Watchtower ONLINE KÜTÜPHANE
Watchtower
ONLINE KÜTÜPHANE
Türkçe
  • KUTSAL KİTAP
  • YAYINLAR
  • İBADETLER
  • Kime İnanmalısınız?
    Uyanış!—2006 | Eylül
    • Kime İnanmalısınız?

      “Elbette, her ev biri tarafından yapılır, fakat her şeyi yapan Tanrı’dır” (İBRANİLER 3:4).

      BU Mukaddes Kitap yazarının yürüttüğü mantığa katılıyor musunuz? Bu ayet kaleme alındığı günden beri insanlık yaklaşık 2.000 yıldır bilimsel yönden gelişmektedir. Doğada açıkça görülen tasarımın bir Tasarımcıya, Yaratıcıya, yani Tanrı’nın varlığına inanmayı gerektirdiğini düşünen insanlar hâlâ var mı?

      Sanayileşmiş ülkelerde bile birçok insan böyle düşünüyor. Örneğin ABD’de 2005’te Newsweek dergisi tarafından yapılan bir anket sonucunda, katılanların yüzde 80’inin ‘evreni Tanrı’nın yarattığına inandığı’ ortaya çıktı. Peki bu inanış eğitimsizlikten mi kaynaklanıyor? Acaba Tanrı’ya inanan bilim adamları var mı? Nature dergisi 1997’de yapılan bir ankete katılan biyologların, fizikçilerin ve matematikçilerin hemen hemen yüzde 40’ının Tanrı’nın hem var olduğuna hem de duaları dinleyip cevapladığına inandıklarını bildirdi.

      Ancak başka bilim adamları bu inanca şiddetle karşı çıkıyor. Örneğin Nobel ödüllü Dr. Herbert A. Hauptman geçenlerde bir bilim konferansında doğaüstü şeylere, özellikle de Tanrı’ya inanmanın gerçek bilimle uyuşmadığını söyledi. O “Bu tür bir inanç insan ırkının esenliğine zarar veriyor” dedi. Tanrı’ya inanan bilim adamları bile bitkiler ve hayvanlarda açıkça görülen tasarımın bir Tasarımcı gerektirdiğini öğretmek konusunda çekimser davranıyor. Peki neden? Smithsonian Enstitüsü’nde fosilbilim uzmanı olan Douglas H. Erwin bir nedene dikkat çekerek “Bilimin kurallarından biri de mucizeleri kabul etmemektir” diyor.

      Dilerseniz ne düşüneceğinize ve neye inanacağınıza başkalarının karar vermesine izin verebilirsiniz. Ya da bazı kanıtları bizzat araştırıp kendi kendinize bir sonuca varmak isteyebilirsiniz. Sonraki sayfalarda ele alınan son bilimsel buluşları okurken kendinize ‘Bir Yaratıcının var olduğu sonucuna varmak mantıklı mı?’ diye sorun.

      [Sayfa 3’teki pasaj]

      Kanıtları bizzat araştırın

      [Sayfa 3’teki çerçeve]

      YEHOVA’NIN ŞAHİTLERİ YARATILIŞÇILAR MI?

      Yehova’nın Şahitleri, Mukaddes Kitabın Tekvin kitabındaki yaratılış kaydına inanırlar. Ancak onların yaratılışçı olduğunu söylemek yanlış olur. Neden mi? İlk olarak yaratılışçıların birçoğu evrenin, dünyanın ve üzerindeki tüm canlıların yaklaşık 10.000 yıl önce 24’er saatlik altı günde yaratıldığına inanırlar. Fakat Mukaddes Kitapta öğretilen bu değildir.a Ayrıca yaratılışçılar Mukaddes Kitabın desteklemediği birçok öğretiyi kabul ederler. Yehova’nın Şahitleri ise dinsel öğretilerini sadece Tanrı’nın Sözüne dayandırırlar.

      Üstelik bazı ülkelerde “yaratılışçı” ifadesi siyasete aktif şekilde katılan Fundamentalist gruplarla eşanlamlı olarak kullanılır. Bu gruplar siyasetçilere, hâkimlere ve eğitimcilere yaratılışçıların dinsel inançlarına uyan yasaları ve öğretileri zorla benimsetmeye çalışırlar.

      Yehova’nın Şahitleri ise siyasal açıdan tarafsızdırlar. Onlar hükümetlerin yasa koyma ve uygulama haklarına saygı duyarlar (Romalılar 13:1-7). Ancak İsa’nın onlar hakkında söylediği “dünyaya ait değiller” sözlerini ciddiye alırlar (Yuhanna 17:14-16). Halka yönelik hizmetlerinde insanlara Tanrı’nın standartlarına göre yaşamanın yararlarını öğrenme fırsatı sunarlar. Fakat başkalarını Mukaddes Kitap standartlarına uymaya zorlayan kanunlar koydurmaya çalışan Fundamentalist grupların çabalarını destekleyerek tarafsızlıklarını kesinlikle bozmazlar (Yuhanna 18:36).

      [Dipnot]

      a Lütfen bu sayının 18. sayfasındaki “Mukaddes Kitabın Görüşü: Tekvin Kaydı Bilimle Çelişiyor mu?” başlıklı makaleye bakın.

  • Doğa Bize Ne Öğretiyor?
    Uyanış!—2006 | Eylül
    • Doğa Bize Ne Öğretiyor?

      “Sor hayvanlara, ve sana öğretsinler; ve göklerin kuşlarına, ve sana bildirsinler; yahut toprağa söyle, ve sana öğretsin; denizin balıkları da sana anlatırlar” (EYUB 12:7, 8).

      SON yıllarda bilim adamları ve mühendisler, bitkiler ve hayvanlardan gerçek anlamda birçok şey öğrendiler. Onlar biyomimetik denen bilim dalına başvurarak, yani çeşitli canlıların tasarım özelliklerini inceleyip taklit ederek yeni ürünler üretmeye ve var olan gereçlerin performansını artırmaya çalışıyorlar. Şimdi ele alacağımız örnekleri okurken kendinize ‘Bu tasarımlar için övülmesi gereken asıl kişi kim?’ diye sorun.

      Bir Balinanın Yüzgeçlerinden Öğrenilenler

      Acaba uçak tasarımcıları kambur balinadan ne öğrenebilirler? Oldukça çok şey. Yetişkin bir kambur balinanın ağırlığı 30 ton kadardır, yani tamamen dolu bir kamyonun ağırlığına eşittir ve kanada benzer büyük yüzgeçleri olan nispeten esnek olmayan bir vücudu vardır. 12 metre uzunluğundaki bu hayvan su altında hayret verici şekilde çeviktir. Örneğin kambur balina yiyecek aradığında, yiyebileceği kabukluların veya balıkların altında yukarı doğru daireler çizerek yüzerken bir sürü hava kabarcığı bırakır. Çapı 1,5 metre kadar küçük olan bu kabarcık ağıyla, yiyeceği canlıları yüzeye toplar. Sonra da güzelce bir araya topladığı yemeğini hızla silip süpürür.

      Araştırmacıların ilgisini özellikle çeken nokta esnek olmayan bir vücudu olan bu canlının, imkânsızmış gibi görünen çok küçük daireler çizerek dönmeyi nasıl becerebildiğiydi. Araştırmacılar işin sırrının, balinanın ön yüzgeçlerinin şeklinde yattığını fark ettiler. Kambur balinanın yüzgeçlerinin ön kenarı uçak kanadı gibi pürüzsüz değildir, bunun yerine tırtıklıdır ve üzerinde bir sıra çıkıntılı yumru bulunur.

      Balina suda hızla ilerlerken bu yumrular suyun kaldırma kuvvetini artırıp direncini azaltır. Nasıl mı? Natural History dergisinin açıklamasına göre, balina çok dik açıda yükselirken bile yumrular, yüzgecin üzerinden geçen suyu düzgün dairesel hareketlerle hızlandırıyor. Eğer yüzgecin ön kenarı pürüzsüz olsaydı, su yüzgecin arkasında döneceğinden ve kaldırma kuvveti kesileceğinden balina böyle küçük daireler çizerek yukarı doğru yüzemeyecekti.

      Peki bu keşiften nasıl yararlanılabilir? Anlaşılan uçak kanatları, kambur balinanın yüzgeçlerine dayanarak tasarlanırsa flaplara veya hava akımını değiştiren başka mekanik gereçlere daha az gerek duyulur. O zaman böyle kanatlar daha güvenli olur ve bakımları daha kolay yapılır. Biyomekanik uzmanı John Long’a göre çok yakında bir gün “her bir yolcu uçağının kanadında kambur balina yüzgeçlerine benzer yumrular görebiliriz.”

      Martıların Kanadı Taklit Ediliyor

      Bilindiği gibi uçak kanatlarında zaten kuşların kanat şekli taklit edilmektedir. Fakat mühendisler son zamanlarda bu taklitçiliği yeni boyutlara taşıdılar. New Scientist dergisinde şöyle yazıyor: “Florida Üniversitesi’ndeki araştırmacılar bir martının havada asılı durma, pike yapma ve hızla yükselme yetisine sahip olan uzaktan kumandalı, pilotsuz bir uçak yaptılar.”

      Martılar havadaki etkileyici hareketlerini, kanatlarını dirsek ve omuz eklemlerinden bükerek yaparlar. Bu esnek kanat tasarımını taklit ederek tasarlanan 60 santimetrelik “uçağın, kanatları oynatan bir dizi metal çubuğu kontrol eden küçük bir motoru var.” Zekice tasarlanmış bu kanatlar sayesinde bu küçük uçak havada asılı durabiliyor ve uzun binalar arasında pike yapabiliyor. Bir ülkenin askeri teşkilatı, büyük şehirlerde kimyasal ve biyolojik silahları aramak için böyle yüksek manevra yeteneğine sahip bir uçak üretmek istiyor.

      Gekonun Ayakları Taklit Ediliyor

      Kara hayvanlarından da birçok şey öğrenilebilir. Örneğin geko adı verilen küçük bir kertenkele, düz duvara tırmanabiliyor ve tavanda baş aşağı durabiliyor. Bu canlı, Mukaddes Kitabın yazıldığı dönemlerde bile bu şaşırtıcı yetisiyle tanınıyordu (Süleyman’ın Meselleri 30:28). Acaba gekonun yerçekimine meydan okuyan bu yetisinin sırrı ne?

      Gekonun düz cam yüzeylere bile yapışabilme yeteneğinin sırrı, ayaklarını kaplayan çok küçük tüycüklerdir. Ayakları yapışkan bir madde salgılamaz. Bunun yerine çok küçük bir molekül kuvvetinden yararlanır. Van der Waals kuvvetleri olarak bilinen çok zayıf çekim kuvvetleri nedeniyle iki yüzey üzerindeki moleküller birbirine yapışır. Normalde yerçekimi bu kuvvetlerden üstün gelir, zaten bizler de bu yüzden ellerimizi düz bir şekilde dayayarak duvara tırmanamayız. Fakat gekonun ayaklarındaki minik tüycükler duvarla temasta olan yüzeyin alanını artırır. Gekonun ayağındaki binlerce tüycük karşısında artan van der Waals kuvvetleri, küçük kertenkelenin ağırlığını taşıyacak kadar çekim kuvveti üretir.

      Peki bu keşiften nasıl yararlanılabilir? Gekonun ayakları taklit edilerek tasarlanan sentetik malzemeler, doğadan esinlenerek yapılan bir başka buluş olan cırt cırt bandına alternatif olarak kullanılabilir.a The Economist dergisine göre bir araştırmacı “geko bandının” özellikle de “kimyasal yapıştırıcıların kullanılamadığı tıbbi durumlar” için yararlı olabileceğini söyledi.

      Övülmeyi Kim Hak Eder?

      Bu arada Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi akrep gibi yürüyen, çok ayaklı bir robot geliştiriyor. Finlandiya’daki mühendisler ise engellerin üzerinden büyük bir böcek gibi tırmanarak geçebilen altı bacaklı bir traktör üretti. Başka araştırmacılar da çam kozalaklarının açılıp kapanma şeklinden esinlenerek küçük kapakçıkları olan bir kumaş ürettiler. Araba üreticisi bir şirket, kutubalığının su direncinin etkisini şaşırtıcı ölçüde azaltan yapısını taklit eden bir araç geliştiriyor. Başka araştırmacılar da vücudu koruma amaçlı daha hafif ve daha güçlü zırhlar yapmak için denizkulağı kabuklarının darbelere dayanıklı yapısını inceliyorlar.

      Doğa o kadar çok mükemmel fikre esin kaynağı oldu ki araştırmacılar, şimdiden binlerce biyolojik sistem içeren bir veri tabanı oluşturdular. The Economist dergisi bilim adamlarının, “tasarımla ilgili sorunlarına doğal çözümler” bulmak için bu veri tabanını araştırabildiklerini söylüyor. Bu veri tabanındaki doğal sistemler “biyolojik patentler” olarak biliniyor. Normalde bir patent sahibi yeni bir fikri veya makineyi yasal olarak kaydettiren kişi veya şirkettir. Yukarıda adı geçen dergi bu biyolojik patent veri tabanı hakkında şöyle yazıyor: “Araştırmacılar biyomimetik hünerlere, ‘biyolojik patentler’ adını vermekle asıl patent sahibinin doğa olduğunu vurguluyorlar”.

