Afrika’daki Katolik Kilisesi
KATOLiK Kilisesi Afrika’da on milyonlarca üyeye sahiptir ve çok önemli sorunlar içindedir. Geçen yılın başlarında 300’den fazla kilise lideri bu sorunlardan bazılarını tartışıp görüşmek üzere Vatikan’da (Roma), bir ay süren özel bir mecliste buluştu.
L’Osservatore Romano’daki habere göre, oturumun açılışında papa şöyle dedi: “Bugün ilk kez bütün kıtayı ilgilendiren Afrika Kilisesi Meclisi yapılıyor. . . . . Afrika’nın tümü bugün San Pietro Bazilikasında hazır bulunuyor. Roma Piskoposu derin sevgiyle Afrika’yı selamlıyor.”
Kabile Savaşı
Birçok kişinin bildiği gibi, Katolik Kilisesinin sorunları özellikle Afrika’nın, çoğunluğu Katolik olan Burundi ve Ruanda ülkelerinde büyüktür. 1994 yılının ilkbaharında yüz binlerce insan komşuları tarafından katledildiğinde, oradaki kabile savaşı uluslararası bir haber konusu oldu. Bir görgü tanığı şunları bildirdi: “Sırtlarında bebekleriyle öldürülen kadınları gördük. Çocukların çocuklar tarafından öldürüldüğünü gördük.”
National Catholic Reporter Katolik liderliğinin büyük ıstırabından bahsetti. Papanın, “nüfusu çoğunlukla Katolik olan ufacık Afrika [Burundi] ulusundaki çatışmalar hakkında son gelen haberler yüzünden ‘sonsuz acı’ duyduğunu” söyledi.
Ruanda’daki katliamlar Katolik liderliği açısından daha da zararlıydı. Aynı gazetede bir başlık şöyleydi: “Papa %70’i Katolik Olan Ülke Halkı Arasındaki Soykırımı Kınıyor.” Makale şu gözlemde bulundu: “Papanın söylediği gibi, Afrika ulusundaki çatışma, ‘maalesef Katoliklerin bile sorumlu olduğu katışıksız, hakiki bir soykırımı’ içeriyor.”
Ruanda’daki gaddarlıklar, tarihsel önem taşıyan Katolik meclisinin Roma’da toplandığı sırada gerçekleşmekte olduğundan, piskoposların dikkati doğal olarak Ruanda’daki durum üzerinde odaklandı. National Catholic Reporter şu gözlemde bulundu: “Ruanda’daki çatışma bir alarm niteliğindedir: Hıristiyan imanı Afrika’da kabileciliği aşacak kadar kökleşmemiştir.”
Bir araya gelen piskoposlardaki endişenin farkında olan National Catholic Reporter devamen şöyle dedi: “Bu konu [kabilecilik] meclis önünde Awka (Nijerya) piskoposu Albert Kanene Obiefuna tarafından ele alındı.” Obiefuna konuşmasında şu açıklamada bulundu: “Tipik bir Afrikalı, hem aile yaşamını hem de Hıristiyan yaşamını kabilesinin çıkarları çerçevesinde sürdürür.”
Sonra, Obiefuna, kuşkusuz Ruanda’yı düşünerek, meclis önünde yaptığı konuşmasına şöyle devam etti: “Bu zihniyet o denli yaygındır ki, Afrikalı için, bir karar verme durumuyla karşı karşıya kaldığında, Kiliseyi bir aile olarak algılayan Hıristiyan anlayışından ziyade, ‘kan sudan yoğundur’ atasözü geçerlidir. Su derken, Kilise ailesine kabul edilmek üzere kullanılan Vaftiz suları da kastedilebilir. Hıristiyanlığı benimsemiş olsa bile, Afrikalı için kan bağı daha önemlidir.”
Böylece piskopos, Katolik inancının Afrika’da, iman edenlerin İsa’nın yapmalarını öğrettiği gibi birbirlerini gerçekten sevdikleri bir Hıristiyan kardeşliği yaratmakta başarısız olduğunu itiraf etti. (Yuhanna 13:35) Bunun yerine, Afrikalı Katolikler için “kan bağı daha önemlidir.” Bu, kabile nefretini diğer her şeyin önüne koymalarıyla sonuçlanmıştır. Papanın kabul ettiği gibi, Afrika’daki Katolikler, yakın tarihte işlenen en kötü gaddarlıkların sorumluluğunu üstlenmek zorundadırlar.
Ayakta Kalmasının Tehlikede Olduğu Söyleniyor
Afrikalı piskoposlar, mecliste, Afrika’daki Katolikliğin ayakta kalması konusundaki korkularını ifade ettiler. Namibyalı bir piskopos olan Bonifatius Haushiku şöyle dedi: “Kilisenin mevcudiyetinin ülkemizde devam etmesini istiyorsak, kültür özümsenmesi sorununu çok ciddi olarak düşünmeliyiz.”
Benzer duygular ifade eden İtalyan Katolik basın ajansı Adista şöyle dedi: “Afrika’da İncille ilgili ‘kültür özümsenmesinden’ bahsetmek, Katolik Kilisesinin o kıtadaki mukadderatından, ayakta kalma ya da ayakta kalmama olasılığından bahsetmek anlamına gelir.”
Piskoposlar “kültür özümsenmesi” ile tam olarak neyi kastediyorlar?
