Watchtower ONLINE KÜTÜPHANE
Watchtower
ONLINE KÜTÜPHANE
Türkçe
  • KUTSAL KİTAP
  • YAYINLAR
  • İBADETLER
  • ct böl. 5 s. 73-84
  • Bu Eserin Arkasında Ne Var?

Bu kısım için bir video yok.

Üzgünüz, video yüklenirken bir hata oluştu.

  • Bu Eserin Arkasında Ne Var?
  • Sizinle İlgilenen Bir Yaratıcı Var mı?
  • Altbaşlıklar
  • Benzer Malzeme
  • Kişilik Özelliği Olan Bir Tanrı Konusunda Mücadele
  • O’nun Eserinden Öğrendiklerimiz
  • Tarafsız ve Adaletli
  • Yaratıcı’yı Tanımak
  • Yaşamsal Çevrimler
    Uyanış!—2009
  • Hayatı Başlatan ve Sürdüren
    Hayatın Bir Amacı Var
  • Yaşayan Gezegen
    Hayat Nasıl Başladı?
  • Yaratıcınızın Nasıl Biri Olduğunu Öğrenin
    Gözcü Kulesi Yehova’nın Gökteki Krallığını Duyurur—1999
Daha Fazla
Sizinle İlgilenen Bir Yaratıcı Var mı?
ct böl. 5 s. 73-84

Bölüm Beş

Bu Eserin Arkasında Ne Var?

ÖNCEKİ bölümlerde belirtildiği gibi, çağdaş bilimsel bulgular, hem evrenin hem de yeryüzündeki yaşamın birer başlangıcı olduğuna ilişkin bol bol inandırıcı kanıt ortaya koyar. Bu başlangıçlara neden olan neydi?

Birçok kimse eldeki kanıtları inceledikten sonra bir İlk Neden’in olması gerektiği kanısına varmıştır. Ne var ki, onlar bu Neden’e bir kişilik yüklemekten kaçınıyor olabilirler. Yaratıcı’dan söz etmekteki bu isteksizlik bazı bilim adamlarının tutumunun sonucudur.

Örneğin, Albert Einstein evrenin bir başlangıcı olduğuna ikna olmuş ve “Tanrı’nın dünyayı nasıl yarattığını bilmek” istediğini dile getirmişti. Bununla birlikte, Einstein, kişilik özelliği olan bir Tanrı inancını benimsemedi; “hiçbir dogmayı ve insan benzeyişinde olduğu düşünülen bir Tanrı kavramını tanımayan [kozmik] bir dinsel duygudan” söz etti. Benzer şekilde, bir Nobel ödülüne ortak olmuş kimyacı Keniçi Fukui evrende muazzam bir temel yapının bulunduğu inancını dile getirdi. “Bu büyük bağ ve yapının ‘Saltık’ veya ‘Tanrı’ gibi sözcüklerle ifade edilebileceğini” söyledi. Fakat kendisi onu “doğanın bir özelliği” olarak adlandırdı.

Kişiliği olmayan bir nedene duyulan böyle bir inancın, Doğu’nun dinsel düşüncelerine çok benzediğinin farkında mısınız? Birçok Doğulu, doğanın kendiliğinden meydana geldiğine inanır. Bu düşünce, doğa için kullanılan Çince karakterlerde de ifade edilmiştir; bunların tam anlamı “kendi kendine olan” ya da “kendini var eden” dir. Einstein kendi kozmik dinsel duygusunun en iyi ifadesini Budizm’de bulduğuna inanıyordu. Buda, evrenin ve insanların meydana gelişinde bir Yaratıcı’nın parmağı olup olmamasının hiç önem taşımadığına inanmıştı. Benzer şekilde, Şinto da doğanın nasıl meydana geldiği konusuna bir açıklama getirmez ve Şinto dinine inananlar, tanrıların doğayla kaynaşıp onun bir parçası haline gelebilen ölü ruhları olduğuna inanırlar.

Bu tarz düşüncelerin, eski Yunan’daki yaygın görüşlerden pek farklı olmaması ilginçtir. Filozof Epikuros’un (MÖ 341-270) ‘tanrıların insanların sorunlarına karışamayacak kadar uzakta bulunduklarına’ inandığı söylenir. Epikuros, insanın ihtimal kendiliğinden türemeyle ve en uygunların doğal seçimiyle meydana gelmiş bir doğa ürünü olduğuna inanıyordu. Bundan, bugünkü benzer görüşlerin hiç de yeni olmadığını anlayabilirsiniz.