      Peki doğa bunca parlak fikri nasıl edindi? Birçok araştırmacı doğada açıkça görülen usta tasarımları, milyonlarca yıllık evrimsel deneme-yanılmaya atfediyor. Başka araştırmacılar ise farklı bir sonuca varıyor. Mikrobiyoloji uzmanı Michael Behe 2005’te The New York Times’da şöyle yazdı: “[Doğadaki] tasarıma işaret eden güçlü belirtiler ikna edici ve basit bir sonucu ortaya koyuyor: Eğer bir şey ördeğe benziyorsa, ördek gibi yürüyorsa ve ördek sesi çıkarıyorsa, aksi yönde bir kanıt olmadıkça, ‘evet bu bir ördek’ diyebilmeliyiz!” Behe’nin vardığı sonuç neydi? “Tasarım, sadece çok belirgin olduğu için inkâr edilmemeli.”

      Daha güvenli ve daha hızlı bir uçak tasarlayan bir mühendis elbette tasarımı için övülmeyi hak eder. Benzer şekilde çok daha kullanışlı bir sargı, daha rahat bir kumaş veya daha hızlı ve verimli bir motorlu araç tasarlayan bir mucit de yaptığı tasarım için övülmeyi hak eder. Aslında bir başkasının tasarımını taklit edip asıl tasarımcıyı kabul etmeyen biri suçlu olarak görülebilir.

      Öyleyse zor mühendislik sorunlarını çözmek için doğadaki sistemleri kabaca taklit eden eğitimli araştırmacıların, asıl fikri tasarlama yeteneğini akıldan yoksun evrime yüklemeleri size makul geliyor mu? Eğer taklidi, akıl sahibi bir tasarımcı gerektiriyorsa aslı için ne denebilir? Kim daha çok övülmeli? Usta sanatçı mı, yoksa onun tekniğini taklit eden öğrenci mi?

      Makul Bir Sonuç

      Doğadaki tasarımın kanıtlarını inceleyip üzerinde düşünen birçok insan Mezmur yazarının şu düşüncelerine katılmaktadır: “Ya RAB, işlerin ne çoktur! Onların hepsini hikmetle yaptın; yer senin servetinle dolu” (Mezmur 104:24). Mukaddes Kitap yazarı Pavlus da benzer bir sonuca vardı. O şöyle dedi: “[Tanrı’nın] görünmez nitelikleri, sonsuz gücü ve Tanrılığı, dünyanın yaratılışından bu yana açıkça görülüyor, yaratılan şeyler yoluyla algılanabiliyor” (Romalılar 1:19, 20).

      Fakat Mukaddes Kitaba saygı duyan ve Tanrı’ya inanan birçok samimi insan Tanrı’nın doğadaki harikaları yaratmak için evrimi kullanmış olabileceğini ileri sürüyor. Acaba Mukaddes Kitap bu konuda ne öğretiyor?

      [Dipnot]

      a Cırt cırt bandı, dulavratotunun tohumlarının tasarımına dayanan kancalı ve ilmekli bir bağlama sistemidir.

      [Sayfa 5’teki pasaj]

      Doğa bunca parlak fikri nasıl edindi?

      [Sayfa 6’daki pasaj]

      Doğanın patent sahibi kim?

      [Sayfa 7’deki çerçeve/resimler]

      Eğer taklidi, akıl sahibi bir tasarımcı gerektiriyorsa aslı için ne denebilir?

      Gekonun ayakları kirlenmez, asla iz bırakmaz, Teflon dışındaki her yüzeye yapışır ve bir yere kolaylıkla tutunup ayrılır. Araştırmacılar gekoları taklit etmeye çalışıyorlar

      Yüksek manevra yeteneğine sahip bu uçak, martının kanadı taklit edilerek yapıldı

      Kutubalığının su direncinin etkisini şaşırtıcı derecede azaltan yapısı yeni bir araca esin kaynağı oldu

      [Tanıtım Notları]

      Uçak: Kristen Bartlett/ Florida Üniversitesi; geko ayağı: Breck P. Kent; kutubalığı ve araba: Mercedes-Benz USA

      [Sayfa 8’deki çerçeve/resimler]

      YOLUNU İÇGÜDÜSEL OLARAK BULAN HİKMETLİ YOLCULAR

      Birçok canlı, yeryüzü çevresinde yolunu bulmak konusunda içgüdüsel bir hikmete sahip. İki örnek ele alalım.

      ◼ Karıncaların Trafik Düzeni Yiyecek arayan karıncalar yuvalarına dönüş yolunu nasıl buluyorlar? Britanya’daki araştırmacılar kimyasal izler bırakmanın yanı sıra bazı karıncaların da yuvayı bulmayı kolaylaştıran yollar oluşturmak için geometriden yararlandığını buldular. Örneğin New Scientist dergisine göre firavun karıncaları (Monomorium pharaonis) “yuvadan dört bir yana yayılan ve 50-60 derecelik bir açıyla ikiye ayrılan yollar oluşturuyorlar.” Peki bu model ne açıdan etkileyicidir? Bir karınca yuvaya dönüş yolunda ikiye ayrılan bir yolla karşılaştığında içgüdüsel olarak en az kıvrılan ve kesinlikle yuvaya ulaşan yoldan gidiyor. Makalede şöyle yazıyor: “İkiye ayrılan yolların geometrisi karıncaların yol ağındaki akışın –özellikle de karıncalar iki farklı yönde yürürken– en iyi şekilde ilerlemesini sağlıyor ve her bir karıncanın yanlış yönde gittiği takdirde boşa harcayacağı enerjiyi en aza indiriyor.”

      ◼ Kuşların Pusulaları Birçok kuş uzun mesafelerde ve her türlü hava şartında yönünü şaşmaz şekilde buluyor. Nasıl mı? Araştırmacılar kuşların dünyanın manyetik alanını hissedebildiğini bulmuşlardı. Ancak Science dergisine göre dünyanın “manyetik alan çizgileri yerden yere değişiyor ve her zaman gerçek kuzeyi göstermiyor.” Acaba göçmen kuşların doğru yönden sapmasını ne önlüyor? Görünüşe göre kuşlar, içlerindeki pusulayı her akşam batan güneşe göre ayarlıyorlar. Batan güneşin konumu enleme ve mevsime göre değiştiğinden araştırmacılar bu kuşların, “onlara mevsimi bildiren biyolojik bir saat” aracılığıyla değişiklikleri telafi edebildiklerini düşünüyorlar.

      Karıncaya geometri anlayışını veren kim? Kuşlara bir pusula, biyolojik bir saat ve bu araçların sağladığı bilgileri doğru şekilde kullanmayı sağlayan beyni kim verdi? Zekânın rol oynamadığı evrim mi? Yoksa akıl sahibi bir Yaratıcı mı?

      [Tanıtım notu]

      © E.J.H. Robinson 2004

  • Tanrı Yaşamı Evrimle mi Var Etti?
    Uyanış!—2006 | Eylül
    • Tanrı Yaşamı Evrimle mi Var Etti?

      “Yehova Tanrımız, yücelik, onur ve güç Sana yaraşır; çünkü her şeyi Sen yarattın, her şey Senin isteğinle var oldu ve yaratıldı” (Vahiy 4:11).

      CHARLES DARWIN’İN ortaya attığı evrim teorisi yaygın olarak kabul edildikten kısa süre sonra birçok sözde Hıristiyan mezhebi Tanrı inancıyla, kabul ettikleri evrim teorisini uzlaştırmanın yollarını aramaya başladı.

      Bugün “Hıristiyan” dinsel grupların büyük bir çoğunluğu, Tanrı’nın yaşamı meydana getirmek için bir şekilde evrimi kullanmış olması gerektiğini kabul etmeye istekli gibi görünüyorlar. Bazıları Tanrı’nın evreni programlarken, canlılar cansız kimyasal maddelerden gelişecek ve en sonunda insanlık meydana gelecek şekilde yaptığını öğretiyorlar. Teistik evrim olarak bilinen bu öğretiye inananlar bu süreç bir kere başladıktan sonra Tanrı’nın bir daha müdahale etmediğini düşünüyorlar. Başkaları da Tanrı’nın, evrimin çoğu bitki familyasını ve hayvanları meydana getirmesine izin verse de zaman zaman sürecin ilerlemesine bizzat yardımcı olduğunu düşünüyorlar.

      Harmanlanan Öğretiler: Birbirlerini Gerçekten Tamamlıyorlar mı?

      Evrim teorisi Mukaddes Kitaptaki öğretilerle gerçekten de örtüşüyor mu? Eğer evrim doğru olsaydı, Mukaddes Kitabın ilk insan Âdem’le ilgili yaratılış kaydı ahlaki bir ders öğretmek amacıyla kaydedilen ve gerçek anlamda algılanmaması gereken bir hikâye olurdu (Tekvin 1:26, 27; 2:18-24). Acaba İsa da Mukaddes Kitabın söz konusu kaydına bu gözle mi bakıyordu? İsa şöyle dedi: “Onları Yaratanın, başlangıçta erkek ve dişi olarak yarattığını okumadınız mı? O şöyle demişti: ‘Bu nedenle, insan annesini ve babasını bırakacak, karısına bağlanacak ve ikisi tek beden olacaklar.’ Böylece onlar artık iki değil, tek bedendir. O halde Tanrı’nın birleştirdiğini insan ayırmasın” (Matta 19:4-6).

      İsa burada Tekvin kitabının 2. bölümündeki yaratılış kaydından alıntı yapıyordu. Eğer İsa ilk evliliğin hayali bir öykü olduğuna inanıyor olsaydı, evliliğin kutsallığıyla ilgili öğretisini desteklemek için bu kayda değinir miydi? Hayır. İsa gerçek olduğunu bildiği için Tekvin kaydına değindi (Yuhanna 17:17).

      İsa’nın öğrencileri de Tekvin’deki yaratılış kaydına inanıyorlardı. Örneğin Luka’nın İncil kaydı İsa’nın soyağacını Âdem’e kadar sayar (Luka 3:23-38). Eğer Âdem hayali bir karakterse bu soyağacı listesi hangi noktada bir gerçek olmaktan çıkıp masala dönüştü? Eğer bu aile ağacının kökü mitolojik olsaydı İsa’nın, Davud’un soyundan gelen Mesih olduğuyla ilgili iddiası ne kadar güvenilir olurdu? (Matta 1:1). İncil yazarı Luka “başından itibaren tüm olayları titizlikle araştırdığı”nı söyledi. Belli ki o, Tekvin’deki yaratılış kaydına inanıyordu (Luka 1:3).

      Elçi Pavlus’un İsa’ya olan imanıyla Tekvin kaydına olan güveni arasında bağlantı vardı. O şöyle yazdı: “Ölüm bir adam aracılığıyla olduğu gibi, ölülerin dirilmesi de bir adam aracılığıyladır. Nasıl hepsinin ölümü Âdem’le bağlantılıysa, diriltilmeleri de Mesih’le bağlantılıdır” (1. Korintoslular 15:21, 22). Eğer Âdem tüm insanlığın atası, ‘günahın ve ölümün dünyaya girmesine’ neden olan gerçek bir kişi değilse, İsa’nın miras alınan günahın etkilerini yok etmek için ölmesi neden gerekti? (Romalılar 5:12; 6:23).

      Tekvin’deki yaratılış kaydına duyulan inancı sarsmak, gerçek Hıristiyanların imanının dayandığı temelleri sarsmak anlamına gelir. Evrim teorisiyle Mesih’in öğretilerinin uzlaşması imkânsızdır. Bu inançları harmanlama girişimleri, ‘her öğreti rüzgârıyla oraya buraya sürüklenmeye ve dalgalarla savrulmaya’ eğilimli zayıf bir imandan başka bir şey oluşturmaz (Efesoslular 4:14).

      Sağlam Bir Temele Dayanan İman

      Mukaddes Kitap eleştirilere ve saldırılara yüzyıllar boyunca dayandı. Mukaddes Kitap metni defalarca aklandı. Mukaddes Kitabın tarih, sağlık ve bilim dalında bilgi veren kayıtlarının güvenilirliği tekrar tekrar kanıtlandı. İnsan ilişkileriyle ilgili öğütleri güvenilirdir ve geçerliliğini asla kaybetmez. Zamanla kuruyup solan otlar gibi olan insan felsefelerinin ve teorilerinin aksine Tanrı’nın Sözü “ebediyen durur” (İşaya 40:8).

      Evrim öğretisi, sadece bilimsel bir teori olmakla kalmayıp, onlarca yıl boyunca gelişip büyüyen bir insan felsefesi haline gelmiştir. Ancak son yıllarda, doğadaki tasarımı açıkça gösteren ve giderek artan kanıtlara karşı mazeret bulmak için harcanan çabaların sonucunda Darwin’in geleneksel evrim teorisinin kendisi de değişmiş, hatta deyim yerindeyse mutasyona uğramıştır. Sizi bu konuyu daha fazla araştırmaya davet ediyoruz. Bu sayıdaki diğer makaleleri inceleyerek bunu yapabilirsiniz. Ayrıca bu ve 32. sayfada gösterilen yayınları da okuyabilirsiniz.

