Yeni Keşif Çağı
BİR UZAY MEKİĞİNİN fırlatılışını hiç televizyonda seyrettiniz mi? O roketlerin büyüklüğünü hiç merak ettiniz mi? Acaba uzay mekiğinde astronotlar için ne kadar yer var? Amerika Birleşik Devletlerinin Florida eyaletinde, Kennedy Uzay Merkezi olarak da bilinen Cape Canaveral üssündeki Spaceport USA uzay merkezini bizzat ziyaret ederek görme fırsatını buldum.
Bütün uzay araçlarının fırlatılışını TV’den izledim; özellikle 1969 yılında Ay’a yapılan ilk Apollo uçuşu beni çok heyecanlandırmıştı; bu nedenle kendimi, Orlando’nun (ABD) doğusuna doğru arabayla bir saatlik mesafedeki bu olayın merkezinde bulmak, benim için müthiş bir tecrübeydi. Arabamızı park yerine doğru sürerken, eskiden insan ve makineleri uzaya göndermekte kullanılmış olan roketleri uzaktan gördüm. Oradaki Rocket Garden’ın (Roket Bahçesi) yanındaki pistte, yer-yörünge çalışmalarında kullanılmış mekik uyduların gerçek ölçülerine göre yapılmış bir kopyası duruyordu. Bunun adı, “elçi” anlamına gelen, Ambassador’du ve sadece bir kopya olmasına rağmen, onu görmek, ziyaret etmek ve fotoğrafını çekmek gerçekten etkileyiciydi. Kuyruk yüksekliği 17 metre olan bu uydunun uzunluğu 37 metre ve kanat açıklığı ise, 24 metreydi.
Tarih 22 Kasım 1991, günlerden Cuma idi. Bir fırlatma rampasını yakından görmek için sabırsızlanıyordum. Özellikle 24 Kasım Pazar günü fırlatılacak olan Atlantis uzay mekiğinin beklediği rampanın yanına gitmek istiyordum. Buna benzer başka rampalar da vardı, fakat onlar sergi alanından birkaç kilometre uzaktaydılar. Böylece, roketlerin yapıldığı ve fırlatıldığı tesisleri gezmek için idarece düzenlenen otobüs turuna katıldım.
İlk durağımız Uçuş Ekibi Eğitim Binası idi. Burada, 1969 yılında Ay’a yapılan o tarihi yolculukta kullanılan hizmet ve ay modüllerinin kopyalarını gördük. Ay modülü gerçekten çok çirkin görünümlü bir düzenekti—onda tipik bir uzay aracındaki yumuşak hatlar ve biçim yoktu. İlk bakışta, örümceğinki gibi bir dizi bacaklar takılmış, küpler ve piramitlerden oluşmuş bir yığın görünümü veriyordu. Fakat onun ikizi Ay’a iki insan indirebilmişti.
Temmuz 1971’de Apollo 15 Ay’a inmişti ve astronotlar Scott ve Irwin de bu Ay aracını indirmişlerdi. 15 milyon dolara mal olan bu araç, belki de şimdiye kadar imal edilmiş en pahalı cipti. Eğer bu cipi kullanmak isterseniz, yapmanız gereken şey sadece Ay’a gitmektir—çünkü ay modülü iniş kısmıyla birlikte orada bırakıldı! Fakat yanınıza yeni bir akü almayı unutmayın, çünkü cipin aküsü çoktan beri bitmiş durumdadır.
Turumuzun bir sonraki durağı VAB (Araç Montaj Binası) idi. Bu uzay merkezinde kısaltmalara alışmanız gerekiyor; çünkü her şeyde kullanılıyorlar. Daha sonra tanıştığım Chris adlı kişi Apollo projesinde mühendis olarak çalışmıştı ve şunları söyledi: “Başka bir bölüme tayin edilmiştim ve kullanılan kısaltmalar benim bildiklerimden çok farklı olduğu için aylarca birçok şeyi anlayamadım!” Acaba bu VAB’ın özelliği neydi? 160 metre yüksekliği (52 katlı bir gökdelen kadar), 158 metre genişliği ve 218 metre uzunluğuyla belki de dünyanın en büyük hacimli binası olabilirdi. 3 hektarlık bir alan üzerine kurulmuştu. Yayıldığı alanın bu kadar geniş olması gerekiyordu, çünkü burası, fırlatma araçlarının, fırlatma rampasına kadar olan yavaş ve zahmetli yolculuklarına çıkmadan önce monte edildikleri yerdi. Bununla ilgili ayrıntılara sonra değineceğim.
