Watchtower ONLINE KÜTÜPHANE
Watchtower
ONLINE KÜTÜPHANE
Türkçe
  • KUTSAL KİTAP
  • YAYINLAR
  • İBADETLER
  • g 10/00 s. 4-11
  • Kusursuz Bir Toplum Arayışı

Bu kısım için bir video yok.

Üzgünüz, video yüklenirken bir hata oluştu.

  • Kusursuz Bir Toplum Arayışı
  • Uyanış!—2000
  • Altbaşlıklar
  • Benzer Malzeme
  • Öjenik Uygulamada
  • Toplumu Bilim Yoluyla Değiştirmek
  • Ismarlama Bebekler mi?
  • Gelecekle İlgili Kaygılar
  • Kusursuz Bir Toplum
  • Genlerimiz Kaderimizi Belirler mi?
    Uyanış!—1997
  • “Talimatlar” Nereden Geldi?
    Yaşamın Kökeni Hakkında Beş Önemli Soru
  • DNA: Hayat Kitabı
    Uyanış!—2015
  • DNA “Mavi Kopya”—Mükemmel Bir Yapı
    Uyanış!—1984 (Bilimsel Seri 9-12)
Daha Fazla
Uyanış!—2000
g 10/00 s. 4-11

Kusursuz Bir Toplum Arayışı

AĞRISI, hastalığı ve sakatlığı olmayan insanlarla dolu, daha iyi bir dünya görmek ne şahane olurdu! Suç veya çatışmanın olmadığı küresel bir toplum. Ölümsüz bir insan ailesi.

Böyle hedeflere ulaşmak için, insanlarda büyük değişiklikler gerekeceği açıktır. İnsan ırkının nasıl daha iyi duruma gelebileceği konusunda yürütülen fikirler yeni değildir. Yaklaşık 2.300 yıl önce Yunanlı filozof Platon şöyle yazdı: “Her iki cinsiyetten de en iyi olan en iyiyle mümkün olduğunca sık, aşağı seviyeden olan da aşağı seviyedekiyle mümkün olduğunca seyrek çiftleşmelidir.” Ancak çok yakın zamanlarda insan soyunu geliştirme çabaları ciddi şekilde başladı. Bu araştırma alanına öjenik dendi.

“Öjenik” terimi 1883’te, İngiliz bilim adamı ve Charles Darwin’in kuzeni Sir Francis Galton tarafından türetildi. Bu sözcük, “soylu” veya “iyi soydan gelen” anlamındaki Yunanca terimlerden türetilmiştir. Galton, seçici bir üretim sayesinde çeşitli bitki ve hayvanların bazı istenilen nitelikleri edinebileceğini biliyordu. İnsanlık da benzer yöntemlerle geliştirilemez miydi? Galton geliştirilebileceğine inandı ve şöyle muhakeme yürüttü: At ve sığır yetiştirmek için ayrılan para ve harcanan çabanın küçük bir kısmı “insan soyunun geliştirilmesi” için harcansaydı, sonuçta “bir dehalar topluluğu” oluşacaktı.

Darwin’in yazdıklarından etkilenen Galton, insanların kendi evrimlerini kontrol etme zamanının geldiğini düşündü. 20. yüzyılın başlarında Galton’ın düşünceleri hem Avrupa hem de Amerika’daki politikacılar, bilim adamları ve akademisyenler arasında çok popüler oldu. Güçlü bir devletin lideri, kendi günlerindeki yaygın düşünceleri yansıtarak şöyle yazdı: “Toplum, soysuzlaşmış olanların kendi türünü çoğaltmasına izin veremez. . . . . En iyi cins hayvanının üremesine izin vermeyip, en kötü cins hayvanının çoğalmasına meydan veren çiftçiler, akıl hastanesine yatırılması gereken kişiler olarak görülür. . . . . İstenilen cinsten iyi vatandaşların dünyada başlıca görevlerinin geride bir soy bırakmak olduğunun ve istenilmeyen cinsten vatandaşların varlığını sürdürmesine izin veremeyeceğimizin bir gün farkına varacağız.” Bu sözleri yazan, ABD’nin 26. başkanı Theodore Roosevelt’tir.