Kilise ve “Kültür Özümsenmesi”
John M. Waliggo’nun açıkladığı gibi, “uzun zaman bu aynı gerçeği tarif etmek için uyum sağlama terimi kullanılmıştır.” Daha basit sözlerle, “kültür özümsenmesi,” kabile dinlerindeki geleneklerin ve kavramların, eski ayinlere, nesnelere, hareketlere ve yerlere yeni bir isim ve yeni bir anlam vererek Katolik törenlerine ve tapınmasına kazandırılması anlamına gelir.
Kültür özümsenmesi sayesinde Afrikalılar, kabile dinlerinin uygulamalarına, törenlerine ve inançlarına bağlı kalırken iyi namlı Katolikler olabilirler. Buna karşı herhangi bir itirazda bulunmak gerekir mi? Örneğin, İtalyan La Repubblica gazetesi şöyle sordu: “Avrupa’da Noel, 25 Aralık’a denk düşen Solis Invicti bayramına dayandırılmadı mı?”
Gerçekten, Toplumlara İncili Öğretme Kurulu’nun kardinali Josef Kardinal Tomko’nun dediği gibi, “Misyoner Kilisesi, terim kullanılmaya başlanmadan çok önce kültür özümsenmesi işini uyguluyordu.” La Repubblica’nın gösterdiği gibi, Noel kutlaması durumu çok iyi bir şekilde örnekliyor. Bu, aslında putperest bir kutlamaydı. New Catholic Encyclopedia’nın kabul ettiği gibi, “25 Aralık tarihi İsa’nın doğumuna değil, Romalıların gündönümünde kutladıkları güneş bayramı olan Natalis Solis Invicti bayramına denk düşüyor.”
Noel, kökeni putperestlikte olan birçok kilise geleneğinden sadece biridir. Aynı şekilde Üçlük, canın ölmezliği ve insan canının ölümden sonra sonsuz işkence görmesi gibi inançların kökeni de putperestlikte bulunmaktadır. On dokuzuncu yüzyılda yaşamış olan John Henry Kardinal Newman’in yazdığı gibi, “Kilise yöneticileri eski zamanlardan beri, gerektiğinde halkın mevcut ayinlerini ve geleneklerini benimsemeye, taklit etmeye veya onaylamaya hazırdılar.” Birçok kilise uygulamaları ve bayramlarını sıralayarak, “hepsi putperest kaynaklı olup Kiliseye kabul edilmekle takdis edildiler,” dedi.
Katolikler, Afrika’nın bazı kısımları gibi Hıristiyan olmayan bölgelere girdiklerinde, oradaki insanların zaten kilisedekilere benzer dinsel uygulamalara ve inançlara sahip olduklarını fark ederler. Bu durum, kilisenin, geçen yüzyıllar boyunca Hıristiyan olmayan uluslara ait uygulamaları ve öğretileri kabul edip Katoliklik’e sokmasından ileri geliyor. Kardinal Newman’in iddia ettiğine göre, böyle uygulamalar ve öğretiler “Kiliseye kabul edilmekle takdis edildiler.”
Dolayısıyla, L’Osservatore Romano, Papa II. Jean Paul’un geçen yıl Afrika’daki Hıristiyan olmayan ulusları ziyareti sırasında söylediği şu sözleri aktardı: “Cotonou’da [Benin, Afrika] vudu mensuplarıyla görüştüğümde, konuşmalarından Kilisenin kendilerine sunmak istediği ayinlerin, sembollerin ve tutumların zaten bir dereceye kadar onların düşünüşlerinde var olduğu anlaşıldı. Ancak birisinin gelip, bir anlamda zaten Vaftizden önce tattıkları ve yaşadıkları şeyleri vaftiz yoluyla uygulamak üzere eşiği aşması için onlara elini uzatacağı zamanı bekliyorlar.”
Siz Ne Yapmalısınız?
Kilisenin Afrika’daki uluslara hakiki, lekelenmemiş Hıristiyanlığı öğretmekteki başarısızlığının sonuçları feci oldu. Başka yerlerdeki milliyetçilik gibi, Katoliklerin birbirlerini katletmeleriyle sonuçlanan kabilecilik de varlığını sürdürdü. Mesih adına ne büyük bir yüz karası! Mukaddes Kitap, birbirini böylesine kanunsuzca öldüren insanları “İblisin çocukları” olarak tanıtıyor; İsa Mesih böyleleri hakkında şöyle dedi: “Yanımdan gidin, fesat işliyenler!”—I. Yuhanna 3:10-12; Matta 7:23.
O halde, dürüst yürekli Katoliklerin ne yapmaları gerekiyor? Mukaddes Kitap, İsa’nın takipçilerine, tapınmalarını Tanrı’nın gözünde temiz olmayan bir duruma getirecek her türlü uygulama ve inanç konusunda uzlaşma yapmaktan sakınmalarını ısrarla söylüyor. Mukaddes Kitap şöyle der: “İmansızlarla uygunsuz boyunduruğa girmeyin.” Tanrı’nın lütfunu kazanmak için, ‘ayrılmanız, Tanrı’nın gözünde murdar olan herhangi bir şeye dokunmaktan vazgeçmeniz’ gerekiyor.—II. Korintoslular 6:14-17.
[Sayfa 20’deki pasaj]
Papanın söylediği gibi, ‘Ruanda’daki savaş, maalesef Katoliklerin bile sorumlu olduğu, katışıksız, hakiki bir soykırımıdır’
[Sayfa 18’deki resim tanıtım notu]
Fotoğraf: Jerden Bouman/Sipa Press