Doğayı Tanrı’nın yerine geçiren Yunanlı Stoacılar, Epikurosçularla aynı dönemde yaşadılar. Onlar, insan öldüğünde içinden çıkan kişiliksiz enerjinin, Tanrı’yı oluşturan enerji okyanusu içine yeniden çekildiğini varsayıyorlardı. Doğa yasalarıyla işbirliği yapmanın en büyük erdem olduğunu düşünüyorlardı. Günümüzde de benzer fikirler duydunuz mu?

Kişilik Özelliği Olan Bir Tanrı Konusunda Mücadele

Ne var ki, eski Yunan kaynaklı tüm bilgileri modası geçmiş ilginç bir tarih kaydı olarak görüp bir kenara atmamalıyız. Tanınmış bir öğretmen, birinci yüzyılda bu gibi inançların hüküm sürdüğü bir ortamda tarihin en önemli söylevlerinden birini verdi. Bu söylev, doktor ve tarihçi olan Luka tarafından kaydedildi ve Resullerin İşleri kitabının 17. babında bulunur. Bu, bizim İlk Neden’le ilgili bir görüş kazanmamıza ve ona göre konumumuzu anlamamıza yardımcı olabilir. Fakat acaba 1.900 yıl önce verilmiş bir söylev, bugün yaşamlarında bir anlam arayan samimi kimselerin hayatını nasıl etkileyebilir?

Bu ünlü öğretmen Pavlus’tu; kendisi Atina’da bir yüksek mahkemeye davet edilmişti. Pavlus orada kişilik özelliği olan bir Tanrı’ya inanmayan Epikurosçular ve Stoacılarla karşı karşıya geldi. Sözlerine, şehirlerinde üzerine “Bilinmeyen Tanrı’ya” (Yunanca, Agnoʹstoi Theoiʹ) yazısı oyulmuş bir sunak gördüğünü belirterek başladı. İlginç olarak, bazı kimseler, biyolog Thomas H. Huxley’nin (1825-1895) “agnostik” terimini ortaya attığında bunu ima etmiş olduğunu düşünür. Huxley bu sözcüğü, “temel nedenin (Tanrı’nın) ve şeylerin esasının bilinmediğini veya bilinemediğini” savunanlara değinerek kullanmıştı. Fakat acaba birçoklarının savunduğu gibi Yaratıcı gerçekten ‘bilinemez’ mi?

Bu, aslında, Pavlus’un ifadesine yanlış anlam vermek, onun belirtmek istediği noktayı gözden kaçırmak demektir. Pavlus, Yaratıcı’nın bilinemez olduğunu söylemiyor, yalnızca o Atinalılar için bilinmez olduğunu söylüyordu. Pavlus’un elinde, Yaratıcı’nın varlığına ilişkin bugün bizim elimizdeki kadar çok bilimsel kanıt yoktu. Yine de, Pavlus, nitelikleriyle bizi çeken, kişiliği olan, zekâ sahibi bir Tasarımcı’nın varlığından hiç kuşku duymuyordu. Pavlus’un devamen söylediklerine dikkat edin:

“Sizin bilmeden tapındığınız bu Tanrı’yı ben size tanıtayım. Dünyayı ve içindekilerin tümünü yaratan, göğün ve yerin Rabbi olan Tanrı, elle yapılmış tapınaklarda oturmaz. Herkese yaşam, soluk ve her şeyi veren kendisi olduğuna göre, bir şeye gereksinmesi varmış gibi O’na insan eliyle hizmet edilmez. Tanrı, tüm ulusları bir tek insandan türetti ve onları yeryüzünün dört bir bucağına yerleştirdi.” (Resullerin [Elçilerin] İşleri 17:23-26, Müjde) İlginç bir mantık değil mi?