Hem Britanya hem de Amerika’daki fuar ve sergilerde, bir dizi içi doldurulmuş kobayın sergilendiği dikey bir pano kullanılarak kalıtım kanunları anlatıldı. Bu kobaylar, tüy renginin bir nesilden bir sonraki nesle kalıtımla geçişini gösterecek şekilde sıralanmıştı. Bu sergilerle anlatılmak istenenler, beraberinde yazılı metin verilerek açıklanıyordu. Bir grafikte şunlar yazılıydı: “Kobaylarda rengin kalıtımla geçmesi gibi; insanlarda da, geri zekâlılık, epilepsi (sara), suç, delilik, alkolizm, yoksulluk ve buna benzer çok sayıda bozuk özellik aile içinde görülmekte ve tamamen aynı yolla geçmektedir.” Sergilenen başka bir afişte şöyle soruluyordu: “Biz Amerikalılar, domuzlarımızın, tavuklarımızın ve sığırlarımızın soy ağacı için bu kadar çok özen gösterirken, çocuklarımızın soyunu şansa mı bırakacağız?”

Öjenik Uygulamada

Bu düşünceler sadece kuramsal düzeyde kalmadı. Kuzey Amerika ve Avrupa’da on binlerce “istenmeyen” kişi kısırlaştırıldı. Elbette, kimin veya neyin istenmeyen olduğunu, büyük ölçüde, zorla kısırlaştırma düşüncesini ortaya atan kişilerin görüşleri belirledi. Örneğin, Missouri eyaletinde (ABD) “cinayet, ırza geçme, otoyol soygunculuğu, tavuk hırsızlığı, bombalama veya otomobil hırsızlığından hüküm” alanların kısırlaştırılmasını gerektiren bir yasa önerildi. Bir nesilde üstün ırk elde etmek gibi yanlış yönlendirilmiş bir çaba içinde olan Nazi Almanyası bir adım daha ileri gitti. Yaklaşık 225.000 kişi zorla kısırlaştırıldıktan sonra, başka milyonlarca kişi de öjenik kisvesi altında imha edildi. Bunların arasında Yahudiler, Romanlar (Çingeneler), sakatlar ve diğer “istenmeyen kişiler” vardı.

Nazi döneminin barbarlığı nedeniyle, öjenik çirkin bir çağrışım yaptı. Birçokları bu araştırma alanına son verileceğini ve uğruna ölen milyonlarca kişiyle birlikte gömüleceğini ümit etti. Fakat 1970’lerde, yeni bir araştırma alanı olan moleküler biyolojideki bilimsel ilerlemelerle ilgili raporlar yayıldı. Bazıları bu ilerlemelerin bu yüzyılın başlarında Avrupa ve Kuzey Amerika’yı ayartmış olan düşüncelere geri dönüşü körükleyebileceğinden korktu. Örneğin, 1977’de ünlü bir biyolog Ulusal Bilim Akademisi’nde meslektaşlarını rekombinant DNA hakkında uyardı: “Bu araştırma bizi insanlarla ilgili genetik mühendisliğine bir adım daha yakınlaştırmakta. İdeal özelliklere sahip çocukları nasıl meydana getireceğimizi araştırdıkları alan budur. En son böyle bir şeye kalkıştıklarında, ideal çocuk sarı saçlı, mavi gözlü ve Ari genlerine sahipti.”

Bugün birçokları, genetik mühendisliğindeki ilerlemelerle Hitler’in öjenik programını karşılaştırmayı gülünç bulacak. Altmış yıl önce ırksal arılıkla ilgili acımasız talepler vardı. Bugün insanlar sağlık ve yaşam kalitesinin düzeltilmesinden bahsediyor. Eski öjeniğin kökü politika, onu körükleyen şey ise bağnazlık ve nefretti. Ticari çıkarlar ve insanların daha iyi bir sağlığa sahip olma arzuları da, genetik araştırmalardaki yeni ilerlemeleri körüklüyor. Fakat, ikisinin arasında büyük farklılıklar olmasına rağmen, insanları kendi genetik önyargılarımıza göre şekillendirme hedefi eski öjeniğe çok benzemektedir.

