Teknoloji Dünyayı Savaşa İtiyor
Teknoloji bu eski “korku dengesi”ni değiştirmiştir. Günümüzdeki güdümlü füzeler geçmiştekilerden çok daha hedefini şaşmaz niteliktedir. Böylece artık sadece şehirleri hedef alacak şekilde değil, birçok füzeler başka füzelere isabet edecek şekilde de ayarlanabilir. Çok geliştirilmiş bilgisayarlarla yapılan yönlendirme sistemleri bu hedeflerle ilgili değişiklikleri getirmiştir. Bunun sonucu ne olmuştur? Şimdi askeri düşünüşte, “Karşılıklı Harabiyet Güvencesi”nin yerine, Counter-force (karşı kuvvet) stratejisi yer almıştır, yani teorik olarak, nükleer savaş artık caydırılmaz, ancak savaşılıp kazanılır.
Fakat taraflardan biri nükleer savaşı kazanmayı nasıl ümit edebilir? İlk saldıran olarak düşmanın şehirlerini değil, füzelerini yok etmekle. Sonra da, bu teoriye göre, düşmanın durumu, ilk saldıran tarafın merhametine kalır ve verilen ültimatomları kabule mecbur edilir.
Bu tip bir düşünce tarzı size tehlikeli gibi geliyor mu? Birçok uzman böyle düşünüyor. Uluslararası Stockholm Barış Araştırma Enstitüsünden Doktor Frank Barnaby şöyle diyor: “İki büyük gücün öncelikle karşı kuvvet stratejisine dayanmaları, nükleer bir dünya savaşı tehlikesini daha da büyütmektedir. Politik liderlerin böyle bir savaşı önleme arzularına rağmen, kontrolsüz bir askeri teknoloji atom çağının çıkmazı nedeniyle bizi oraya doğru itiyor.”
1980’lerde artık güdümlü füzeler hedeflerini şaşmaz hale getirildikçe, dünyadaki durum giderek daha tehlikeli olmaya başladı. New York Times gazetesi’nin belirttiği gibi, ABD’nin 1960’lardaki savunma bakanı Robert McNamara “Amerikan nükleer kuvvetlerini Sovyet nükleer kuvvetlerini tehdit edebilecek güce getirmeye karşı çıkmıştı. Bir kriz halinde iki süper güçten birinin veya ikisinin birden, füzelerinin, ani bir hücumda yara alabileceklerini düşündükleri zaman, bu durum onları ateşlemek için duyulan baskıları karşı konulmaz hale getireceğini söylemişti.” McNamara’nın kabusu artık gerçekleşmek üzeredir.
Karşı kuvvet düşüncesi, dünyayı savaşa itebilir mi? Yakın geçmiş tarih itebileceğini gösteriyor. Örneğin, 1922’de ABD, Japonya ve Büyük Britanya arasında imzalanan zırhlı savaş gemisi yapımını sınırlamayı kabul eden Washington Deniz Antlaşmasının sonuçlarını hatırlayalım. Siyasal Bilimler profesörü Charles Fairbanks’a göre, bu antlaşma, silahlanma yarışını durduracağı yerde, o zamanın tüm büyük donanmalarının komutanları olan amirallerin gözünden kaçmış olan yeni bir silahın, yani uçak gemisinin ortaya çıkmasına yardımcı olmuştur. Pearl Harbor baskınının (ABD İkinci Dünya Savaşına girmesine neden olan Japonların Hawai’ye hava saldırısının) gösterdiği gibi kriz anında uçak gemisi zırhlı savaş gemisine oranla ilk saldırıyı teşvik eden bir silah olmuştur. Dolayısıyla bu yeni silah, savaşın patlak vermesi olasılığını artırmıştır.
Modern füzeler gibi, o zaman uçak gemileri de savaş gemilerinin ağır zırhlarına sahip olamdıkları ve yanıcı maddelerle dolu oldukları için, düşman hücumlarına karşı daha hassastırlar. Modern füzeler gibi, uçak gemileri de, uçaklar ile ilk saldırıyı yaparken, emin bir uzaklıkta oldukları takdirde, çok etkili oluyorlar. 1941’de ABD ile Japonya arasındaki ilişkiler bozulunca, Japonlar ilk saldırı yapmanın çekiciliğine dayanamadılar. Eğer ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki ilişkiler bozulmağa devam ederse, ne olacak? Tarih tekrarlanacak mı?
LASERLER, UYDULAR VE YANLIŞ ALARMLAR
Bir yıl içinde bir bilgisayar, sadece bir değil, üç kere, Sovyet füzelerinin Amerika’ya doğru yola çıkarıldığını haber verdi. Derhal FB-III ve B-52 bombardıman uçaklarının uçuş ekipleri uçaklarının motorlarını çalıştırdılar. ABD’nin nükleer denizaltıları ile Amerika’nın 1.000 Minuteman füze depolarındaki personel alarma geçirildi. Her defasında da bilgisayarın uyarısı yanlış çıktı. İki keresinde, bu yanlış alarmın nedeninin 46 sent’lik bir elektrik devresinde olduğu ortaya çıkarıldı. Bombardıman uçaklarına, denizaltılara ve füze ekiplerine bir dahaki sefere kadar geri çekilmeleri emri verildi.