Evet, Pavlus Tanrı’nın bilinemez olduğu fikrini ortaya atmıyor, dinleyicilerinden birçokları gibi, Atina’daki o sunağı yapanların da O’nu henüz bilmediklerini vurguluyordu. Pavlus o zaman onları—ve bugüne dek söylevini okuyan herkesi—‘hiçbirimizden uzak olmayan’ Yaratıcı’yı tanımaya çalışmaya teşvik etti. (Resullerin İşleri 17:27) Pavlus, yaratılanları gözlemleyerek her şeyi Yaratan’ın varlığının delilini görebileceğimizi incelikli bir üslupla belirtiyor. Bunu yaparak, O’nun bazı niteliklerini de ayırt edebiliriz.

Bir Yaratıcı’nın varlığına işaret eden çeşitli kanıt dizilerini inceledik. Bunlardan biri, bir başlangıcı olduğu açık olan, zekice organize edilmiş, uçsuz bucaksız evrendir. Bir başkası yeryüzündeki yaşamdır; vücut hücrelerimizde görülen tasarım da bunun içindedir. Üçüncüsü, varlığımızın bilincinde olan ve gelecekle ilgilenen beynimizdir. Fakat şimdi önce Yaratıcı’nın eserleri arasında bizi her gün etkileyen başka iki örneğe bakalım. Bunu yaparken, ‘Acaba bu bana, bunu tasarımlayan ve sağlayanın kişiliği hakkında ne gösteriyor?’ diye kendinize sorun.

O’nun Eserinden Öğrendiklerimiz

Yalnızca yarattıklarını gözlemlemek bile Yaratıcı hakkında çok şey anlatır. Pavlus başka bir keresinde, Küçük Asya’da bir insan kitlesine hitap ederken bu konuda bir örnek verdi: “Geçmiş nesillerde [Yaratıcı] bütün Milletlerin kendi yollarında yürümelerine izin vermiştir. Bununla beraber, gökten yağmurlar ve semereli mevsimler vererek ve yüreklerinizi yemek ve sevinçle doldurup iyilik ederek kendisini şahitsiz bırakmamıştır.” (Resullerin İşleri 14:16, 17) Yaratıcı’nın insanlığa yiyecek sağlayışının O’nun kişiliği hakkında ne gösterdiğine ilişkin Pavlus’un verdiği örneğe dikkat edelim.

Bugün bazı ülkelerde, insanlar yiyeceği kolaylıkla elde edebilmelerini olağan görüyor olabilir. Başka yerlerdeyse, birçokları yeterince gıda bulabilmek için mücadele veriyor. Her iki durumda da, az ya da çok beslenme olanağının bulunabilmesi bile Yaratıcımızın hikmeti ve iyiliğiyle oluyor.

Su çevrimi, karbon çevrimi, fosfor çevrimi ve azot çevrimini de içeren karmaşık çevrimler sonucu hem insanlar hem de hayvanlar için yiyecek oluşur. Yaşamsal fotosentez süreci sırasında, bitkilerin, şekerler oluşturmak üzere güneş ışınlarını enerji kaynağı olarak kullanıp hammadde olarak karbondioksit ve sudan yararlandıkları genelde bilinir. Bununla birlikte fotosentez sırasında bitkiler oksijen de çıkarır. Buna “atık ürün” denebilir mi? Bu yan ürün bizim açımızdan hiç de atık değildir. Solunum yoluyla oksijen almamız ve onu bedenimizde yiyecekleri metabolize edip yakmak üzere kullanmamız kesinlikle şarttır. Bunun sonucunda çıkardığımız karbondioksidi, bitkiler fotosentez için hammadde olarak geri dönüşüme sokarlar. Biz bu süreci daha okuldayken biyoloji dersinde görmüş olabiliriz, fakat bu onun yaşamsal önemini ve olağanüstülüğünü azaltmaz. Ayrıca bu daha başlangıçtır.

Fosfor, hem bizim hem de hayvanların vücut hücrelerinde enerji transferi açısından yaşamsal önem taşır. Fosforu nereden alırız? Yine bitkilerden. Onlar topraktan inorganik fosfatları emer ve onları organik fosfatlara dönüştürürler. Biz organik fosfor bileşikleri içeren bitkileri yiyip onları yaşamsal faaliyetlerde kullanırız. Daha sonra da fosfor, beden ‘atığı’ halinde toprağa döner ve bitkiler tarafından tekrar emilebilir.