Toplumu Bilim Yoluyla Değiştirmek

Siz bu satırları okurken bile, güçlü bilgisayarlar sistematik olarak, insan genomunun (genlerimizde bulunan, nasıl büyüyeceğimizi yönlendiren ve ne olacağımızı büyük oranda belirleyen tüm yönergeler) haritasını yapıyorlar. Bu bilgisayarlar insan DNA’sında bulunan on binlerce geni dikkatle sıralıyorlar. (“DNA Dedektifleri” çerçevesine bakın.) Bilim adamları, bilgiler toplanıp depolandıktan sonra, çok uzak bir gelecekte bu bilgilerin, insan biyolojisini ve tıbbı anlama amacıyla başlıca kaynak olarak kullanılacağını tahmin ediyorlar. Ve bilim adamları, insan genomunun sırları çözüldüğünde, kusurlu genleri tamir edecek veya yenileyecek tedavi yolunun açılacağını ümit ediyorlar.

Doktorlar genetik araştırmaların sonucunda, hastalıkları önleme ve mücadelede, güvenilir ve etkili yeni kuşak ilaçların bulunacağını ümit ediyorlar. Böyle bir yöntem aynı zamanda, doktorunuzun, sizin için hangi ilacın en iyisi olacağını saptamak üzere genetik şifrenizi gözden geçirmesini mümkün kılabilecektir.

Bu tıbbi ilerlemelerin yanında, bazıları, genetik mühendisliğini sosyal sorunları çözme yolu olarak görüyor. İkinci Dünya Savaşıyla 1990’ların başı arasındaki dönemde, akademisyenler sosyal sorunların ekonomide ve kurumlarda reformlar yapılmasıyla, insanların yaşadığı çevrenin düzeltilmesiyle azaltılabileceğini savundular. Bununla beraber, çok yakın zamanlarda sosyal sorunlar arttı. Birçok insan bu sorunların çözümünün genetik düzeyde bulunduğuna inanmaya başladı. Ve şimdi bazıları bireysel ve kolektif davranışı etkilemede genlerin çevreden daha önemli bir rol oynadığına inanıyor.

Ölüm hakkında ne denebilir? Araştırmacılara göre, bu sorunun çözümü bile DNA’mızı değiştirmekte yatıyor. Bilim adamları bir gün insanlara da uygulanabileceğini iddia ettikleri yöntemleri kullanarak, sirke sineklerinin ve kurtların yaşam süresini zaten iki kat artırdılar. Human Genome Sciences Inc.’ın (İnsan Genomu Bilimleri) başkanı şöyle dedi: “İnsanın ölümsüzlüğünü ilk kez düşünmeye başlayabileceğiz.”

Ismarlama Bebekler mi?

Şu anda nelerin yapılmakta olduğunu ve ileriki yıllarda nelerin yapılabileceğini gururla gösteren raporlar, şimdiki sınırlamaları ve bu yeni yöntemlerin olası sorunlarını kolayca gözden kaçırıyor. Bunu örneklemek için bebeklerle ilgili konuya geri dönelim. Genetik tarama zaten yaygın şekilde uygulanıyor. En geniş çapta kullanılan bu yöntem 1960’lara dek uzanır. Bir doktor, hamile bir kadının rahmine bir iğne batırıp, cenini çevreleyen amniyon sıvısından bir miktar çıkarıyor. Ceninde, Down sendromu ve spina bifida da dahil onlarca genetik bozukluktan herhangi birinin bulunup bulunmadığı, alınan bu sıvıda testler yapılarak görülebilir. Bu işlem genellikle gebeliğin 16. haftasından sonra yapılır. Daha yeni bir işlem, gebeliğin altıncı ve onuncu haftaları arasında embriyonun genetik yapısındaki ayrıntıları ortaya koyuyor.

Doktorlar bu işlemler sayesinde birçok genetik bozukluğu teşhis edebilirse de, bunlardan sadece yüzde 15’i düzeltilebilir. Testler genetik bir sorun olduğunu ortaya çıkardığında veya belirsiz sonuçlar verdiğinde, birçok ana baba ıstırap verici bir kararla karşı karşıya kalır: Cenin aldırılmalı mı yoksa doğmasına izin mi verilmeli? UNESCO Courier şöyle söylüyor: “Genetik, DNA testlerinin çoğalmasına rağmen, gen tedavisiyle ilgili övünebileceği vaatlerini gerçekleştirmekten çok uzak durumda. Üstelik bu DNA testleri kârlıdır ve her birinin patenti vardır. Doktorlar tedavi edemedikleri durumları ve bozuklukları bulmak amacıyla tarama yapıyorlar. Bu nedenle çocuk aldırma çoğu kez bir tedavi olarak sunuluyor.”