      Bu konuyu araştırdıktan sonra Mukaddes Kitabın geçmişte olanlar hakkında söylediklerine olan güveniniz muhtemelen güçlenecek. Daha da önemlisi Mukaddes Kitabın gelecekle ilgili vaatlerine olan imanınız artacak (İbraniler 11:1). Ve belki de, ‘gökleri ve yeri yaratan’ Yehova’yı yüceltme isteği duyacaksınız (Mezmur 146:6).

      DAHA FAZLA BİLGİ ALABİLECEĞİNİZ YAYINLAR

      Tüm İnsanlar İçin Bir Kitap Bu yayında Mukaddes Kitabın bozulmamış olduğuna dair bazı kanıtlar ele alınmaktadır

      Sizinle İlgilenen Bir Yaratıcı Var mı? Bu kitapta Yaratıcının varlığıyla ilgili daha fazla bilimsel kanıt bulabilir ve bizimle ilgilenen bir Tanrı’nın neden bunca acıya izin verdiğini öğrenebilirsiniz

      Mukaddes Kitap Aslında Ne Öğretiyor? Tanrı’nın yeryüzüyle ilgili amacı nedir? sorusu bu kitabın 3. bölümünde cevaplanmaktadır

      [Sayfa 10’daki pasaj]

      İsa, Tekvin’deki yaratılış kaydına inanıyordu. O yanılmış mıydı?

      [Sayfa 9’daki çerçeve]

      EVRİM NEDİR?

      “Evrim” teriminin bir anlamı “belirli bir yöndeki değişme sürecidir.” Ancak bu terim birkaç anlamda kullanılmaktadır. Örneğin cansız şeylerdeki büyük değişiklikleri, evrenin gelişimini tanımlamak için kullanılır. Ayrıca canlı varlıklardaki küçük değişiklikleri, bitkilerin ve hayvanların çevreye uyum sağlama şekillerini tanımlamak için de kullanılır. Fakat en yaygın olarak, hayatın cansız kimyasal maddelerden meydana geldiğini, kendi kendine çoğalan hücrelere dönüştüğünü ve yavaş yavaş, gitgide daha karmaşık canlılar haline geldiğini, en zeki ürünlerinden birinin de insan olduğunu öğreten teoriyi tanımlamak için kullanılır. Bu makalede kullanılan “evrim” terimiyle kastedilen de bu üçüncü tanımdır.

      [Sayfa 10’daki resim tanıtım notu]

      Uzay fotoğrafı: J. Hester ve P. Scowen (AZ State Univ.), NASA

  • Bir Biyokimyacıyla Söyleşi
    Uyanış!—2006 | Eylül
    • Bir Biyokimyacıyla Söyleşi

      ŞU ANDA Lehigh Üniversitesi’nde (Pennsylvania, ABD) biyokimya profesörü olan Michael J. Behe 1996’da Darwin’in Kara Kutusu: “Evrim Teorisi”ne Karşı Biyokimyasal Zafer başlıklı bir kitap yayımladı. Uyan! dergisinin “Nasıl Var Olduk? Rastlantıyla mı, Tasarımla mı?” başlıklı Eylül 1997 tarihli sayısında, Behe’nin kitabından alıntıların yer aldığı bir dizi makale yayımlandı. Darwin’in Kara Kutusu kitabı yayımlandıktan sonraki son on yılda evrimci bilim adamları Behe’nin ortaya attığı iddialara karşılık vermeye çalıştılar. Eleştirmenler Behe’yi, dinsel inancının (kendisi Katoliktir) bilimsel yargı yeteneğini köreltmesine izin vermekle suçladılar. Başkaları da onun yürüttüğü mantığın bilimsel olmadığını ileri sürdüler. Uyanış! dergisi, görüşlerinin neden bu kadar tartışmaya yol açtığını öğrenmek için Profesör Behe’yle söyleşi yaptı.

      UYANIŞ!: NEDEN YAŞAMIN AKILLI TASARIMI KANITLADIĞINI DÜŞÜNÜYORSUNUZ?

      PROFESÖR BEHE: Karmaşık şekilde işleyen bir düzen gördüğümüz her seferinde bunun tasarlandığı sonucuna varıyoruz. Örneğin her gün kullandığımız makineleri düşünün: çim biçme makinesi, araba ya da çok daha basit şeyler. Benim kullanmayı sevdiğim örneklerden biri fare kapanıdır. Bir fareyi yakalama işlevini yerine getirmek amacıyla bir araya getirilmiş farklı parçalar gördüğünüz için onun tasarlandığı sonucuna varırsınız.

      Bilim, canlı organizmaların en küçük kısımları olan moleküllerin, organizmaları hayatta tutmak için nasıl işlediğini ortaya çıkaracak kadar ilerledi. Şaşırtıcı olarak bilim adamları moleküler seviyeye indiklerinde işleyen karmaşık makineler buldular. Örneğin canlı hücrelerin içinde, malzemeleri hücrenin bir tarafından öbür tarafına taşıyan küçük moleküler “kamyonlar” bulunuyor. Ayrıca bu “kamyonlara” sağa veya sola dönmesini söyleyen minik moleküler “işaret levhaları” da var. Bazı hücrelerin de onları sıvı içinde iten “dıştan takma motorları” var. Başka koşullarda, işleyen böyle karmaşık bir düzeni gören biri bunun tasarlandığı sonucuna varır. Darwin’in evrim teorisinin iddialarına rağmen bu karmaşıklığı başka şekilde açıklayamayız. Tutarlı olarak bu tür bir düzenin tasarıma işaret ettiği sonucuna vardığımızdan, bu moleküler sistemlerin de akıl sahibi biri tarafından tasarlandığını düşünmekte haklıyız.

      UYANIŞ!: SİZCE MESLEKTAŞLARINIZIN ÇOĞU AKILLI TASARIMLA İLGİLİ DÜŞÜNCELERİNİZE NEDEN KATILMIYOR?

      PROFESÖR BEHE: Birçok bilim adamı düşüncelerime katılmıyor, çünkü onlar akıllı tasarım düşüncesinin bilimdışı sonuçlara götürdüğünün, doğadan daha üstün bir şeye açıkça işaret ettiğinin farkındalar. Bu sonuç birçok insanı rahatsız ediyor. Oysa bana her zaman, bilimin, neye işaret ederse etsin her kanıtı izlemesi gerektiği öğretilmişti. Bence sırf varılan sonuç istenmeyen felsefi anlamlar taşıyor diye kanıtların açıkça gösterdiği bir şeyden geri çekilmek cesaretsizliktir.

      UYANIŞ!: AKILLI TASARIM FİKRİNİ KABUL ETMENİN CEHALETİ KÖRÜKLEDİĞİNİ İLERİ SÜREN ELEŞTİRMENLERE NASIL KARŞILIK VERİYORSUNUZ?

      PROFESÖR BEHE: Doğada bir tasarım olduğu sonucuna varmak cehaletten kaynaklanmaz. Bu sonuç bilmediklerimize değil, bildiklerimize dayanır. Darwin bundan 150 yıl önce Türlerin Kökeni kitabını yayımladığında hayat basit görünüyordu. Bilim adamları hücrenin, deniz çamurunda kendi kendine oluşabilecek kadar basit yapıda olduğunu düşünüyorlardı. Ancak bilim o zamandan beri hücrelerin muazzam ölçüde –21. yüzyılımızdaki makinelerden bile kat kat– karmaşık olduğunu keşfettiler. Bir işlevi olan bu karmaşıklık, bir amaç için yapılmış tasarıma işaret eder.

      UYANIŞ!: BİLİM, EVRİMİN BAHSETTİĞİNİZ KARMAŞIK MOLEKÜLER MAKİNELERİ DOĞAL SEÇİLİM YOLUYLA YARATABİLECEĞİNE DAİR BİR KANIT BULDU MU?

      PROFESÖR BEHE: Eğer bilimsel eserleri incelerseniz hiç kimsenin, evrimin bu kadar karmaşık moleküler makineleri nasıl oluşturduğunu açıklayan ciddi bir girişimde bulunmadığını göreceksiniz. Bunu ne deneysel olarak ne de ayrıntılı bilimsel bir model geliştirerek yaptılar. Kitabım yayımlandığından beri geçen son 10 yılda Ulusal Bilimler Akademisi ve Amerikan Bilim Geliştirme Derneği gibi birçok bilimsel teşkilat, yaşamın akıllı tasarımı kanıtladığı fikrinden uzak durmak için ellerinden geleni yapmayı üyelerinden sürekli talep etmesine rağmen ortada böyle bir girişim yoktur.

      UYANIŞ!: BİTKİLERİN VEYA HAYVANLARIN BAZI ÖZELLİKLERİNE İŞARET EDEREK ONLARIN EKSİK ŞEKİLDE TASARLANDIĞINI İDDİA EDENLERE NASIL BİR CEVAP VERİYORSUNUZ?

      PROFESÖR BEHE: Bir canlıdaki bazı özelliklerin amacının bilinmemesi onların önemli bir rol oynamadığı anlamına gelmez. Bir zamanlar, körelmiş olarak görülen organların, insan vücudunun ve diğer canlıların eksik tasarlandığını gösterdiği düşünülüyordu. Örneğin körelmiş organlar oldukları sanıldığından apandis ve bademcikler önceleri ameliyatla alınıyordu. Ancak sonradan bunların bağışıklık sisteminde önemli bir rol oynadığı ortaya çıktı ve artık körelmiş organlar olarak görülmemeye başlandı.

      Akılda tutulması gereken bir başka nokta şudur: Görünüşe göre biyolojide bazı şeyler tesadüfen olmaktadır. Fakat arabamda bir darbe izi olması veya lastiğinin patlak olması arabanın veya lastiğin tasarlanmamış olduğu anlamına gelmez. Benzer şekilde biyolojide bazı şeylerin tesadüfen olması, son derece gelişmiş, karmaşık yaşam makinesinin de tesadüfen meydana geldiği anlamına gelmez. Böyle bir iddia hiç mantıklı değil.

      [Sayfa 12’deki pasaj]

      “Bence sırf varılan sonuç istenmeyen felsefi anlamlar taşıyor diye kanıtların açıkça gösterdiği bir şeyden geri çekilmek cesaretsizliktir”

  • Evrim Gerçek Mi?
    Uyanış!—2006 | Eylül
    • Evrim Gerçek Mi?

      “EVRİM güneşin sıcaklığı kadar gerçektir.” Bu sözler ünlü bir evrimci bilim adamı olan Profesör Richard Dawkins’e ait. Elbette deneyler ve doğrudan yapılan gözlemler güneşin sıcak olduğunu kanıtlamaktadır. Peki deneyler ve doğrudan yapılan gözlemler evrim öğretisinin de tartışılmaz bir gerçek olduğunu kanıtlıyor mu?

      Bu soruyu cevaplamadan önce bir şeyi açıklığa kavuşturmalıyız. Birçok bilim adamı canlıların soylarında zamanla küçük değişiklikler olabileceğini fark etti. Charles Darwin bu süreci “değişimle türeme” diye adlandırdı. Böyle değişiklikler doğrudan gözlemlenmiş, deneyler yoluyla kaydedilmiş ve hayvan ve bitki yetiştiren kişilerce ustalıkla kullanılmıştır.a Bu değişiklikler birer gerçek olarak görülebilir. Ancak bilim adamları bu küçük çaptaki değişiklikleri “mikroevrim” olarak adlandırıyorlar. Bu isim bile birçok bilim adamının iddiasını çağrıştırmaktadır. Bu iddiaya göre bu küçük değişiklikler, hiç kimsenin gözlemlemediği, makroevrim olarak adlandırılan tamamen farklı bir olguyu destekleyen bir kanıt oluşturmaktadır.

      Görüldüğü gibi Darwin’in kuramı böyle gözlemlenebilen değişikliklerin çok ötesindeydi. O, ünlü Türlerin Kökeni kitabında şöyle yazdı: ‘Bütün canlılara özel yaratıklar olarak değil, birkaç canlının soyundan gelen torunları olarak bakıyorum.’ O, uzun dönemler içinde bu ilk “birkaç canlının”, yani basit yaşam biçimlerinin çok ‘küçük değişimlerle’ yavaş yavaş evrim geçirerek yeryüzünde milyonlarca yaşam biçimi meydana getirdiğini söyledi. Evrimciler bu küçük değişikliklerin birikerek büyük değişiklikler meydana getirdiğini, böylece balıkların amfibyumlara, insansımaymunların da insanlara dönüştüğünü öğretiyorlar. Varsayımlara dayanan bu büyük değişikliklere de makroevrim adı veriliyor. Bu ikinci iddia birçoklarına mantıklı geliyor. Onlar şöyle düşünüyorlar: ‘Eğer bir türün içinde küçük değişiklikler olabiliyorsa, evrim neden uzun dönemlerde büyük değişiklikler meydana getirmesin?’b

      Makroevrim öğretisi üç temel varsayıma dayanır:

      1. Mutasyonlar yeni bir tür yaratmak için gerekli olan hammaddeleri sağlar.c

      2. Doğal seçilim yeni türlerin meydana gelmesine yol açar.

      3. Fosil kayıtları, bitkiler ve hayvanlardaki makroevrimsel değişiklikleri belgeler.

      Acaba makroevrime işaret eden kanıtlar onun gerçek olarak görülmesini gerektirecek kadar güçlü mü?