Bedenimizdeki her protein ve DNA molekülünün yapısında yer alan azota da ihtiyacımız var. Yaşam için böylesine vazgeçilmez olan bu elementi nasıl elde ederiz? Bizi çevreleyen havanın yaklaşık yüzde 78’i azottan oluşmasına karşın ne bitkiler ne de hayvanlar onu doğrudan soğurabilirler. Bu nedenle, havadaki azotun, bitkiler tarafından soğurulduktan sonra insanlar ve hayvanlar tarafından kullanılmazdan önce farklı biçimlere dönüşmesi gerekir. Bu dönüşüm veya bağlanma nasıl olur? Çeşitli yollarla. Şimşeğin etkisi bunlardan biridir.a Azot bağlanması, bezelye, soya fasulyesi ve yonca gibi baklagillerin kök yumrularında yaşayan bakteriler yoluyla da başarılır. Bu bakteriler atmosferdeki azotu bitkilerin kullanabildiği maddelere dönüştürürler. Bu şekilde, yeşil sebzeleri yediğinizde bedeninize protein üretimi için gereken azotu almış olursunuz. Baklagillerin tropikal yağmur ormanlarında, çöllerde ve tundralarda bile bulunabilmesi ilginçtir. Ayrıca yanmış bir arazide de baklagiller genelde yeniden kök salan ilk bitkilerdir.

Bunlar gerçekten de şahane geri dönüşüm sistemleridir! Her çevrim, diğer çevrimlerden kalan atıkları yararlı duruma getirir. Gerekli enerji esas olarak—temiz, sonsuz ve devamlı bir kaynak olan—Güneşimizden gelir. İnsanların kaynakları geri dönüşüm yoluyla elde etme çabalarında ise tam tersi bir durum görülüyor! İnsanın oluşturduğu geri dönüşüm sistemlerinin karmaşıklığından ötürü, çevre için zararsız diye nitelenen insan yapısı ürünlerin bile, daha temiz bir gezegen oluşmasına katkısı olmayabilir. Bu konuda, U.S.News & World Report, ürünlerin geri dönüşüm yoluyla en değerli bileşenleri kolayca yeniden kazanılabilecek şekilde tasarımlanması gerektiğini belirtti. Bizim doğal çevrimlerde gözlediğimiz de bu değil mi? Öyleyse bu bize Yaratıcı’nın ileri görüşlülüğü ve hikmeti hakkında ne gösterir?

Tarafsız ve Adaletli

Yaratıcı’nın daha başka niteliklerinden bazılarını görebilmemize yardımcı olması için bir sistemi daha, bedenimizdeki bağışıklık sistemini ele alalım. Onun da bakterilerle ilgisi var.

“İnsanın bakterilere karşı ilgisi genelde zararlı etkileri üzerinde odaklanıyorsa da çoğu bakteri insan için zararsız ve birçoğuysa gerçekten yararlıdır.” The New Encyclopædia Britannica böyle diyor. Aslında onlar yaşamsal önem taşırlar. Bakteriler az önce belirtilen azot çevriminde olduğu gibi, karbondioksit ve bazı elementleri içeren çevrimlerde de çok önemli rol oynarlar. Ayrıca sindirim sistemimizde de bakterilere gereksinimimiz var. Yalnızca kalın barsağımızda 400 kadar bakteri türü bulunur; bunlar K vitamini sentezine ve atıklarla ilgili işlemlere yardım ederler. Bakterilerin bize başka bir yararı da, ineklerin otu süte çevirmesindeki katkılarıdır. Başka bakterilerse, peynir, yoğurt, salamura ve turşu yaparken, mayalanma işleminde büyük önem taşırlar. Peki ya bakteriler bedenimizde bulunmamaları gereken bir yere gidip orayı istila ederse ne olur?

O durumda, bedenimizde bulunan ve akyuvar denen iki trilyon kadar kan hücresi bize zararı olabilecek bakterilerle savaşır. Science dergisi yazarı Daniel E. Koshland, Jr. şu açıklamada bulunuyor: “Bağışıklık sistemi bedene giren yabancı istilacıları tanıyacak şekilde düzenlenmiştir. Bunu yapabilmek için yaklaşık 1011 [100.000.000.000] farklı tür immünolojik alıcı üretir; böylece, şekli veya cinsi ne olursa olsun yabancı bir istilacıyı tanıyıp ortadan kaldırılmasını sağlayacak bir tamamlayıcı alıcı bulunur.”