Biyoteknoloji daha etkili hale geldikçe, doktorlar insanlarda hem hastalıklara neden olan hem de onları bu hastalıklara yatkın hale getiren genetik kusurları saptayacak ve düzeltecek daha fazla güce sahip olmayı umuyorlar. Ayrıca bilim adamları, Parkinson hastalığı, AIDS, şeker hastalığı, prostat ve meme kanseri gibi hastalıklardan korunması için insan embriyosuna yapay kromozomları er geç aktarabilmeyi ümit ediyorlar. Böylece bir çocuk kuvvetlendirilmiş bir bağışıklık sistemiyle doğacak. Aynı zamanda gelecekte ilaçların, belki de zekâyı artırmak veya belleği geliştirmek için genleri değiştirerek, gelişen embriyonun olumlu niteliklerini ‘artıracağına’ dair bir beklenti de var.

Ancak en iyimser bilim adamları bile, ana babaların istedikleri çocuğu katalogdan seçebilecek duruma gelmelerinden önce uzun bir süre geçeceğinin farkında olsalar da, ideallerindeki çocuğa sahip olma beklentisi birçok kişiye gayet cazip geliyor. Bazıları, genetik bozuklukları ortadan kaldıracak yöntemleri kullanmamanın sorumsuzluk olacağını iddia ediyor. Bilim adamları şöyle muhakeme yürütüyorlar: Çocuğunuzu en iyi okullara göndermeniz ve en iyi doktorlara götürmeniz yanlış değilse, en iyi bebeğe sahip olmayı denemeniz neden yanlış olsun?

Gelecekle İlgili Kaygılar

Bununla birlikte, başkaları kaygılarını dile getiriyor. Örneğin, The Biotech Century kitabı şöyle diyor: “Şeker hastalığı, orak hücreli kansızlık ve kanser, bireylerin genetik yapısı değiştirilerek önlenecekse, miyopluk, renk körlüğü, disleksi, şişmanlık ve solaklık gibi daha önemsiz diğer ‘hastalıklar’ için neden bu işlem yapılmasın? Gerçekten, bir toplumun, bazı ten renklerinin bir bozukluk olduğuna karar vermesine ne engel var?”

Sigorta şirketleri genetik bilgiyi öğrenmeye can atacaklar. Doğum öncesi testler olası bir sorunu ortaya çıkarırsa ne olacak? Sigorta şirketleri anneye, çocuğunu aldırması yönünde baskı yapacaklar mı? Anne bunu yapmayı reddederse, onu sigorta kapsamı dışında bırakabilecekler mi?

Kimya, ilaç ve biyoteknoloji alanındaki şirketler genlerin, organizmaların ve bunların üzerinde değişiklik yapma yollarının patentini almak için yarışıyorlar. Onları bunu yapmaya iten güç elbette mali nedenler, yani geleceğin teknolojisinden para kazanma isteği. Birçok biyoetikçi bunun, aileleri “genetik açıdan uygun” çocuğu seçmeye zorlayabilecek “tüketici öjeniğine” yol açabileceğinden korkuyor. Böyle bir eğilimde, reklamın nasıl büyük bir rol oynayabileceğini zihinde canlandırmak zor değildir.

Elbette bu yeni yöntemlerin dünyanın daha yoksul kısımlarında kolayca bulunacağına pek ihtimal verilemez. Yeryüzünün birçok kısmı henüz en temel sağlık hizmetlerinden yoksun durumda. Çok gelişmiş devletlerde bile gen tedavisi sadece varlıklı kişiler için bir seçenek olabilir.

Kusursuz Bir Toplum

Biyoteknoloji alanında yapılanlarla ilgili makaleler çığ gibi büyürken, “Tanrı rolüne soyunmak” ifadesi sıkça geçiyor. Tanrı yaşamın Tasarımcısı ve Yaratıcısı olduğundan, kusursuzluk araştırması konusunda O’nun aklından geçenleri göz önüne almak yerindedir. Mukaddes Kitabın Tekvin kitabı yeryüzündeki yaşamın yaratılmasından sonra şöyle yazıyor: “Allah yaptığı her şeyi gördü, ve işte, çok iyi idi.” (Tekvin 1:31) İlk insan çifti genetik olarak kusursuzdu. Tanrı’ya isyan ettikleri için kendilerine ve soylarına kusurluluğu ve ölümü getirdiler.—Tekvin 3:6, 16-19; Romalılar 5:12.