Yetkililer bize VAB’ın içinin dört tane Satürn V roketinin aynı anda monte edilebileceği kadar büyük olduğunu söylediler. Apollo uzay gemisini taşımak üzere tasarlanmış bu roketlerin yüksekliği 111 metreydi. The Illustrated History of NASA adlı kitap şunu açıklıyor: “Ateşlemeden sonra yükselen roketin toplam ağırlığı 2.900 ton gibi korkunç bir büyüklükteydi. Fakat Satürn V’in yaklaşık 3.500 tonluk itme kuvveti oluşturan motorları, bu korkunç ağırlığı kolaylıkla kaldırabilmekteydiler.”
Bu devasa binanın tepesine doğru baktığımda, çatının üstündeki havanın yukarı yükselmesinden yararlanan şahinlerin daireler çizerek süzüldüklerini gördüm. Bu bana, uzay merkezinin, pek çok kuş, sürüngen ve diğer hayvan türlerinin barındığı doğal bir yabani hayat ortamının içinde yer aldığını da hatırlattı. Otobüsle giderken, bir ağacın tepesine yakın bir yerine kondurulmuş, yaklaşık iki metre derinliğinde büyük bir kartal yuvasının yanından geçmiştik. İnsanoğlunun uzay uçuşlarındaki en büyük başarılarından bazılarını gerçekleştirdiği yerde kartalların uçuyor olması aslında uygun bir rastlantıydı.
Bir sonraki durağımız, uzaktan birkaç fırlatma rampasını görebileceğimiz bir gözlem alanı olacaktı. Fakat şu büyük soru hâlâ cevapsızdı: Bu devasa roketleri, 5 kilometreden uzaktaki fırlatma rampalarına nasıl taşıyorlardı? Bu amaçla, benim o ana kadar gördüğüm en büyük çekicileri kullanıyorlardı. Bu ağır ağır yürüyen taşıyıcılar 6.600 ton ağırlık taşıyabilmekteydiler. Her biri bir futbol sahasının yarısı kadardı ve ağırlıkları 2.700 tondu. Bu canavarlardan sakın sürat rekorları kırmalarını beklemeyin. Yüklü oldukları zaman azami hızları saatte 1,5 kilometre, yüksüzken ise, saatte sadece 3 kilometre kadardı. Platform, taşıyıcının köşelerinde bulunan çift paletli dört çekici tarafından taşınıyordu. Her palette tanesi bir ton gelen 57 kelepçe vardı.
Şimdi, her bir fırlatma rampasına giden ve yürüyen platformun, roketin ve uzay aracının korkunç ağırlığını taşıyabilecek nitelikte yapılmış olması gereken özel yolları gözünüzün önüne bir getirin.
Ya mekiğin yeryüzüne dönüşü nasıl oluyor? Uydu, bir yere inmek zorunda, fakat Cape Canaveral üssündeki bu “yer” alelade bir havaalanı iniş pisti değil. Boyutları, ortalama büyüklükteki bir havaalanının pistinin eni ve boyunun iki katıdır. Uzunluğu 4.600 metre olan pistin her iki ucunda 300 metrelik birer ek pist de var. Eğer koşullar iniş için uygun değilse, mekik o zaman rotasını 3.200 kilometre batıdaki Kaliforniya çölünde bulunan Edwards Hava Üssüne çevirir.
Projenin tamamı bunaltıcı bir büyüklüğe sahipti ve akla bir takım sorular getiriyordu. Acaba insanoğlu uzay araştırmalarında neler başarmıştı? Bu araştırmaların yararları nelerdir? Ayrıca gezegenlerarası uçuşlar için ne gibi ümitler var? Acaba insan Mars’a inebilecek mi?