      Mutasyonlar Yeni Türler Meydana Getirebilir mi?

      Bir bitkinin veya hayvanın birçok ayrıntısı, genetik kodun (her bir hücrede bulunan planlar) içinde kayıtlı olan talimatlar tarafından belirlenir.d Araştırmacılar genetik koddaki mutasyonların, yani gelişigüzel değişikliklerin bitkilerin ve hayvanların soyunda değişimler meydana getirebileceğini keşfettiler. Mutasyon genetiği bilim dalının kurucusu olan Nobel ödüllü Hermann J. Muller 1946’da şöyle bir iddiada bulundu: “Çoğunlukla küçük çapta olan ve nadiren gerçekleşen birçok değişikliğin birikmesi, hayvanların ve bitkilerin yapay yollarla geliştirilmesi için kullanılan başlıca yöntem olmasının yanı sıra doğal seçilim yoluyla yönlendirilen doğal evrimin meydana geliş tarzıdır.”

      Aslında makroevrim öğretisi, mutasyonların sadece yeni türler değil, yepyeni bitki ve hayvan familyaları da meydana getirebileceği iddiasının üzerine kuruludur. Peki bu cesur iddiayı kanıtlamanın bir yolu var mı? Genetik araştırmalar alanında yaklaşık 100 yıl boyunca yapılan incelemelerin neler ortaya koyduğuna bir bakalım.

      Bilim adamları 1930’lu yılların sonlarında şu görüşü hevesle kabul ettiler: Eğer doğal seçilim gelişigüzel meydana gelen mutasyonlardan yeni bitki türleri oluşturabiliyorsa, mutasyonların yapay olarak, yani insanların yönlendirmesiyle seçilmesi çok daha etkili sonuçlar doğurabilmelidir. Max Planck Bitki Islahı Araştırmaları Enstitüsü’nde (Almanya) bilim adamı olan Wolf-Ekkehard Lönnig Uyanış! dergisiyle yaptığı söyleşide şöyle dedi: “Çoğu biyolog, genetik bilimci ve yetiştirici arasında büyük sevinç yaşandı.” Onlar neden bu kadar sevindiler? Bitkilerdeki mutasyon genetiğini yaklaşık 28 yıl boyunca araştıran Lönnig şöyle diyor: “Bu araştırmacılar bitki ve hayvan yetiştirmekte kullanılan geleneksel yöntemde devrim yapma zamanının geldiğini düşündüler. Onlar mutasyonlar meydana getirip, uygun olanları seçerek yeni ve daha iyi bitkiler ve hayvanlar üretebileceklerini düşündüler.”e

      ABD, Asya ve Avrupa’daki bilim adamları bol para desteği sağlanan programlar başlatarak evrimi hızlandıracağını düşündükleri teknikler kullandılar. 40 yıllık hummalı bir çalışmanın ardından acaba nasıl sonuçlar elde edildi? Araştırmacı Peter von Sengbusch “Işın vererek, gittikçe daha verimli çeşitler geliştirme girişimi, büyük maddi harcamalara rağmen büyük ölçüde başarısızlıkla sonuçlandı” diyor. Lönnig de şöyle dedi: “1980’li yıllarda, dünya çapındaki başarısız sonuçlarla birlikte bilim adamlarının umutları tükenmiş ve sevinçleri yok olmuştu. Batı ülkelerinde ayrı bir araştırma dalı olan mutasyon ıslahına son verildi. Mutasyona uğramış canlıların hemen hemen tümü ‘olumsuz seçilim değerleri’ sergiledi, yani öldü veya doğal çeşitlerden daha zayıf olduğu görüldü.”f

      Yine de yaklaşık 100 yıllık mutasyon araştırmalarından ve 70 yıllık mutasyon ıslahından elde edilen bilgiler sayesinde bilim adamları, mutasyonların yeni türler meydana getirme yetisi hakkında çeşitli sonuçlara varabiliyor. Lönnig kanıtları inceledikten sonra şu sonuca ulaşıyor: “Mutasyonlar orijinal bir [bitki veya hayvan] türü[nü] tamamen yeni bir türe dönüştüremez. Bu sonuç 20. yüzyıldaki tüm deneylere ve mutasyon araştırmalarının sonuçlarına olduğu kadar olasılık yasalarına da uymaktadır. Dolayısıyla yinelenen değişim yasası, diğerlerinden genetik açıdan farklı olan türlerin, kaldırılamayan veya gelişigüzel mutasyonlarla geçilemeyen gerçek sınırları olduğunu gösterir.”

      Yukarıdaki gerçeklerin ne anlama geldiğini düşünün. Eğer yüksek eğitimli bilim adamları yapay yollarla mutasyonlar geliştirip uygun olanları seçerek yeni türler meydana getiremiyorlarsa, zekânın rol oynamadığı bir sürecin daha iyisini yapması olası mıdır? Eğer araştırmalar mutasyonların orijinal bir türü yepyeni bir türe dönüştüremediğini gösteriyorsa, makroevrim tam olarak nasıl gerçekleşmiş olabilir?

      Doğal Seçilim Yeni Türlerin Oluşmasına Yol Açar mı?

      Darwin, doğal seçilim olarak adlandırdığı mekanizmanın çevreye en uygun yaşam biçimlerini destekleyeceğine, daha az uygun olan yaşam biçimlerinin ise en sonunda yok olacağına inanıyordu. Çağdaş evrimciler, türler yayılıp birbirinden ayrıldıkça doğal seçilimin, gen mutasyonları yeni çevrelerine en iyi uyum sağlayan türleri seçtiğini öğretiyorlar. Onlar bunun sonucunda bu birbirinden ayrı grupların gelişerek en sonunda tamamen yeni türler oluşturduklarını iddia ediyorlar.

      Daha önce de belirtildiği gibi araştırma sonuçları mutasyonların tamamen yeni bitki ve hayvan türleri meydana getiremeyeceğini açıkça gösteriyor. Peki buna rağmen evrimciler, doğal seçilimin yeni türler meydana getirmek için yararlı mutasyonları seçtiği iddiasını destekleyen hangi kanıtları gösteriyorlar? 1999’da ABD’deki Ulusal Bilimler Akademisi (NAS) tarafından yayımlanan bir yayında şöyle yazıyor: “Türleşmeye [yeni türlerin evrimleşmesine] özellikle etkili bir örnek, Darwin’in Galápagos Adaları’nda incelediği ve artık Darwin’in ispinozları olarak bilinen 13 ispinoz türüdür.”

      Peter ve Rosemary Grant önderliğindeki bir araştırma grubu 1970’li yıllarda bu ispinozları incelemeye başladı ve bir yıllık bir kuraklığın ardından biraz daha büyük gagaları olan ispinozların daha küçük gagaları olanlara kıyasla daha kolay hayatta kaldığını buldu. Gagalarının boyu ve şekli 13 ispinoz türünü tanımlamanın başlıca yollarından biri olduğundan bu buluşun önemli olduğu düşünüldü. Yukarıda sözü edilen yayında şöyle yazıyor: “Peter ve Rosemary’nin tahminine göre adalarda her 10 yılda bir kuraklık oluyorsa yeni bir ispinoz türü sadece yaklaşık 200 yılda oluşabilir.”

      Ancak NAS’ın yayını, hem dikkate değer hem de utanç verici bazı gerçeklere değinmeyi ihmal etmiş. Kuraklıktan sonraki yıllarda, gagaları daha küçük olan ispinozların sayısı diğerlerininkini tekrar geçti. Bu nedenle Peter Grant ve yüksek lisans öğrencisi olan Lisle Gibbs 1987’de Nature adlı bilim dergisinde “seçilimin yönünün tersine döndüğünü” yazdılar. Grant 1991’de, iklim her değiştiğinde “doğal seçilimden etkilenen popülasyonda da gidip gelen dalgalanmalar olduğunu” yazdı. Araştırmacılar, farklı tür oldukları düşünülen ispinozların bazılarının çiftleştiğini ve yavrularının hayatta kalmak konusunda kendilerinden daha başarılı olduğunu da fark ettiler. Peter ve Rosemary Grant eğer farklı “türlerin” çiftleşmesi devam ederse iki “türün” 200 yıl içinde tek bir türe dönüşebileceği sonucuna vardı.

      Evrimci biyolog George Christopher Williams 1966’da şöyle yazdı: “Doğal seçilim kuramının ilk olarak evrimsel değişiklikleri açıklamak üzere geliştirilmiş olmasını talihsizlik olarak görüyorum. Bu kuram, çevreye uyum sağlamanın sürdürülmesinin açıklaması olarak daha fazla önem taşır.” Evrim kuramcısı Jeffrey Schwartz 1999’da eğer Williams’ın vardığı sonuçlar doğruysa doğal seçilimin, türlerin değişen koşullara uyum sağlamalarına yardımcı olabildiğini, fakat “herhangi yeni bir şey yaratmadığını” yazdı.

      Gerçekten de Darwin’in ispinozları “herhangi yeni bir şey” haline gelmiyor. Onlar hâlâ ispinozdur. Ayrıca onların kendi aralarında çiftleştiği gerçeği, bazı evrimcilerin bir türü tanımlamak için kullandıkları yöntemlerden şüphe duyulmasına yol açabilir. Buna ek olarak bu evrimciler, saygın bilimsel akademilerin bile kanıtlar hakkında bilgi vermek konusunda taraflı olabildiği gerçeğini ortaya koyuyorlar.

      Fosil Kayıtları Makroevrimsel Değişiklikleri Belgeliyor mu?

      NAS’ın daha önce değinilen yayını, okurda, bilim adamlarının bulduğu fosillerin makroevrime fazlasıyla kanıt sağladığı izlenimini uyandırabilir. Yayında şöyle yazıyor: “Balık ile amfibyumlar, amfibyumlar ile sürüngenler, sürüngenler ile memeliler arasında ve primatların soy hattında o kadar çok ara formlar bulundu ki, bir türün başka bir türe tam olarak ne zaman dönüştüğünü belirlemek çoğu durumda zor.”

      Bu sözlerin böyle güvenle söylenmesi oldukça şaşırtıcı. Neden mi? National Geographic dergisi 2004’te fosil kayıtlarının, “her 1.000 karesinden 999’u montaj odasında kaybolmuş bir evrim filmini” andırdığını söyledi. Acaba her 1.000 “karenin” geride kalan 1’i makroevrim sürecini gerçekten de belgeliyor mu? Fosil kayıtları aslında ne gösteriyor? Evrimin katı bir savunucusu olan Niles Eldredge, fosil kayıtlarına göre, uzun dönemler boyunca “çoğu türde yok denecek kadar az evrimsel değişimin” gerçekleştiğini kabul ediyor.

      Dünya çapındaki bilim adamları şu ana kadar yaklaşık 200 milyon büyük, milyarlarca da küçük fosil buldular ve listelediler. Birçok araştırmacı bu geniş ve ayrıntılı kayıtlara göre tüm büyük hayvan gruplarının birden ortaya çıktığı ve hemen hemen hiç değişmediği, birçok türün de aniden ortaya çıkıp aynı hızda kaybolduğu konusunda hemfikir. Biyolog Jonathan Wells fosil kayıtlarının sağladığı kanıtları inceledikten sonra şöyle yazdı: “Canlıların âlemler, filumlar ve sınıflar seviyesinde ortak atalardan gelip değişime uğramasının gözlemlenen bir gerçek olmadığı açıktır. Fosil kayıtlarına ve moleküler kanıtlara bakacak olursak bunun sağlam şekilde desteklenen bir kuram olduğunu bile söyleyemeyiz.”

      Evrim: Gerçek mi Kurgu mu?

      Neden birçok ünlü evrimci makroevrimin bir gerçek olduğu konusunda ısrar ediyor? Nüfuzlu bir evrimci olan Richard Lewontin, Richard Dawkins’in düşüncelerinden bazılarını eleştirdikten sonra, birçok bilim adamının sağduyuyla uyuşmayan bilimsel iddiaları kabul etmeye hazır olduklarını yazdı ve bunun nedenini şöyle belirtti: “Çünkü öncelikli bir sözümüz, maddeciliğe bağlılık sözümüz var.”g Lewontin’in de yazdığı gibi “kapının bir Yaratıcının içeri girmesi için aralanmasına izin veremeyecekleri” için birçok bilim adamı akıl sahibi bir Tasarımcının var olma ihtimalini düşünmek bile istemiyor.