Yehova Tanrı hastalık, acı ve ölümün olmadığı bir dünya istiyor. Çok uzun zaman önce, insanlığın bu sorunlardan kurtuluşu için düzenlemeler yaptı. Kutsal Yazıların Vahiy kitabı, Tanrı’nın insanların işlerine müdahale edeceği zamanı önceden bildiriyor. Bu zaman hakkında şöyle okuyoruz: “[Tanrı] gözlerinden bütün gözyaşlarını silecek; ve artık ölüm olmıyacak; ve artık matem ve ağlayış ve acı da olmıyacak; çünkü evelki şeyler geçtiler.” Bu kapsamlı değişiklikler, çoğu Tanrı’ya hamt etmek şöyle dursun, O’nun varlığını bile kabul etmeyen insanların bilimsel buluşları sonucunda olmayacak. Mukaddes Kitabın yukarıda sözünü ettiğimiz kısmı şöyle devam ediyor: “Tahtta oturan [Yehova Tanrı] dedi: İşte, her şeyi yeni yapıyorum.”—Vahiy 21:4, 5.

[Sayfa 5’teki pasaj]

Nazi Almanyasında 225.000 kadar kişi zorla kısırlaştırıldıktan sonra, başka milyonlarca “istenmeyen kişi” öjenik kisvesi altında imha edildi

[Sayfa 6’daki pasaj]

Doktorlar genetik araştırmaların sonucunda, hastalıkları önleme ve mücadelede, güvenilir ve etkili yeni kuşak ilaçların bulunacağını ümit ediyorlar

[Sayfa 11’deki pasaj]

Dolly adındaki koyundan sonra, bilim adamları tümü olgun hücrelerden onlarca hayvan klonladılar. Erişkin insanları klonlamak için de aynı yöntem kullanılabilir mi?

[Sayfa 7’deki çerçeve/resimler]

İnsanlar Klonlanabilir mi?

Dolly ismindeki bir koyun 1997’de tüm dünyadaki gazetelere başlık oldu. Dolly’nin özelliği neydi? O, bir koyunun meme bezinden alınan olgun bir hücreden başarıyla klonlanmış ilk memeli hayvandı. Böylece Dolly, hücrenin alındığı koyunun daha genç bir “ikizi” oldu. Bilim adamları Dolly’den önce, yıllardır embriyon hücrelerinden hayvanlar klonluyorlardı. Tıpatıp aynı genetik yapıda başka bir hayvan üretmek için erişkin bir memeli hayvandan alınan bir hücreyi tekrar programlamanın mümkün olduğu pek düşünülmezdi. Olgun bir hücreden klonlama, yavrunun görünümünün önceden belli olmasını mümkün kılar.

Dolly’yi klonlayan bilim adamlarının amacı, sütlerinde ilaç salgıladıklarından ilaç üretimi için değerli bir kaynak olan çiftlik hayvanları geliştirmekti. Bilim adamlarının başarılarıyla ilgili haber ilk olarak Şubat 1997’de bilimsel bir dergi olan Nature’da, “Cenin ve Erişkin Memeli Hayvan Hücrelerinden Yaşayan Bir Yavru Türetildi” başlığı altında çıktı. Medya bu habere ve etkilerine hemen büyük ilgi gösterdi. İki hafta sonra Time dergisinin kapağı Dolly’nin resmiyle birlikte “Sizin Bir Benzeriniz Olacak mı?” başlığını taşıdı. Aynı hafta, kapak konusu “İnsanları Klonlayabilir miyiz?” olan Newsweek dergisi bu konuyla bağlantılı bir dizi makale yayımladı.

Dolly’den sonra, bilim adamları tümü olgun hücrelerden onlarca hayvan klonladılar. Erişkin insanları klonlamak için de aynı yöntem kullanılabilir mi? Bazı biyologlar, evet, diyor. Bu gerçekleştirildi mi? Henüz değil. Dolly’yi klonlayan ekibin başındaki İngiliz bilim adamı Ian Wilmut, klonlama sonrasında ceninler arasındaki ölüm oranı doğal üremedekinden 10 kat fazla olduğundan, şu anda klonlamanın “çok yetersiz bir yöntem” olduğuna dikkat çekiyor.