New York Times gazetesi “burada başarısızlığa uğrayan, elektronik cihazlar değil, makul düşüncedir” dedi. Bazı askeri kaynaklar, bir misilleme yapamadan şüpheli füzelerin gelmesini beklemeyi artık göze alamayacaklarını düşünüyorlar. Sonuç olarak, yanlış alarmlar nedeniyle gerçek karşı hücumları başlatma tehlikesi gittikçe büyümektedir. Karşı kuvvet düşüncesinin hâkim olduğu bu dengesiz dünyada bir yanlışlık sonucu Üçüncü Dünya Savaşı başlayabilir. Bu durum pek güven verici değildir, değil mi?
Teknoloji, askeri dünyayı, başka yönlerden de dengesiz duruma getiriyor. İşte bunlardan bazıları:
Denizaltı Savaşı: Artık sadece karada üslenmiş füzeler, başka füzeleri yok edecek derecede hedefi şaşmaz yapılmıyor. Amerika’nın donanmasının yeni Trident füzeleri gibi, denizaltılardan atılabilen füzeler de aynı derecede hedefi şaşmaz olmuştur. Aynı zamanda, hem Amerika Birleşik Devletleri, hem de Sovyetler Birliği her tür denizaltının yerini tesbit eden aygıtlar ve “avcı-vurucu” denizaltılar üzerinde sıkı bir şekilde çalışıyorlar. Fakat eğer nükleer denizaltılar “ilk saldırı”dan etkilenirse, ne olacak? Dr. Barnaby’e göre, “o zaman kendini korumak için ilk nükleer hücumu yapma seçeneği adeta karşı konulmaz olacaktır.”
Uydu Savaşı: Uydular günlerimizdeki askeri kuruluşların gözleri ve kulaklarıdır. Bu çok gergin çağda uydular, düşman füzelerinin ateşlendiğini, mümkün olan en kısa zamanda haber vermeye veya silahsızlanma antlaşmalarının tutulup tutulmadığını anlamaya yarar. Bütün askeri haberleşmenin yüzde 70 ile 80’i uydular kanalı ile yapılıyor. Uydular bu derece önem kazandıklarından, bazı gözlemcilere göre, “bir devletin uydularına yapılacak bir saldırı, bütün haber alma sistemini sakatlayacağı için, çok büyük bir ihtimalle nükleer güçlerle yapılacak topyekûn saldırıya yol açabilecektir.” Böyle bir hücum mümkün müdür?
Science 80 dergisindeki bir haber “geçtiğimiz 12 yıl içinde Sovyetler Birliğinin, değişik zamanlarda, en azından 15 avcı-vurucu uyduyu yörüngeye yerleştirdi”ğini söylüyor. Karşılık olarak ABD’de F-15 savaş uçağından ateşlenebilecek bir uydu füzesi geliştiriyor. Çok uzak yörüngedeki bir uyduyu bile anında çalışmaz hale getirebilen, hatta yok edebilen bu yeni silahlar, özellikle gözdağı vericidirler. Bunlar ne gibi silahlardır?
SADECE KURGU BİLİM Mİ?
Uçuş halinde olan bir füzeyi yok edebilen bir ışın topunun ancak kurgu bilimin bir kısmı olabileceğini zannediyorsanız, düşüncenizi değiştirmelisiniz. Bu tür silahlar zaten yapılmıştır. 1973’ten beri sürdürülen denemelerde laser topları, uçak ve füzeleri havada vurdular. ABD Hava Kuvvetleri, bir yük uçağını, denemelerde yüksek irtifalarda kullanmak üzere muazzam deneysel laser ışını toplarıyla donatmıştır. Sadece ABD, laser silahlarını geliştirmek için, bir milyar doların üzerinde harcama yapmışlardır. Sovyetlerin de, aynı derecede ilerlemiş oldukları iddia edilmektedir.
Gerçi yerde üslenmiş bir laser ışın topunun yüksek irtifadaki bir uyduyu düşürebilmesi, ancak uzun bir süre sonra gerçekleşecektir, zira böyle bir laser topunun muazzam bir enerjiye ihtiyacı olacaktır; ama öte yandan New Scientist dergisine göre, “çok daha az enerji . . . . bir uydunun kızılaltı yoklayıcılarını yok edebilir ve uyduyu kör edebilir. Bu ise, düşmanın karşı tarafın füzelerinin ateşlenmesini sağlar.” Bu kudrete sahip laser topları zaten yapılabiliyor; bu ise, sinirleri gergin dünyamıza daha da güvensizlik getirmektedir.
Tabii bu, kesinlikle dengesizliğe yol açan askeri teknolojideki ilerlemelerin tam bir listesi değildir. Yavaş olmalarına rağmen, herhangi bir Kıtalararası Balistik Füze’den çok daha hedefi şaşmaz olan “Cruise” füzeleri, bir karşı kuvvet silahı olarak kabul edilebilirler. Bu füzeler, küçük askeri hedeflere saldırmak için çok kullanışlıdır. “Nötron bombası”, az sayılacak oranda maddi hasara yol açarken, radyasyonla insanları öldürecek şekilde planlanmıştır. Sinir gazlarının savaşlarda kullanımı 1925’ten beri yasaklanmış olmasına rağmen, bazı askeri yetkililer, “kalitesi geliştirilmiş” yeni sinir gazlarının kullanılmasını destekliyorlar! Aynı zamanda şirpençe gibi mikropların kullanılacağı Biyolojik savaştan da sözediliyor. Bununla beraber teknoloji, dünyayı 3. Dünya Savaşına doğru iten tek etken değildir.