      Scientific American’da sosyolog Rodney Stark’ın bu konuyla ilgili şu sözleri alıntılandı: “200 yıldır şu fikir desteklenmektedir: Eğer bilime inanan biri olmak istiyorsanız dinin zihninizi etkilemesine izin vermemelisiniz.” O ayrıca araştırma üniversitelerinde “dindar kişiler ağızlarını açmazken, dinsizlerin ayrımcılık yaptığını” söylüyor. Stark’a göre bilimsel toplumun “üst seviyelerinde, dinsiz olanlar ödüllendiriliyor.”

      Eğer makroevrim öğretisini kabul edecekseniz, agnostik veya ateist bilim adamlarının, kişisel görüşlerinin bilimsel buluşlarla ilgili yorumlarını etkilemesine izin vermeyeceklerine inanmalısınız. Yüzyıl boyunca milyarlarca mutasyonun incelendiği araştırmalar, mutasyonların, tek bir türü bile tamamen yeni bir canlıya dönüştürmediğini göstermesine rağmen mutasyonların ve doğal seçilimin tüm karmaşık yaşam biçimlerini meydana getirdiğine inanmalısınız. Fosil kayıtları temel bitki ve hayvan türlerinin birden ortaya çıktığını ve çok uzun dönemlerde bile başka türlere dönüşmediğini göstermesine rağmen tüm canlıların yavaş yavaş evrimleşerek ortak bir atadan geldiğine inanmalısınız. Sizce bu tür bir inanç gerçeklere mi yoksa kurguya mı dayanıyor?

      [Dipnotlar]

      a Köpek yetiştirenler, yavruların daha kısa bacaklı veya daha uzun tüylü olmasını istiyorlarsa köpeklerini çiftleştirecekleri cinsi ona göre seçebilirler. Ancak köpek yetiştiricilerinin meydana getirebildiği değişiklikler çoğunlukla genin işlevindeki hasarlardan kaynaklanır. Örneğin porsuk zağarı cinsi köpeğin küçük olmasının nedeni kıkırdağın normal gelişiminde meydana gelen ve cüceliğe yol açan bir eksikliktir.

      b “Tür” sözcüğü bu makalede sık sık kullanılsa da, Kutsal Yazıların Tekvin kitabında kullanılmadığı göz önünde bulundurulmalıdır. Türkçe Mukaddes Kitap çok daha kapsamlı bir ifade olan “cins” terimini kullanır. Ancak bu terimi bilimsel anlamda kullanmaz. Mukaddes Kitapta bu terim “aralarında ortak özellikler olan türler topluluğu” anlamında değil, “çeşit, tür” anlamında kullanılmıştır. Çoğunlukla bilim adamlarının yeni bir türün evrimleşmesi olarak adlandırdığı şey, Tekvin kaydında geçen ifadeyle bir “cinsin” içinde meydana gelen bir değişimden başka bir şey değildir.

      c “Organizmaların Sınıflandırılışı” başlıklı çerçeveye bakın.

      d Araştırmalar hücrenin sitoplazmasının, zarının ve diğer yapılarının da bir organizmanın biçimlenmesinde rol oynadığını gösteriyor.

      e Lönnig’in bu makaledeki yorumları kendine aittir ve Max Planck Bitki Islahı Araştırmaları Enstitüsü’nün görüşünü yansıtmaz.

      f Mutasyon deneylerinde ilk defa meydana gelen mutasyonların sayısı sürekli düşerken, aynı tür mutasyonlar devamlı görüldü. Lönnig bundan “yinelenen değişim yasası” sonucunu çıkardı. Buna ek olarak bitki mutasyonlarının sadece yüzde 1’den azı daha fazla araştırılmak üzere seçildi ve bu grubun yüzde 1’inden az bir kısmı ticari kullanım için uygun bulundu. Hayvanlardaki mutasyon ıslahının sonuçları ise bitkilerden çok daha kötüydü ve sonunda bu yönteme tamamen son verildi.

      g Bu bağlamda maddecilik ifadesiyle, fiziksel şeylerin tek veya esas gerçeklik olduğunu, yaşam da dahil evrendeki her şeyin doğaüstü bir müdahale olmadan var olduğunu ileri süren kuram kastedilir.

      [Sayfa 15’teki pasaj]

      “Mutasyonlar orijinal bir [bitki veya hayvan] türü[nü] tamamen yeni bir türe dönüştüremez”

      [Sayfa 16’daki pasaj]

      Darwin’in ispinozlarından çıkarılan en kesin sonuç, bir türün, iklim değişikliklerine uyum sağlayabildiğidir

      [Sayfa 17’deki pasaj]

      Fosil kayıtlarına göre tüm temel hayvan grupları birden ortaya çıktı ve neredeyse hiç değişmedi

      [Sayfa 14’teki çizelge]

      (Ayrıntılı bilgi için lütfen yayına bakın)

      ORGANİZMALARIN SINIFLANDIRILIŞI

      Organizmalar belirli türlerden âlemlere kadar, kapsamı giderek genişleyen gruplarda sınıflandırılırlar.h Örneğin insanlarla sirke sineklerinin aşağıdaki sınıflandırılışını karşılaştıralım.

      İNSANLAR SİRKE SİNEKLERİ

      Tür sapiens melanogaster

      Cins Homo Drosophila

      Familya İnsangiller Drosophilidae

      Takım Primatlar Çiftkanatlılar

      Sınıf Memeliler Böcekler

      Filum Kordalılar Eklembacaklılar

      Âlem Hayvanlar Hayvanlar

      [Dipnot]

      h Not: Tekvin’in 1. bölümünde bitkilerin ve hayvanların “cinslerine göre” çoğalacağı belirtilmektedir (Tekvin 1:12, 21, 24, 25). Ancak Mukaddes Kitaptaki “cins” terimi bilimsel bir terim değildir, bu nedenle bilimsel bir ad olan “tür” ile karıştırılmamalıdır.

      [Tanıtım notu]

      Çizelge Jonathan Wells’in Icons of Evolution—Science or Myth? Why Much of What We Teach About Evolution Is Wrong başlıklı kitabına dayanmaktadır.

      [Sayfa 15’teki resimler]

      Mutasyona uğramış olan sirke sineği (üstte), her ne kadar şekli bozulmuş olsa da hâlâ bir sirke sineğidir

      [Tanıtım notu]

      © Dr. Jeremy Burgess/Photo Researchers, Inc.

      [Sayfa 15’teki resimler]

      Bitki mutasyonu deneylerinde ilk defa meydana gelen mutasyonların sayısı sürekli düşerken, aynı tür mutasyonlar devamlı görüldü (Mutasyona uğramış olanın çiçeği daha büyük)

      [Sayfa 13’teki resim tanıtım notu]

      Fotoğraf: Mrs. J. M. Cameron/ U.S. National Archives photo

      [Sayfa 16’daki resim tanıtım notu]

      İspinoz başları: © Dr. Jeremy Burgess/ Photo Researchers, Inc.

      [Sayfa 17’deki resim tanıtım notları]

      Dinozor: © Pat Canova/Index Stock Imagery; fosiller: GOH CHAI HIN/AFP/Getty Images

  • Neden Bir Yaratıcıya İnanıyoruz?
    Uyanış!—2006 | Eylül
    • Neden Bir Yaratıcıya İnanıyoruz?

      Çeşitli bilim dallarındaki birçok uzman, doğada akıllı bir tasarım olduğunu fark ediyor. Onlar, yeryüzündeki karmaşık yaşamın rastlantıyla meydana geldiği düşüncesini mantıksız buluyorlar. Bu nedenle bazı bilim adamları ve araştırmacılar bir Yaratıcıya inanıyorlar.

      Onlardan bazıları Yehova’nın Şahidi oldu. Bu kişiler Mukaddes Kitabın tanıttığı Tanrı’nın, evrenin Tasarımcısı ve Yapıcısı olduğundan eminler. Acaba onlar neden böyle bir sonuca vardı? Uyanış! dergisi onlardan bazılarına bu soruyu sordu. Verdikleri cevapları ilginç bulabilirsiniz.a

      “Yaşamın Anlaşılması Zor Karmaşıklığı”

      ◼ WOLF-EKKEHARD LÖNNIG

      KISA ÖZGEÇMİŞ: Son 28 yıldır bitkilerdeki genetik mutasyonuyla ilgili bilimsel çalışmalar yapıyorum. Bunun 21 yılı Köln’deki (Almanya) Max Planck Bitki Islahı Araştırmaları Enstitüsü’nde çalışarak geçti. Ayrıca yaklaşık 30 yıldır Yehova’nın Şahitlerinin bir cemaatinde ihtiyar olarak hizmet ediyorum.

      Hem genetikle ilgili gözlem ve deneylere dayanan araştırmalarım hem de fizyoloji ve morfoloji gibi biyolojik alanlardaki çalışmalarım beni yaşamın büyük ve çoğunlukla anlaşılması zor karmaşıklığıyla yüz yüze getirdi. Bu konuları incelemem, yaşamın, en temel yaşam biçimlerinin bile akıl sahibi bir kaynağı olması gerektiğine beni ikna etti.

      Bilim camiası yaşamın karmaşıklığının çok iyi farkında. Ancak bu şaşırtıcı gerçekler genellikle evrimi destekleyen bir bağlamda sunuluyor. Fakat bence, Mukaddes Kitaptaki yaratılış kaydı hakkında kuşku uyandırmak amacıyla ortaya atılan iddialar bilimsel olarak incelendiğinde çürüyor. Böyle iddiaları onlarca yıldır inceliyorum. Canlıları dikkatle inceledikten ve evreni yöneten yasaların yeryüzünde yaşamın var olması için kusursuz şekilde ayarlandığını fark ettikten sonra Yaratıcıya inanmaktan başka çarem kalmadı.

      ‘Gözlemlediğim Her Şeyin Ardında Bir Sebep Var’

      ◼ BYRON LEON MEADOWS

      KISA ÖZGEÇMİŞ: ABD’de yaşıyorum ve Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi’nin (NASA) lazer fiziği bölümünde çalışıyorum. Şu anda küresel iklimi, havayı ve gezegenlerle ilgili diğer olguları daha iyi gözlemleyebilmek için teknolojiyi geliştirme çalışmalarına katılıyorum. Ayrıca Yehova’nın Şahitlerinin Kilmarnock (Virginia) bölgesindeki cemaatinde bir ihtiyarım.

      Araştırmalarımda sık sık fizik ilkeleriyle çalışırım. Belirli şeylerin nasıl ve neden olduğunu anlamaya çalışırım. Kendi alanımda, gözlemlediğim her şeyin ardında bir sebep olduğunu gösteren net kanıtlar görüyorum. Tanrı’nın, doğadaki her şeyin asıl sebebi olduğunu kabul etmenin bilimsel açıdan makul olduğuna inanıyorum. Doğadaki yasalar o kadar sabit ki, onların bir Düzenleyici, yani bir Yaratıcı tarafından konduğuna inanmak zorundayım.

      Eğer bu sonuç bu kadar açık şekilde görülüyorsa neden bu kadar çok bilim adamı evrime inanıyor? Bunun nedeni evrimcilerin önceden belirlenmiş sonuçlar doğrultusunda kanıtları ele alması olabilir mi? Bu, bilim adamları arasında görülmemiş bir şey değildir. Ancak bir gözlem ne kadar ikna edici olursa olsun doğru bir sonucu her zaman garantilemez. Örneğin lazer fiziğini araştıran biri, ışık çoğunlukla ses dalgası gibi dalgaya benzer şekilde hareket ettiği için onun da bir dalga olduğu konusunda ısrar edebilir. Ancak kanıtlar ışığın, foton olarak adlandırılan parçacıklar grubu gibi de hareket ettiğini gösterdiği için bu kişinin vardığı sonuç eksik olacaktır. Benzer şekilde evrimin bir gerçek olduğu konusunda ısrar eden kişiler de vardıkları sonuçları kanıtların sadece belirli bir kısmına dayandırıyorlar ve varsaydıkları sonuçların kanıtlara bakış açılarını etkilemesine izin veriyorlar.

      Evrim “uzmanlarının” kendileri bile evrimin nasıl gerçekleşmiş olabileceği konusunda anlaşamazken, evrim kuramını gerçek olarak kabul eden kişiler olmasına hayret ediyorum. Örneğin eğer bazı uzmanlar 2 artı 2’nin 4 olduğunu söylerken, başka uzmanlar bunun 3’e, belki de 6’ya eşit olduğuna inanıldığını söyleseydi, aritmetiği kanıtlanmış bir gerçek olarak kabul eder miydiniz? Eğer bilimin görevi sadece kanıtlanabilen, deney yoluyla incelenebilen ve taklit edilebilen şeyleri kabul etmekse, o zaman tüm canlıların ortak bir atadan gelerek zamanla evrimleştiği kuramı bilimsel bir gerçek değildir.