Bedenimizin yabancı istilacılarla savaşmak üzere kullandığı bir hücre türü makrofajdır. Kanımızdaki yabancı maddeleri yuttuğundan, ona “büyük yutar” anlamına gelen bu ismin verilmesi uygundur. Örneğin, makrofaj dışarıdan gelen bir virüsü yuttuktan sonra onu küçük parçacıklara ayırır. Sonra virüsten biraz protein ortaya çıkarır. Ortaya çıkan bu az miktardaki işaretleyici protein, içimizde yabancı organizmaların kol gezdiği uyarısını vererek bağışıklık sistemimiz için bir kırmızı alarm görevi yapar. Bağışıklık sistemindeki başka bir hücre, yani yardımcı T-hücresi virüs proteinini tanırsa makrofajla kimyasal madde alışverişine girer. Bu kimyasal maddelerin kendileri, bağışıklık sistemimizin istilaya verdiği karşılığı düzenleyip güçlendiren ve şaşkınlık verecek kadar çok işlevi olan olağanüstü proteinlerdir. Bu süreç belli bir virüs türüne karşı şiddetli bir savaşa yol açar. Bu nedenle genelde enfeksiyonları yenmeyi başarırız.

Aslında, daha söylenebilecek çok şey var ama bu kısa açıklama bile bağışıklık sistemimizin kompleks yapısını ortaya koyar. Biz bu karmaşık mekanizmaya nasıl sahip olduk? Bu, ailemizin maddi veya sosyal durumu ne olursa olsun, hiçbir bedel ödemeden bizim oldu. Bunu, çoğu insanın sağlık hizmetlerinde uğradığı adaletsizlikle karşılaştırın. WHO’nun genel müdürü Dr. Hiroshi Nakajima şunları yazdı: “WHO’nun [Dünya Sağlık Örgütü] gözünde, çoğalan adaletsizlik kelimenin tam anlamıyla bir ölüm kalım meselesidir; çünkü yoksullar sosyal eşitsizliğin bedelini sağlıklarıyla ödüyorlar.” São Paulo’nun gecekondu mahallelerinde oturanlardan birinin, “bizim için, iyi sağlık hizmeti lüks bir alışveriş merkezinin vitrininde duran mala benzer. Onu seyredebiliriz, ama ulaşmamız olanaksız” diye figan etmesinin nedeni anlaşılabilir. Küre çapında milyonlarca insan böyle düşünüyor.

Bu gibi adaletsizlikler Albert Schweitzer’ı olanakları çok kısıtlı kimselere tıbbi bakım sağlamak üzere Afrika’ya gitmeye yöneltti ve bu yöndeki çabaları ona Nobel ödülü kazandırdı. Siz buna benzer iyi işler yapan kadın ve erkeklere hangi nitelikleri atfedersiniz? Onların, gelişmekte olan ülkelerdeki insanlara da tıbbi bakım hakkının verilmesi gerektiğine inanan, insanlığa karşı sevgiye ve adalet duygusuna sahip kimseler olduğunu fark etmişsinizdir. Ya, kimsenin maddi durumuna ve sosyal konumuna bakılmaksızın içimize konulmuş şahane bağışıklık sistemini Veren hakkında ne diyelim? Bu, Yaratıcı’nın sevgi, tarafsızlık ve adalet duygusunun önemli bir işareti değil mi?

Yaratıcı’yı Tanımak

Yukarıda belirtilen sistemler Yaratıcı’nın eserlerine yönelik temel örneklerdir, fakat bunlar O’nun, nitelik ve davranış tarzıyla bizi çeken gerçek ve zekâ sahibi bir Kişi olduğunu göstermez mi? Başka sayısız örnek de ele alınabilir. Ne var ki, bir kimsenin sırf yaptıklarını gözlemlemenin aslında onu iyi tanımaya yetmeyebileceğini herhalde günlük yaşamda görmüşüzdür. Onu tam olarak tanıyamamışsak yanlış anlamamız bile olasıdır! Ayrıca, eğer bu kimse bize yanlış tanıtılıyor veya kötüleniyorsa, kendisiyle görüşüp onu kendi ağzından dinlememiz yararlı olmaz mı? Kendisiyle sohbet ederek değişik koşullar karşısında tepkisini ve gösterdiği nitelikleri saptayabiliriz.

