Dünyaya Bakış
Su Bunalımı
Fransız L’Express dergisinin bildirdiğine göre, “bir şeyler yapılmazsa, 2025 yılından önce insanlığın üçte ikisi susuzluk çekecek.” Le Figaro gazetesi de şuna dikkat çekiyor: “Şu anda dünya nüfusunun dörtte biri içme suyunu doğrudan elde edemiyor.” Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO), su bunalımını görüşmek üzere Mart 1998’de Paris’te uluslararası bir konferans düzenledi. Fransa cumhurbaşkanı da dahil, 84 ülkeden gelen 200’den fazla delege, dünyanın su stoklarını korumanın yollarını görüştü. Dikkat çekilen sorunlardan biri, tarımda verimsiz sulama sistemleri ve su kaçıran borular nedeniyle suyun genellikle boşa gitmesiydi. Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, suyun insanoğlunun ortak mirası olduğunu ve bu nedenle de dünya bazında ele alınması gerektiğini vurguladı.
Bürolarda Kahve Fincanı Alarmı
The Toronto Star’ın bildirdiğine göre, “Kolibasili gibi korku salan bakterileri de içeren minik başbelaları nüfus patlaması yaşıyor, çünkü çoğu büroda insanlar, fincanlarını dikkatle yıkamıyor ve eviyelerle mutfak tezgâhlarını titizlikle dezenfekte etmiyor.” Charles Gerba ve Ralph Meer adlı araştırmacılar 12 büroda kahve fincanlarını ve kahve yapımında kullanılan malzemeleri testten geçirdiler. Fincanların yaklaşık yüzde 40’ı ve büro eviyelerinde bulunan bulaşık süngerlerinin yaklaşık yüzde 20’si, koliform basili ve ara sıra da tehlikeli olabilecek kolibasili barındırıyordu. Gerba, “bu bulgular genellikle sağlıksız koşulların göstergesidir” diyor. Raporun vardığı sonuç şöyle: “Bulaşık makinesi yoksa, fincanlar sıcak, sabunlu suda yıkanmalı ve çamaşır suyu katılmış su ile ya da bir dezenfektan ile mikroplardan arındırmalı. Bulaşık bezleri ve süngerleri devamlı olarak temizlenmeli.”
Çocuklar Basit Keyifleri Tercih Ediyor
Çocuklarınızın gözünde nasıl iyi bir anne olabilirsiniz? Whirlpool Foundation adlı vakfın, 6 ila 17 yaşlarındaki 1.000 Amerikalı çocuğu kapsayan bir anketinde, çocukların çoğunun anneleriyle gündelik, basit şeyler yapmayı, esas itibarıyla “sadece birlikte olmayı” tercih ettikleri görüldü. Çocukların en sevdikleri şey anneleriyle “birlikte yemek yemek.” İkinci sırayı paylaşan tercihler ise, “birlikte yemeğe” ya da “alışverişe çıkmak.” Bunun hemen ardından gelen üçüncü tercih de “baş başa oturup konuşmak.” Çocukların annelerine teşekkür etme yolları konusundaki ilk tercihleri de basit. Yüzde yetmişi çoğunlukla annelerine “sarılıp öpücük verdiklerini” söyledi. Sevdikleri diğer teşekkür yolları ise, “seni seviyorum” ya da “teşekkür ederim” demekti.
Sürücüler İçin Kirlilik Tehlikesi
Londra’da çıkan The Times’ın haberine göre, “Sıkışık trafikte arabasında oturan bir sürücü, bisiklet kullananlara ya da yayalara oranla üç kat, otobüs yolcularına oranla da iki kat fazla kirli hava soluyor. Avrupa Çevre Politikası Kurumunca yürütülen bir araştırma, yavaş akan trafikte otoyolun orta kısmında sıkışıp kalmış motorlu araç sürücülerinin “büyük miktarlarda zehirli gaz karışımı” soluduklarını ortaya koydu. Çevre savunucusu Andrew Davis, geleneksel düşünüşün tersine, araba sürücülerinin koruyucu maskelere yolun kenarından giden bisiklet kullanıcılarına oranla daha çok ihtiyacı olabileceğini söylüyor.
Sığırlara Konfor
Kanada’da çıkan The Globe and Mail, mandıralardaki ahırlarda, doğranmış kauçukla ya da araba lastiğiyle doldurulmuş yatakların kullanılmaya başlandığını bildiriyor. Beş santimetre kalınlığındaki bu yatakların, ineklerin süt verme dönemini uzatabileceği ve süt verimini artırabileceği düşünülüyor. Habere göre, “mandıra inekleri, ömürlerinin büyük bir bölümünü beton üzerinde geçiriyor” ve bu da bacaklarının hasar görmesine ve ayaklarının ağrımasına yol açıyor. Yataklar, bacak ve ayak sorunlarını azaltmakla kalmayıp, dinlenmek için aniden dizleri üzerine çömelip yattıklarında dizleri için tampon görevi de yapıyor. Yatak üreticilerinden biri, bu fikirle, ineklere sanki yemyeşil bir çayırda uzanıyormuş hissi verildiğini söylüyor.