      “Hiçbir Şey Bir Hiçten Meydana Gelemez”

      ◼ KENNETH LLOYD TANAKA

      KISA ÖZGEÇMİŞ: Bir jeologum ve şu anda Flagstaff’daki (Arizona) ABD Jeolojik Araştırma Kurumu’nda çalışıyorum. Yaklaşık 30 sene, gezegen jeolojisi de dahil çeşitli jeolojik alanlardaki bilimsel araştırmalarda yer aldım. Hazırlamış olduğum araştırma makalelerinden ve Mars’ın jeolojik haritalarından birçoğu onaylanmış bilim dergilerinde yayımlandı. Bir Yehova’nın Şahidi olarak, her ay yaklaşık 70 saatimi, insanları Mukaddes Kitabı okumaya teşvik etmek için harcıyorum.

      Bana evrim kuramına inanmam gerektiği öğretilmişti, fakat evrenin meydana gelmesi için gerekli olan muazzam enerjinin güçlü bir Yaratıcı olmaksızın ortaya çıkmış olabileceğini mantığım kabul etmiyordu. Hiçbir şey bir hiçten meydana gelemez. Ayrıca Mukaddes Kitapta da bir Yaratıcının varlığını destekleyen güçlü kanıtlar buldum. Bu kitap, uzmanlık alanımı ilgilendiren bilimsel gerçeklere sayısız örnek içeriyor. Örneğin dünyanın küre şeklinde olduğunu ve “hiçliğin üzerine” asılı olduğunu söylüyor (Eyub 26:7; İşaya 40:22). Bu gerçekler, insanların yaptığı araştırmalarla kanıtlanmadan uzun süre önce Mukaddes Kitaba yazılmış.

      Nasıl bir yapıya sahip olduğumuzu da düşünün. Duyu algılarına, bilince, akıllı şekilde düşünme yetisine, iletişim yetilerine ve duygulara sahibiz. Daha da önemlisi sevgi duyabiliyor, sevgi gördüğümüz için minnettar olabiliyor ve başkalarına sevgi gösterebiliyoruz. Evrim insanların bu muhteşem niteliklerinin nasıl oluştuğunu açıklayamıyor.

      Kendinize ‘Evrimi desteklemek amacıyla kullanılan bilgi kaynakları ne kadar güvenilir?’ diye sorun. Jeolojik kayıtlar eksik, karmaşık ve kafa karıştırıcı. Evrimciler evrim süreciyle ilgili teorilerini laboratuvarlarda bilimsel yöntemlerle kanıtlamak konusunda başarısız oldular. Ayrıca bilim adamları genelde bilgi edinmek için iyi araştırma teknikleri kullansalar da, buluşlarını yorumlarken sık sık bencil güdülerden etkileniyorlar. Bilim adamlarının bir bilgi ikna edici değilse veya çelişkiliyse bile görüşlerini savundukları bilinir. Kariyerleri ve özsaygıları bunda önemli bir rol oynar.

      Hem bir bilim adamı hem de Mukaddes Kitabı inceleyen biri olarak en doğru anlayışa sahip olabilmek için, bilinen tüm gerçeklerle ve gözlemlerle uyumlu olan hakikati arıyorum. Bana en makul gelen seçenek, bir Yaratıcıya inanmak.

      “Hücrede Açıkça Görülen Tasarım”

      ◼ PAULA KINCHELOE

      KISA ÖZGEÇMİŞ: Hücre biyolojisi, moleküler biyoloji ve mikrobiyoloji alanlarında birkaç yıl araştırmacı olarak çalıştım. Şu anda Atlanta’daki (Georgia, ABD) Emory Üniversitesi’nde çalışıyorum. Ayrıca Rusça konuşan kişilere gönüllü olarak Mukaddes Kitabı öğretiyorum.

      Biyoloji eğitiminin bir kısmı olarak sadece hücreyi ve içindekileri incelemem 4 yıl aldı. DNA, RNA, proteinler ve metabolik olaylar hakkında daha fazla bilgi aldıkça, onların içindeki karmaşıklık, düzen ve şaşmazlıktan da o kadar çok etkilendim. İnsanların hücre hakkında bildiklerinden etkilendiysem de, henüz bilinmeyen ne kadar çok şey olduğunu düşünmek beni daha da çok hayrete düşürdü. Tanrı’ya inanmamın bir nedeni, hücrede açıkça görülen tasarımdır.

      Mukaddes Kitabı inceleyerek bu Yaratıcının Yehova Tanrı olduğunu öğrendim. O’nun hem akıllı bir Tasarımcı hem de benimle ilgilenen merhametli ve sevgi dolu bir Baba olduğuna ikna oldum. Mukaddes Kitap yaşamın amacını açıklıyor ve mutlu bir gelecek ümidi sunuyor.

      Okullarında evrim kuramı öğretilen gençler neye inanacaklarından emin olamayabilirler. Bu, onlar için kafa karıştırıcı bir dönem olabilir. Eğer Tanrı’ya inanıyorlarsa bu durum onların imanlarını sınayabilir. Ancak çevrelerine bakıp doğadaki birçok şaşırtıcı şeyi inceleyerek ve Yaratıcı ile nitelikleri hakkında bilgi almaya devam ederek bu sınavdan başarıyla geçebilirler. Ben bunu yaptım ve Mukaddes Kitaptaki yaratılış kaydının doğru olduğu ve gerçek bilimle çelişmediği sonucuna vardım.

      “Yasaların Mükemmel Yalınlığı”

      ◼ ENRIQUE HERNÁNDEZ-LEMUS

      KISA ÖZGEÇMİŞ: İnancımı duyurmak üzere tamgün hizmet eden bir Yehova’nın Şahidiyim. Ayrıca Ulusal Meksika Üniversitesi’nde kuramsal fizikçiyim. Şu anki işim, yıldızların gelişme mekanizması olan ve gravotermal felaket olarak bilinen olguya termodinamik ilkeleriyle uyumlu bir açıklama bulmayı içeriyor. Ayrıca DNA dizilerindeki karmaşıklığı da inceledim.

      Yaşamın, rastlantı sonucu oluşamayacak kadar karmaşık olduğu açıkça ortada. Örneğin DNA molekülünde yer alan muazzam miktarda bilgiyi düşünün. Matematiksel olarak, tek bir kromozomun rastlantı sonucu meydana gelme olasılığı 9 trilyonda 1’den azdır. Bu, o kadar düşük bir olasılıktır ki imkânsız olarak görülebilir. Bence akıldan yoksun kuvvetlerin sadece tek bir kromozomu değil, canlılardaki hayranlık uyandıran tüm karmaşıklığı da meydana getirebileceğine inanmak safdilliktir.

      Ayrıca gerek mikroskobik düzeyde gerekse de dev yıldız bulutlarının uzaydaki hareketleriyle ilgili çok karmaşık madde davranışlarını incelediğimde, onların hareketlerini yöneten yasaların mükemmel yalınlığına hayran kalıyorum. Bu yasalar bana Usta bir Matematikçinin eserinden çok daha fazlasını çağrıştırıyor. Bence bu yasalar Usta bir Sanatçının imzası gibi.

      Bir Yehova’nın Şahidi olduğumu söylediğimde insanlar çoğunlukla şaşırıyor. Bazen bana ‘Tanrı’ya nasıl inanabilirsin?’ diye soruyorlar. Çoğu din, üyelerini kendilerine öğretilenlerle ilgili kanıt istemeye veya inançlarını araştırmaya teşvik etmediğinden onların bu tepkilerini anlayışla karşılıyorum. Ancak Mukaddes Kitap bizi ‘basiretli’ olmaya, yani düşünme yeteneğini kullanmaya teşvik ediyor (Süleyman’ın Meselleri 3:21). Mukaddes Kitaptaki kanıtların yanı sıra akıllı tasarıma işaret eden doğadaki tüm kanıtlar beni Tanrı’nın hem var olduğuna hem de dualarımızı işittiğine ikna ediyor.

      [Dipnot]

      a Uzmanların bu makalede sunulan görüşleri, çalıştıkları kurumların görüşlerini her zaman yansıtmayabilir.

      [Sayfa 22’deki resim tanıtım notu]

      Arka plandaki Mars: USGS Astrogeology Research Program, http://astrogeology.usgs.gov

  • Bitkilerin İlginç Deseni
    Uyanış!—2006 | Eylül
    • Bitkilerin İlginç Deseni

      BİRÇOK bitkinin sarmallar oluşturarak büyüdüğünü hiç fark ettiniz mi? Örneğin bir ananasın pulları, 8’i bir yöne; 5 veya 13 tanesi de ters yöne dönen sarmallar oluşturabilir. (Şekil 1’e bakın.) Ayçiçeğinin çekirdeklerine bakarsanız birbirinin üzerinden geçen 55 ve 89 sarmal görürsünüz, belki de daha fazla. Karnabaharda bile sarmallar görebilirsiniz. Bir defa sarmalları fark etmeye başlayınca pazara gitmek sizin için çok daha ilginç olabilir. Bitkiler neden bu şekilde büyür? Sarmalların sayısı bir anlam taşır mı?

      Bitkiler Nasıl Büyür?

      Bitkilerin çoğu sürgendoku denen küçük, merkezi bir büyüme noktasından gövde, yaprak, çiçek gibi yeni organlar çıkarır. Primordiyum denen her yeni yapı, merkezden ayrılıp büyürken kendisinden önceki primordiyumla arasında belli bir açı bırakarak yeni bir yol izler.a (Şekil 2’ye bakın.) Çoğu bitkinin yeni sürgünleri, sarmallar oluşturan benzersiz bir açıyla büyür. Bu açı nedir?

      Şu problemi düşünün: Öyle bir bitki tasarlamak istiyorsunuz ki, yeni sürgünler büyüme noktasını hiç boş yer kalmayacak kadar sık bir şekilde çevrelesin. Varsayalım ki yeni çıkan her primordiyumun kendinden öncekiyle arasında, tam bir dönüşün beşte ikisi oranında bir açı bırakarak büyümesini tasarlıyorsunuz. Bu durumda her beş primordiyumdan birinin aynı noktadan çıkıp aynı yöne doğru büyümesi sizin için sorun yaratacaktır. Bunlar, sıralar arasında boşluk bırakarak boşa yer harcayan başka sıralar oluşturacaklardır. (Şekil 3’e bakın.) Aslında, oran olarak tam bir dönüşün herhangi bir basit kesrini aldığımız sürece, bu dönüş, boşluğu tümüyle doldurmak yerine, merkezden düz bir şekilde çıkan sıralar oluşturacaktır. Sadece “altın açı” denen yaklaşık 137,5 derecelik açı yeni sürgünlerin ideal sıklıkta büyümesini sağlar. (Şekil 5’e bakın.) Bu açıyı bu kadar özel yapan nedir?

      Altın açı idealdir, çünkü bu sayı bir dönüşün basit kesri değildir. Tam bir dönüşün 5/8’i bu açıya yakındır, 8/13’ü daha yakın ve 13/21’i daha da yakındır. Fakat hiçbir kesir tam bir dönüşün altın oranını vermez. Bu nedenle yeni bir sürgün merkezden çıkarken, kendisinden önceki sürgünle arasında bu 137,5 derecelik sabit açıyı bıraktığında hiçbir sürgün, asla tam olarak başka bir sürgünle aynı yönde büyümez. (Şekil 4’e bakın.) Sonuçta primordiya, merkezden çıkan düz çizgiler yerine bir sarmal oluşturur.

      Merkezi bir noktadan büyüyen ve belirgin sarmallar oluşturan primordiyanın bilgisayarlı benzetiminin, ancak yeni sürgünler arasındaki açının kesinlikle doğru açı olmasıyla yapılabilmesi ilginçtir. Altın açıdan onda bir derecelik sapma olsa bile, ideal sonuç elde edilemez. (Şekil 5’e bakın.)

      Çiçekte Kaç Taçyaprak Var?

      İlginç olarak, altın açıya bağlı büyümeyle meydana gelen sarmalların sayısı genellikle Fibonacci sayıları olarak adlandırılan diziye ait bir sayıdır. Bu sayı dizisi ilk olarak Leonardo Fibonacci olarak tanınan 13. yüzyılda yaşamış İtalyan matematikçi tarafından tanımlanmıştır. Bu dizide, 1’den sonraki her sayı, kendinden önceki iki sayının toplamına eşittir: 1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55 diye devam eder.

      Sarmal şekilde büyüyen birçok bitkinin çiçeklerinde Fibonacci dizisine ait sayılardan biri kadar taçyaprak vardır. Bazı gözlemcilere göre Düğün çiçeklerinin genellikle 5 taçyaprakları, kanotlarının 8, yakıotlarının 13, yıldızpatıların 21, bildiğimiz kır papatyalarının 34 ve saraypatıların 55 veya 89 taçyaprakları vardır. (Şekil 6’ya bakın.) Meyve ve sebzeler genellikle Fibonacci sayılarıyla uyumlu özellikler gösterir. Örneğin muzun kesiti beş kenarlıdır.

      ‘Her Şeyi Güzel Yaptı’

      Sanatçılar, altın oranın gözümüze en hoş gelen oran olduğunu uzun zaman önce keşfetmişlerdir. Bitkilerin yeni sürgünlerinin özellikle tam bu ilginç açıyla büyümesinin nedeni nedir? Birçok insan bunun, canlılardaki akıllı tasarımın başka bir örneği olduğu sonucuna varıyor.