Evrenin güçlü Yaratıcısıyla hiç kuşkusuz yüz yüze sohbet edemeyiz. Fakat O, bir kitapta gerçek bir kişi olarak Kendisi hakkında pek çok açıklamada bulunmuştur ve bu kitap tüm olarak ya da kısmen, sizinki dahil 2.000’den fazla dilde vardır. Bu kitap, yani Mukaddes Kitap sizi Yaratıcı’yı tanımaya ve O’nunla ilişki kurmaya davet eder: “Tanrı’ya yaklaşın” der, “O da size yaklaşacak.” O’nun dostu olmanın nasıl mümkün olabileceğini de gösterir. (Yakub 2:23; 4:8, Müjde) Bu, sizi ilgilendiriyor mu?

Bu amaçla sizi, Yaratıcı’nın yaratma eylemlerini anlatan gerçeklere dayalı etkileyici kaydı incelemeye davet ediyoruz.

[Dipnot]

a Şimşeklerle soğurulabilir duruma dönüşen bir miktar azot, yağmurla yeryüzüne iner. Bitkiler bunu doğal yolla sağlanan gübre olarak kullanırlar. Bu azot, bitkileri yiyen insanlar ve hayvanlar tarafından kullanıldıktan sonra, amonyak bileşikleri halinde toprağa döner ve bir kısmı sonunda tekrar azot gazına dönüşür.

[Sayfa 79’daki çerçeve]

Akla Yatkın Bir Sonuç

Bilim adamları arasında, evrenin bir başlangıcı olduğu konusunda yaygın bir fikir birliği vardır. Çoğu, bu başlangıçtan önce gerçek bir şeyin var olmuş olması gerektiğini de kabul eder. Bazı bilim adamları her zaman var olan bir enerjiden söz eder. Diğerleriyse, daha önce bir ezeli kaosun var olduğu postulatını ileri sürer. Hangi terimler kullanılırsa kullanılsın, çoğunluk sonsuz geçmişe uzanan—başlangıcı olmayan—bir şeyin var olduğunu peşinen kabul eder.

Şu halde, asıl mesele, bizim neyin varlığını peşinen kabul ettiğimizdir, sonsuz bir şeyin mi, yoksa sonsuz bir kimsenin mi? Bilimin, evrenin ve içindeki yaşamın başlangıcı ve doğası hakkında öğrendiklerinizi gözden geçirdikten sonra, bu seçeneklerden hangisi size daha akla yatkın görünüyor?

[Sayfa 80’deki çerçeve]

Yaşam açısından büyük önem taşıyan her bir element—karbon, azot, kükürt—bakteriler tarafından gaz halindeki bir inorganik bileşikten bitkilerin ve hayvanların kullanabileceği bir biçime dönüştürülür.”—The New Encyclopædia Britannica.

[Sayfa 78’deki şema/resim]

(Ayrıntılı bilgi için lütfen yayına bakın)

Hangi Sonuca Vardınız?

Evrenimiz

↓ ↓

Başlangıcı Başlangıcı

Yoktur Vardır

↓ ↓

Nedeni Yoktur Nedeni Vardır

↓ ↓

Sonsuz Bir Sonsuz

ŞEY BİRİ

[Sayfa 75’teki resim]

Birçok Doğulu, doğanın kendi kendine var olduğuna inanır

[Sayfa 76’daki resim]

Pavlus, arka planda Akropolis’in göründüğü bu tepede, insanları Tanrı hakkında düşünmeye yönelten bir söylev verdi

[Sayfa 83’teki resim]

Tanrı her birimize çağdaş tıbbın sağlayabildiğinden kat kat üstün bir bağışıklık sistemi verdi

    Türkçe Yayınlar (1974-2025)
    Oturumu Kapat
    Oturum Aç
    • Türkçe
    • Paylaş
    • Tercihler
    • Copyright © 2025 Watch Tower Bible and Tract Society of PA
    • Kullanım Şartları
    • Gizlilik İlkesi
    • Privacy Settings
    • JW.ORG
    • Oturum Aç
    Paylaş