İspanyol Çocukları ve TV
Europa Press’in bir haberinde, Birleşmiş Milletler Çocuk Fonu İspanyol Heyeti’nden Carlos María Bru’nun, İspanya’da TV izleyen çocukların on yaşına gelene dek ortalama olarak 10.000 cinayet ve 100.000 saldırı eylemine tanık olabildiği görüşüne yer veriliyor. Buna ek olarak, Profesör Luis Miguel Martínez de, 4 ila 12 yaşlarındaki İspanyol çocuklarının yüzde yetmiş beşinden fazlasının günde en azından iki buçuk saat televizyon izlediğine ve çocukların neredeyse dörtte birinde bu sürenin günde dört saati geçtiğine dikkat çekiyor. Habere göre, ortalama olarak “çocuklar TV önünde yılda 937 saat harcıyorlar ve bu, her yıl okulda geçirdikleri 900 saatten fazla bir süre.” Complutensian Üniversitesi Bilgi İletişim Bölümü’nden Ricardo Pérez-Aznar’a göre TV’deki şiddet, toplumdaki şiddeti artırabilen bir grup sosyolojik etken arasında yer alıyor.
Çin Tarihine Daha Eski Bir Başlangıç
Uzun süre, Çin tarihindeki en eski kaydın, Batı Zhou hanedanının Gong He çağının ilk yılı olan MÖ 841 olduğu düşünülmüştü. Ancak, China Today’in haberine göre, bir süre önce, güneş tutulmasına değinen daha eski bir kayıt bulundu. Kayıt, bu güneş tutulmasıyla Zhou hanedanından Kral Yi’nin ilk yılı arasında bağlantı kuruyor. Bilim adamları ve tarihçiler söz konusu tutulmanın MÖ 899’da olduğunu saptadılar. Böylece kayıtlı Çin tarihinin başlangıç noktası yarım yüzyıldan fazla geriye atılmış oldu. Outline of the History of the Chinese People adlı kitap, “yazılı Çin tarihinde, 20. yüzyıla gelene dek hiçbir kesinti olmadığını” belirtiyor. Kitap, bu tarih kaydı için “Çin’in tüm insanlığın uygarlık tarihine yaptığı en büyük katkılardan biri” ifadesini kullanıyor.
Şaşırtıcı Kokular
Şarap yapımcıları bir şarabı diğerinden ayıran aromaların önemini uzun zamandır bilirler. Şimdi, bilim adamları, daha iyi şaraplar geliştirmek amacıyla şarabın benzersiz rayihasına katkıda bulunabilecek 500 ya da daha fazla kimyasal maddeyi sınıflandırıyorlar. New Scientist dergisi, bilim adamlarının duyarlı burna sahip kişilerden yardım istediklerini söylüyor. Hassas koku alan bu kişilerden oluşan gruplar, bazı şarap bileşenlerinin kendine has kokularını, soğan, bal, kuşkonmaz, tütün, çikolata ve kuru incir kokularına benzetti. Daha şaşırtıcı bazı aroma çağrışımları içinde, “kokmuş çorap, çürük yumurta, yanmış kauçuk” gibi kokular da vardı. Belirli bir şarap mayası bir aroma çıkarırsa, bu çeşitli şekillerde yorumlanabilir. Araştırmacı Jane Robichaud şöyle diyor: “Mayanın, şarabın karmaşıklığını artırması ya da terle ıslanmış eyer keçesi gibi kokması kişinin [aromaya karşı] ne kadar duyarlı olduğuna bağlı.”
Gölgede Güneş Yanığı
Avustralya Queensland Tıp Araştırmaları Enstitüsü’nün yaptığı incelemeye göre, bir ağacın ya da plaj şemsiyesinin altında gölge bir yere sığınmak, büyük olasılıkla ultraviyole ışınlarından tam bir korunma sağlamıyor. The Canberra Times’ın haberinde, açık havada gölgede duran birinin, yayılan ultraviyole ışınlarına maruz kalmaya devam ettiği belirtiliyor. Araştırmanın fikir babalarından olan biyokimyacı Dr. Peter Parsons şu uyarıda bulunuyor: “Eğer kıta Avustralyası’nın tüm başkentlerinde, gün ortasında direkt yaz güneşine maruz kalmayla ilgili tavsiye edilen en üst sınır 10 ila 12 dakika ise, gölgede duran ya da yatanlarda, bir saaten az bir zaman içinde, güneşten [ultraviyole B radyasyon] kaynaklanan çeşitli derecelerde yanıklar oluşacaktır.” Kışın ve bulutlu günlerde bile oldukça büyük miktarda ultraviyole radyasyonu mevcuttur. Dr. Parsons, genel bir kural olarak şöyle diyor: “Gökyüzünü ne oranda görebiliyorsanız, risk o oranda artar.”
Bulgaristan’da Kan Semineri
Bulgaristan’ın Sofya kentinde, 1998 yılının başlarında, ameliyat sırasında gereksiz kan kaybının önlenmesini ve kan nakline alternatif teşkil eden diğer yöntemlerin kullanımını vurgulayan bir seminer düzenlendi. Seminere Bulgaristan’ın her yerinden katılan doktorlar, sekiz ülkeden gelen kan uzmanlarının katıldığı bir panelde görüş alışverişinde bulunma fırsatına sahip oldu. Sofya’dan Profesör Ivan Mladenov, önceki rejim döneminde, ‘kirli kan ya da kanla bulaşan virüsler hakkında yok denecek kadar az şey bilindiğini’ ve ‘bu konuyla ilgili hastalardan gelen soruların, tıbbi bakımı reddetmeye varabilecek kötü bir davranış olarak görüldüğünü’ belirtti. Seminere katılanların verdiği karşılık, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin de açıkça onayladığı gibi, hastanın kendi kararını verme ve bilinçli rıza hakları konusunda Bulgaristan’da giderek artan bir bilinçlenmenin yansımasıydı.