      Canlıların tasarımını ve onlardan zevk alma özelliğimizi düşünen birçok kimse, yaşamdan sevinç duymamızı isteyen bir Yaratıcının yaptıklarını fark ediyor. Mukaddes Kitap, Yaratıcımız hakkında şunları söyler: “O her şeyi vaktinde güzel yaptı” (Vaiz 3:11).

      [Dipnot]

      a İlginçtir, tohum yapan diğer çiçeklerden farklı olarak ayçiçeği, sarmal oluşturmaya çiçeğin merkezinden değil kenarından başlar.

      [Sayfa 24, 25’teki şemalar]

      1

      (Yayına bakın)

      2

      (Yayına bakın)

      3

      (Yayına bakın)

      4

      (Yayına bakın)

      5

      (Yayına bakın)

      6

      (Yayına bakın)

      [Sayfa 24’teki resim]

      Sürgendokunun yakından çekilmiş bir fotoğrafı

      [Tanıtım notu]

      R. Rutishauser, Zürich Üniversitesi, İsviçre

      [Sayfa 25’teki resim tanıtım notu]

      Beyaz çiçek:Thomas G. Barnes @ USDA-NRCS PLANTS Database

  • Neye İnandığınız Önemli mi?
    Uyanış!—2006 | Eylül
    • Neye İnandığınız Önemli mi?

      SİZCE yaşamın bir amacı var mı? Scientific American dergisine göre, “Çağımızdaki evrim anlayışı . . . . sonuçta yaşamın bir anlamı olmadığını ima eder.” Eğer evrim teorisi doğru olsaydı gerçekten de yaşamın bir amacı olmazdı.

      Bu sözlerin ne anlama geldiğini düşünün. Eğer sonuçta yaşamın bir anlamı yoksa, bazı iyi şeyler yapmaya ve belki genetik özelliklerinizi sonraki nesle aktarmaya çalışmaktan başka bir amacınız yok demektir. Bu durumda ölünce de sonsuza dek yok olacaksınız. Yaşamın amacı hakkında derin düşünebilen, akıl yürütebilen beyniniz de sadece doğada meydana gelen bir tesadüfün eseri olmuş olmalı.

      Hepsi bununla da kalmıyor. Evrime inanan birçok kişi, ya Tanrı’nın var olmadığını ya da insanların faaliyetlerine karışmayacağını savunuyor. Her iki durumda da geleceğimiz önde gelen siyasetçilerin, akademisyenlerin ve din adamlarının eline kalmış demektir. Onların önceki işlerine bakacak olursak, insan toplumuna zarar veren kargaşa, çatışma ve yozlaşma devam edecek olmalı. Aslında evrim doğru olsaydı şu kaderci deyişe inanmak için mantıklı bir neden de olurdu: “Yiyelim, içelim, nasılsa yarın öleceğiz” (1. Korintoslular 15:32).

      Yanlış anlaşılmasın, Yehova’nın Şahitleri yukarıda sayılan görüşlere katılmazlar. Onlar bu sözlerin temelindeki iddiayı, yani evrimi kabul etmezler. Tersine Şahitler, Mukaddes Kitap öğretilerinin hakikat olduğuna inanırlar (Yuhanna 17:17). Bu nedenle onlar, Mukaddes Kitabın dünyaya nasıl geldiğimizle ilgili söylediklerine inanırlar: “Hayatın kaynağı sendedir [Tanrı’dadır]” (Mezmur 36:9). Bu sözlerde derin bir anlam yatar.

      Evet, yaşamın bir amacı var. Yaratıcımızın, O’nun isteğine göre yaşamayı seçen herkes için sevgi dolu bir amacı var (Vaiz 12:13). Bu amaç, kargaşanın, çatışmanın ve yozlaşmanın hatta ölümün bile olmadığı bir dünyada yaşama vaadini de içine alır (İşaya 2:4; 25:6-8). Dünya çapında milyonlarca Yehova’nın Şahidi, Tanrı hakkında bilgi alıp O’nun isteğini yapmanın, yaşama başka hiçbir şeyin katamayacağı bir anlam kattığını doğrulayabilir (Yuhanna 17:3).

      Neye inandığınız gerçekten önemlidir, çünkü bu sadece şimdiki mutluluğunuzu değil gelecekteki yaşamınızı da etkileyebilir. Seçim sizin. Doğadaki tasarıma dair gitgide artan kanıtlar hakkında gerçekçi açıklamalarda bulunmaktan aciz bir kurama mı inanacaksınız? Yoksa Mukaddes Kitabın söylediği gibi, dünyanın ve buradaki yaşamın, muhteşem bir Tasarımcının, yani ‘her şeyi yaratan’ Yehova Tanrı’nın ürünü olduğunu mu kabul edeceksiniz? (Vahiy 4:11).

  • Tekvin Kaydı Bilimle Çelişiyor mu?
    Uyanış!—2006 | Eylül
    • Mukaddes Kitabın Görüşü

      Tekvin Kaydı Bilimle Çelişiyor mu?

      BİRÇOK kişi bilimin, Mukaddes Kitabın yaratılış kaydını çürüttüğünü iddia ediyor. Fakat asıl çelişki bilimle Mukaddes Kitap arasında değil, bilimle sözde Fundamentalist Hıristiyanların inançları arasındadır. Bu gruplardan bazıları, tüm fiziksel yaratılışın Mukaddes Kitaba göre, yaklaşık olarak 10.000 yıl önce 24’er saatlik altı günde yaratıldığını ileri sürüyor.

      Oysa Mukaddes Kitap böyle bir şeyi desteklemez. Eğer desteklemiş olsaydı, yüzlerce yılı aşkın süredir yapılan birçok bilimsel keşif, Mukaddes Kitabın doğruluğu konusunda gerçekten kuşku yaratırdı. Mukaddes Kitap metni dikkatlice incelendiğinde bilimsel gerçeklerle çelişmediği ortaya çıkar. Bu nedenle, Yehova’nın Şahitleri, “Hıristiyan” Fundamentalistlerle ve birçok yaratılışçıyla aynı fikirde değil. Şimdi Mukaddes Kitabın aslında ne öğrettiğine bakalım.

      “Başlangıç” Ne Zamandı?

      “Başlangıçta Allah gökleri ve yeri yarattı” (Tekvin 1:1). Tekvin kaydı bu basit, çarpıcı sözlerle başlıyor. Mukaddes Kitap bilginleri, bu ayetin 3. ayetten itibaren anlatılan yaratma günlerinden ayrı bir eylemi tarif ettiği konusunda hemfikirler. Bunun çok büyük bir önemi var. Mukaddes Kitabın ilk sözlerine göre, yer gezegenimiz de dahil evren, yaratma günleri başlamadan önce, uzun bir süreden beri vardı.

      Jeologlar, dünyanın yaklaşık olarak 4 milyar yaşında olduğunu tahmin ediyorlar, astrologlar ise evrenin 15 milyar yaşında olabileceğini hesaplıyorlar. Bu bulgular ya da ilerde dünya ve evrenle ilgili değişen anlayış Tekvin 1:1’le çelişir mi? Hayır. Mukaddes Kitap, ‘göklerin ve yerin’ gerçek yaşını belirtmez. Bilim, Mukaddes Kitap metnini çürütmez.

      Yaratma Günlerinin Uzunluğu Ne Kadardı?

      Yaratma günlerinin uzunluğu hakkında ne diyebiliriz? Bu günler gerçekten 24 saat uzunluğunda mıydı? Bazıları, Tekvin kitabını kaleme alan Musa’nın, altı yaratma gününden sonraki güne haftalık Sebtin bir örneği olarak değindiğini, bu nedenle her bir yaratma gününün gerçek anlamda 24’er saat olması gerektiğini iddia eder (Çıkış 20:11). Tekvin’deki sözler bu sonucu destekler mi?

      Hayır, desteklemez. Gerçek şu ki, “gün” olarak çevrilen İbranice sözcük, sadece 24 saatlik bir süre için değil farklı uzunluktaki zamanlar için kullanılmaktadır. Örneğin Musa, Tanrı’nın yarattığı şeyleri özetleyerek altı yaratma gününün tamamının bir gün gibi olduğundan söz etti (Tekvin 2:4). Elbette, her bir yaratma gününün 24’er saatlik uzunlukta olduğuna dair kişisel görüşlere dayanan iddialar, Kutsal Yazılara dayanmamaktadır.

      O halde yaratma günlerinin uzunluğu ne kadardı? Tekvin’in 1. ve 2. bölümlerindeki sözler, çok uzun sürelerin söz konusu olduğunu gösterir.

      Yaratılış Aşama Aşama Meydana Geldi

      Musa bu kaydı, yeryüzündeki bir insanın bakış açısından ve İbranice yazdı. Bu iki gerçeğin yanı sıra, yaratma dönemlerinin, yani “günlerin” başlamasından önce de evrenin var olduğunu bilmek, yaratma kaydı hakkındaki birçok anlaşmazlıkları çözmeye yarar. Nasıl?

      Tekvin kaydının dikkatlice incelenmesi, bir ‘günde’ başlayan olayların sonraki bir ya da daha fazla günde de devam ettiğini gösterir. Örneğin, birinci yaratma ‘günü’ başlamadan önce zaten mevcut olan güneş ışığı, bir şekilde, büyük olasılıkla koyu bulutlar yüzünden, dünya yüzeyine ulaşmıyordu (Eyub 38:9). İlk ‘günde’ bu engelin ortadan kalkmaya başlamasıyla puslu ışık atmosferden süzülmeye başladı.a

      İkinci günde, atmosferin açılmaya devam etmesiyle anlaşılan yukarıdaki kalın bulutlar ile aşağıdaki okyanuslar arasında bir boşluk oluştu. Dördüncü günde iyice açılan atmosfer sayesinde güneş ve ay “gök kubbesinde” görülebilir hale geldi (Tekvin 1:14-16). Başka sözlerle, yeryüzündeki bir kişinin bakış açısına göre güneş ve ay görülmeye başladı. Bu olaylar aşama aşama meydana geldi.

      Ayrıca Tekvin kaydı atmosfer açılmaya devam ettikçe, böcekler ve zar kanatlılar da dahil uçan hayvanların, beşinci günde meydana gelmeye başladığını söyler. Fakat Mukaddes Kitap altıncı günde, Tanrı’nın, hâlâ ‘her kır hayvanını ve göklerin her kuşunu topraktan yapma’ sürecinde olduğuna işaret eder (Tekvin 2:19).

      Mukaddes Kitabın anlatımından yola çıkarak, bir gün ya da yaratma süresi içindeki temel olayların, birden değil, aşama aşama gerçekleştiği, hatta bazılarının sonraki yaratma günlerinde de devam ettiği sonucuna varabiliriz.

      Cinslerine Göre

      Bitkilerin ve hayvanların aşama aşama ortaya çıkması, Tanrı’nın muazzam çeşitlilikteki canlılar, evrimi kullanarak meydana getirdiği anlamına mı gelir? Hayır. Kayıt açıkça, Tanrı’nın tüm bitki ve hayvan yaşamını temel “cinslerine” göre yarattığını söyler (Tekvin 1:11, 12, 20-25). Bu orijinal bitki ve hayvan “cinsleri”, değişen çevre koşullarına uyum sağlama özelliğine göre mi programlanmıştı? Bir ‘cinsin’ sınırlarını belirleyen nedir? Bu konuda Mukaddes Kitap bir şey söylemez. Fakat canlıların, kendi cinslerine göre kaynaştığından söz eder (Tekvin 1:21). Bu ifade, bir “cins” içinde meydana gelebilecek değişikliklerin sınırlı olduğunu gösterir. Hem fosil kaydı hem de modern araştırmalar, bitki ve hayvanların temel sınıflarında çok uzun dönemler boyunca çok az değişiklik olduğu fikrini destekliyor.

      Bazı Fundamentalistlerin iddialarına karşın Tekvin kaydı, evrenin ve üzerindeki canlılarla birlikte dünyanın, nispeten yakın geçmişte kısa bir dönem içinde yaratıldığını öğretmez. Aslında, evrenin yaratılışı ve yeryüzünde yaşamın meydana gelişiyle ilgili Tekvin kaydıyla, son zamanlardaki birçok bilimsel keşif uyumludur.

      Felsefi inançlarından dolayı birçok bilim adamı, Mukaddes Kitabın her şeyi Tanrı’nın yarattığı açıklamasını reddetmekteler. Bununla birlikte, ilginç olarak Kutsal Yazıların Tekvin kitabında Musa, evrenin bir başlangıcı olduğunu ve sonraki dönemde yaşamın aşamalı şekilde adım adım meydana geldiğini yazdı. Musa, bilimsel açıdan böylesine doğru bir bilgiyi yaklaşık 3.500 yıl önce nasıl elde edebildi? Mantıksal olarak tek açıklaması var. Elbette, Musa’ya bilimsel açıdan böylesine doğru bilgiyi, gökleri ve yeri yaratmaya gücü ve hikmeti Olan Kişi verebilirdi. Bu, Mukaddes Kitabın “Tanrı ilhamı” olduğu iddiasını kuvvetlendiriyor (2. Timoteos 3:16).

