadım çünkü 1950’de bir kızımız ve iki yıl sonra da bir oğlumuz oldu. Böylece, ben daha 16 yaşındayken Macaristan’daki o sevgili biraderin bana öğretmiş olduğu değerli hakikati çocuklarıma öğretmenin sevinçli ayrıcalığını yaşadım: “Yehova’ya hizmet etmek bir insanın sahip olabileceği en büyük onurdur.”

Dönüp hayatıma baktığımda, Eyub’un tahammülünü bize hatırlatırken Yakub’un değindiği gerçeği benim de yaşadığımı fark ediyorum: “Rab çok acır ve merhamet eder.” (Yakub 5:11) Ben de korkunç denemeler geçirmiş olsam da, iki çocuk, onların eşleri ve altı torunla—bol bol bereketlendim; onların hepsi Yehova’nın hizmetinde bulunuyor. Bunun yanında, çok sayıda ruhi çocuğum ve torunum var, onlardan bazıları öncü ve dolgun vakitli vaiz olarak hizmet ediyor. Şimdi sahip olduğum büyük ümit, ölüm uykusunda olanları karşılamak ve anılma mezarlarından kalktıkları zaman onları kucaklamaktır.—Yuhanna 5:28, 29.

[Sayfa 31’deki resim]

II. Dünya Savaşından sonra İsveç’te hizmet ederken

[Sayfa 31’deki resim]

Kocamla birlikte

    Türkçe Yayınlar (1974-2025)
    Oturumu Kapat
    Oturum Aç
    • Türkçe
    • Paylaş
    • Tercihler
    • Copyright © 2025 Watch Tower Bible and Tract Society of PA
    • Kullanım Şartları
    • Gizlilik İlkesi
    • Privacy Settings
    • JW.ORG
    • Oturum Aç
    Paylaş