Bazıları, ‘Eğer biri bu klonlama yöntemini mükemmelleştirir ve örneğin çok sayıda Hitler klonlarsa ne olacak?’ diye merak ediyor. Wilmut bu tür korkuları yatıştırmak için, klonlanmış bir çocuğun klonlandığı kişinin genetik olarak tıpatıp ikizi olacağı halde, böyle bir insanın çevresinden etkileneceğine ve doğal ikizlerde olduğu gibi farklı bir kişilik geliştireceğine işaret ediyor.

[Sayfa 8, 9’daki çerçeve/resimler]

DNA Dedektifleri

İnsan vücudu yaklaşık 100 trilyon hücreden meydana gelmiştir. Hücrelerin çoğunda bir çekirdek ve her çekirdeğin içinde 46 kromozom bulunur. Her kromozomda DNA denen, sıkıca kıvrılmış halka şeklinde, iplik gibi tek bir molekül vardır. DNA’da tahminen 100.000 kadar gen bulunur; bu genler büyük bir anayol boyunca dizilmiş şehirler ve kentler gibidirler. Genlerimiz vücudumuzun her özelliğini, yani rahimdeki gelişimimizi, cinsiyetimizi, fiziksel özelliklerimizi ve yetişkinliğe doğru gelişimimizi büyük ölçüde belirler. Bilim adamları DNA’mızın, ne kadar yaşayacağımızı belirleyen bir “saat” içerdiğine de inanıyor.

Hayvanların ve insanların DNA’sı göze çarpar şekilde birbirine benzemektedir. Örneğin, şempanzelerin genetik yapısı insanlarınkinden sadece yüzde 1 oranında farklıdır. Bununla birlikte şempanzeyle insan DNA’sı arasındaki fark, herhangi iki kişinin DNA’sı arasındaki farktan 10 kat daha fazladır. Yine de, her birimizi eşsiz bir birey yapan birçok özelliğin nedeni, bu ölçülemeyecek kadar küçük farklardır.

On yıldan biraz daha az zaman önce, bilim adamları insan DNA’sındaki kimyasal birimlerin tam sırasını saptamak için karmaşık bir işe giriştiler. İnsan Genomu Projesi olarak bilinen bu iş, çok büyük ve muazzam bir projedir ve maliyeti milyarlarca dolar olacak. Toplanan veriler, her cildi 1.000 sayfalık bir telefon rehberi boyutunda olan, tahminen 200 cildi doldurmaya yetecek. Tüm bu bilgiyi okuması için bir insanın 26 yıl boyunca günde 24 saat çalışması gerekiyor.

Şu gerçek medyada sıkça gözden kaçıyor: Bu bilgi toplandıktan sonra yorumlanması da gerekli olacak. Verileri analiz etmek için yeni araçlar gerekecek. Genleri tanımakla, ne yaptıklarını ve bir insanı oluşturmak için birbirlerini nasıl etkilediklerini bilmek tamamıyla başka şeylerdir. Tanınmış bir biyolog İnsan Genomu Projesini “Genetiğin Kutsal Kâsesi” olarak adlandırdı. Ancak, genetikçi Eric Lander bu proje için daha gerçekçi bir tanım öneriyor: “Bu proje, bir aygıtın parçalarının listesine benzemektedir” diyor. “Size, 100.000 parçadan oluşan bir Boeing 777 uçağının parçalarının listesini verseydim, bunları birbirine vidalayabileceğinizi ve nasıl olup da uçtuğunu anlayabileceğinizi zannetmiyorum.”

[Şema]

(Ayrıntılı bilgi için lütfen yayına bakın)

ÇEKİRDEK

HÜCRE

KROMOZOM

DNA

BAZ ÇİFTİ

    Türkçe Yayınlar (1974-2025)
    Oturumu Kapat
    Oturum Aç
    • Türkçe
    • Paylaş
    • Tercihler
    • Copyright © 2025 Watch Tower Bible and Tract Society of PA
    • Kullanım Şartları
    • Gizlilik İlkesi
    • Privacy Settings
    • JW.ORG
    • Oturum Aç
    Paylaş