      [Dipnot]

      a İlk günde nelerin olduğu ile ilgili sözlerde, ışık olarak çevrilen İbranice sözcük or olup genel anlamda ışık demektir; oysa dördüncü “günde” ışık için, ışığın kaynağı anlamına gelen İbranice maor sözcüğü kullanılmaktadır.

      ŞUNLARI MERAK ETTİNİZ Mİ?

      ◼ Tanrı, ne kadar zaman önce evreni yarattı? (Tekvin 1:1).

      ◼ Dünya, her biri 24’er saatlik altı günde mi yaratıldı? (Tekvin 2:4).

      ◼ Musa’nın, yeryüzünün başlangıcıyla ilgili yazdıkları bilimsel olarak nasıl doğru olabilir? (2. Timoteos 3:16).

      [Sayfa 19’daki pasaj]

      Tekvin kaydı, evrenin, nispeten yakın geçmişte kısa bir sürede yaratıldığını öğretmez

      [Sayfa 20’deki pasaj]

      “Başlangıçta Allah gökleri ve yeri yarattı” (Tekvin 1:1).

      [Sayfa 18’deki resim tanıtım notu]

      Evren: IAC/RGO/David Malin Images

      [Sayfa 20’deki resim tanıtım notu]

      NASA photo

  • Yaratılışa Olan İnancımı Nasıl Savunabilirim?
    Uyanış!—2006 | Eylül
    • Gençler Soruyor . . .

      Yaratılışa Olan İnancımı Nasıl Savunabilirim?

      “Sınıfta evrimden söz edildiğinde şimdiye kadar öğrendiklerimden tamamen farklı şeyler duydum. Gerçekmiş gibi anlatıldı ve bu benim gözümü korkuttu” (Ryan, 18).

      “On iki yaşlarımdayken öğretmenimin katı bir evrimci olduğunu hatırlıyorum. Hatta arabasında Darwinci olduğunu gösteren amblem vardı! Bu yüzden yaratılışa olan inancımı onunla paylaşmaya çekindim” (Tyler, 19).

      “Sosyal bilimler öğretmenim bir sonraki dersimizin evrim olacağını söylediğinde korkuya kapılmıştım. Ders sırasında, tartışmaya açık olan bu konuda ne tarafta olduğumu sınıfa açıklamam gerektiğini biliyordum” (Raquel, 14).

      BELKİ sen de sınıfında evrim konusu açıldığında Ryan, Tyler ve Raquel gibi kendini tedirgin hissediyorsun. ‘Bütün şeyleri Tanrı’nın yarattığına’ inanıyorsun (Vahiy 4:11). Etrafındaki her şeyde zekâ ürünü bir tasarımın kanıtlarını görüyorsun. Fakat okul kitapların ve öğretmenlerin, evrim sonucunda meydana geldiğimizi söylüyor. Bu konuyu “uzmanlarla” tartışabilecek durumda mısın? Tanrı hakkında konuşmaya başladığında, sınıf arkadaşların nasıl tepki gösterecekler?

      Eğer bu tip düşünceler seni endişelendiriyorsa, sakin ol! Yaratılışa inanan tek kişinin sen olmadığını unutma. Bugün evrim teorisini kabul etmeyen bazı bilim adamları bile var. Ayrıca birçok öğretmen de var. Amerika Birleşik Devletleri’nde, okul kitaplarının öğrettiklerinin tersine 5 öğrenciden 4’ü bir Yaratıcı’ya inanıyor!

      Yine de ‘Yaratılışa olan inancımı savunmam gerekirse ne diyeceğim?’ diye merak edebilirsin. Çekingen biri olsan bile bu konudaki tavrını açıkça ifade edebileceğinden emin olabilirsin. Ancak bu biraz hazırlık ister.

      İnandığın Şeyleri İncelemek Üzere Zaman Ayır

      Eğer İsa’nın takipçisi bir ana baba tarafından yetiştirildiysen, sırf sana öğretilenlerden dolayı yaratılışa inanıyor olabilirsin. Fakat artık büyüdüğünden inançlarını sağlam bir temele dayandırıp, “akıl gücünü” kullanarak Tanrı’ya tapınmak istiyorsun (Romalılar 12:1). Pavlus birinci yüzyıldaki Hıristiyanları ‘her şeyin doğruluğunu araştırmaya’ teşvik etmişti (1. Selanikliler 5:21). Peki ya sen yaratılışa olan inancından nasıl emin olabilirsin?

      Öncelikle Pavlus’un Tanrı hakkında ne yazdığına bakalım: “O’nun görünmez nitelikleri, . . . . dünyanın yaratılışından bu yana açıkça görülüyor, yaratılan şeyler yoluyla algılanabiliyor” (Romalılar 1:20). Bu sözleri aklında tutarak insan bedeni, yeryüzü, uçsuz bucaksız evren, okyanusun derinlikleri üzerinde düşünebilirsin. Böceklerin, bitkilerin, hayvanların şaşırtıcı dünyasında senin ilgini çeken neyse onu incele. Sonra “akıl gücünü” kullanarak kendine şunu sor: ‘Bir Yaratıcının var olduğuna beni ikna eden nedir?’

      Bu soruyu cevaplamak üzere Sam adında 14 yaşındaki bir genç, insan bedenini örnek verdi. O şöyle dedi: “Çok ayrıntılı ve karmaşık olmasına rağmen tüm parçaları bir arada büyük bir uyum içinde çalışıyor. İnsan bedeni evrimle meydana gelmiş olamaz!” 16 yaşındaki Holly de bu fikre katılıyor. Şunları diyor: “Bana şeker hastalığı teşhisi konulduğundan beri vücudumuzun nasıl çalıştığı hakkında çok şey öğrendim. Örneğin midemizin arkasına saklanan küçük bir organ olan pankreasın, kan ve diğer organların doğru işlemesinde oynadığı büyük rol çok şaşırtıcı.”

      Diğer gençler de konuya farklı bir yönden bakıyorlar. On dokuz yaşındaki Jared şöyle diyor: “Benim için bunun en büyük kanıtı, güzel şeylere hayranlık duymamız ve öğrenmeyi arzulamamız gibi manevi bir yönümüzün de olmasıdır. Bu özellikler yaşamak için gerekli olmadığından, evrim teorisi bunlara ihtiyacımız olmadığını öğretir. Oysa benim için bunun tek mantıklı açıklaması, yaşamdan zevk almamız için birilerinin bizi buraya koymuş olmasıdır.” Makalenin başında sözleri alıntılanan Tyler da benzer bir sonuca vardı. O şunları diyor: “Bitkilerin, yaşamın sürdürülmesindeki rollerini ve yapılarının karmaşıklığını düşündüğümde, bir Yaratıcının var olduğu sonucuna vardım.”

      Eğer bu konuda dikkatle düşünmüş ve gerçekten ikna olmuşsan yaratılış hakkında fikrini açıklaman daha kolaydır. O yüzden Sam, Holly, Jared ve Tyler gibi sen de Tanrı’nın eserleri üzerinde dikkatle düşünmek üzere biraz zaman ayır. Sonra bu şeylerin sana anlattıklarına kulak ver. Şüphesiz sen de elçi Pavlus gibi, sadece Tanrı’nın varlığının değil niteliklerinin de ‘yarattığı şeyler yoluyla algılanabileceğinin’ farkına varacaksın.a

      Mukaddes Kitabın Aslında Ne Öğrettiğini Bil

      Yaratılışa olan inancını savunman için Tanrı’nın yaptığı şeylere yakından bakmanın yanı sıra, bu konuda Mukaddes Kitabın aslında ne öğrettiğini de bilmen gerekir. Mukaddes Kitabın doğrudan söz etmediği konular üzerinde tartışmaya girmen gerekmez. Birkaç örneğe bakalım.

      ◼ Fen dersi kitabımda yeryüzünün ve güneş sisteminin milyarlarca yıldır var olduğu yazılı. Mukaddes Kitap dünyamızın ya da güneş sistemimizin kaç yıldır var olduğunu söylemez. Aslında bu, tüm evrenin ilk yaratma “gününden” milyarlarca yıl önce var olmuş olabileceği düşüncesiyle uyumludur (Tekvin 1:1, 2).

      ◼ Öğretmenim dünyamızın sadece altı günde yaratılmış olamayacağını söylüyor. Mukaddes Kitap altı yaratma ‘gününün’ her birinin gerçek anlamda 24 saatlik bir süre olduğunu söylemez. Bu konuda daha fazla bilgi için bu derginin 18-20. sayfalarına bakabilirsin.

      ◼ Sınıfımda hayvanların ve insanların zamanla değişime uğradıklarına dair birkaç örnek üzerinde konuşuldu. Mukaddes Kitap Tanrı’nın canlıları “cinslerine göre” yarattığını söyler (Tekvin 1:20, 21). Bu, yaşamın cansız bir maddeden türediği ya da Tanrı’nın evrim sürecini tek bir hücreyle başlattığı fikrini desteklemez. Yine de, her “cins”in kendi içinde büyük bir çeşitlilik potansiyeli vardır. Bu yüzden Mukaddes Kitaba göre her bir “cins”in içinde değişim olması mümkündür.

      İnançlarından Emin Ol!

      Yaratılışa inandığın için kendini kötü hissetmene ya da utanmana gerek yok. Kanıtlar göz önünde tutulursa zeki bir tasarımın ürünü olduğumuza inanmak tamamen makul hatta bilimseldir. Sonuçta mantıklı bir kanıt olmadan büyük bir güven duymayı ve mucizeler yapan biri olmadan mucizelere iman etmeyi gerektiren, yaratılış değil evrimdir. Aslında Uyanış! dergisinin bu sayısındaki diğer makaleleri de gözden geçirdikten sonra şüphesiz kanıtların yaratılışı desteklediğine ikna olacaksın. Akıl yetini kullanarak bu konuyu gözden geçirirsen, inancını sınıfında savunman konusunda kendinden daha emin olacaksın.

      Daha önce sözleri alıntılanan Raquel bunu anladı. O şunları diyor: “İnançlarımı kendime saklamamam gerektiğini anlamam birkaç günümü aldı. Öğretmenime, ilgisini çekmek istediğim kısımların altını çizerek Yaşam Nasıl Oluştu? Evrimle mi, Yaratılışla mı? kitabını verdim. Sonra bana, ona verdiğim kitabın evrim hakkında tamamen yeni bir bakış açısı edinmesine yardımcı olduğunu ve ileride bu konuyu öğretirken bu bilgiyi göz önünde bulunduracağını söyledi!”

      Başka “Gençler Soruyor . . . ” makalelerini www.watchtower.org/ype adresinde İngilizce olarak bulabilirsiniz.

      [Dipnot]

      a Birçok genç, Yaşam Nasıl Oluştu? Evrimle mi, Yaratılışla mı? ve Sizinle İlgilenen Bir Yaratıcı Var mı? gibi yayınlardan yararlanıyor. Her iki kitap da Yehova’nın Şahitleri tarafından yayımlanmıştır.

      ŞUNLARI DÜŞÜN

      ◼ Yaratılışa olan inancını okulda kolayca açıklamanın bazı yolları nelerdir?

      ◼ Her şeyi Yaratana duyduğun takdiri nasıl gösterebilirsin? (Elçiler 17:26, 27).

      [Sayfa 27’deki çerçeve]

      “KANIT ÇOK”

      “Yaratılış öğretisiyle büyümüş ama okulda evrim teorisini öğrenen bir gence neler söyleyebilirsin?” Bu soru Yehova’nın Şahidi olan bir mikrobiyoloji uzmanına soruldu. O nasıl yanıt verdi? Şunları dedi: “Bunu, Tanrı’nın varlığını kendine kanıtlamak üzere eline geçen bir fırsat olarak görmelisin. Sadece ana babandan öğrendiklerinden dolayı değil, sen kanıtları görüp bu sonuca vardığın için böyle düşünmelisin. Bazen öğretmenlerden evrimi ‘kanıtlamaları’ istendiğinde, bunu yapamayacaklarını fark ederler ve sırf kendilerine öğretildiğinden dolayı bu teoriyi kabul ettiklerini anlarlar. Sen de Yaratıcıya olan inancınla ilgili aynı duruma düşebilirsin. İşte bu nedenle Tanrı’nın gerçekten var olduğunu kendine kanıtlaman zaman harcamaya değer. Bu yönde kanıt çoktur. Ve bunları bulmak o kadar da zor değildir.”

      [Sayfa 28’deki çerçeve/resim]

      SENİ İKNA EDEN NEDİR?

      Bir Yaratıcının varlığına seni ikna eden üç şeyi buraya yaz:

      1. ․․․․․

      2. ․․․․․

      3. ․․․․․

Türkçe Yayınlar (1974-2025)
Oturumu Kapat
Oturum Aç
  • Türkçe
  • Paylaş
  • Tercihler
  • Copyright © 2025 Watch Tower Bible and Tract Society of PA
  • Kullanım Şartları
  • Gizlilik İlkesi
  • Privacy Settings
  • JW.ORG
  • Oturum Aç
Paylaş