Watchtower ONLINE KÜTÜPHANE
Watchtower
ONLINE KÜTÜPHANE
Türkçe
  • KUTSAL KİTAP
  • YAYINLAR
  • İBADETLER
  • w96 1/11 s. 22-27
  • ‘Yeni Sahalara Geçerek’ Yaşanan 50’yi Aşkın Yıl

Bu kısım için bir video yok.

Üzgünüz, video yüklenirken bir hata oluştu.

  • ‘Yeni Sahalara Geçerek’ Yaşanan 50’yi Aşkın Yıl
  • Gözcü Kulesi Yehova’nın Gökteki Krallığını Duyurur—1996
  • Altbaşlıklar
  • Benzer Malzeme
  • Sorularıma Yanıtlar
  • Tutuklanışım
  • İdam Kararı
  • Savaş Sonrası Faaliyetler
  • Artık Tek Başına Değil
  • Yehova’nın Zengin Bereketi
  • Yehova’nın Sevgi Dolu Eli Altında Hizmet Etmek
    Gözcü Kulesi Yehova’nın Gökteki Krallığını Duyurur—1996
  • Yehova’ya Hakkı Olanı Vermek
    Gözcü Kulesi Yehova’nın Gökteki Krallığını Duyurur—1999
  • Gençliğimden Beri Yehova’yı Sabırla Bekledim
    Gözcü Kulesi Yehova’nın Gökteki Krallığını Duyurur—1997
  • Yehova ‘Normalin Ötesinde Bir Güç’ Verdi
    Gözcü Kulesi Yehova’nın Gökteki Krallığını Duyurur—2002
Daha Fazla
Gözcü Kulesi Yehova’nın Gökteki Krallığını Duyurur—1996
w96 1/11 s. 22-27

‘Yeni Sahalara Geçerek’ Yaşanan 50’yi Aşkın Yıl

EMMANUEL PATERAKIS TARAFINDAN ANLATILMIŞTIR

On dokuz yüzyıl önce resul Pavlus şu olağandışı daveti aldı: “Makedonyaya geçerek bize yardım et.” Pavlus, “İncili müjdelemek” için bu yeni fırsatı istekle kabul etti. (Resullerin İşleri 16:9, 10) Benim aldığım davet o kadar geriye gitmiyorsa da, yine de 50 yıldan fazla bir süre önceydi; “İşte ben! Beni gönder” diyen İşaya 6:8’deki ruhla yeni sahalara ‘geçmeyi’ kabul ettim. Yaptığım sayısız yolculuk bana Daimi Turist lakabını kazandırdıysa da, faaliyetlerimin turizmi andıran yönü çok azdı. Zorluklar sırasında beni koruduğu için otel odama gelip diz çökerek Yehova’ya teşekkür ettiğim pek çok anlar oldu.

BİR kıyı kasabası olan İerápetra’da (Girit), 16 Ocak 1916’da çok dindar bir Ortodoks ailede doğdum. Ta bebeklikten itibaren annem beni, ablamı ve iki kızkardeşimi pazar günleri kiliseye götürdü. Babama gelince, evde kalıp Mukaddes Kitabı okumayı tercih ederdi. Babamı taparcasına severdim; dürüst, iyi ve merhametli bir adamdı; öldüğünde dokuz yaşındaydım; bu beni derinden sarsmıştı.

Beş yaşındayken okulda, “etrafımızdaki her şey Tanrı’nın varlığını ilan eder” diyen bir yazı okuduğumu hatırlıyorum. Büyüdükçe buna kesin olarak ikna oldum. Böylece 11 yaşında yazdığım kompozisyona tema olarak “Ya RAB, işlerin ne çoktur! Onların hepsini hikmetle yaptın; yer senin servetinle dolu,” diyen Mezmur 104:24’ü seçtim. Doğanın harikaları, hatta kendisini oluşturan ağacın gölgesinden uzaklara rüzgârla taşınabilmesi için küçük kanatlarla donanmış bir tohum gibi basit şeyler bile beni büyülüyordu. Hazırladığım kompozisyonu verdikten bir hafta sonra öğretmenim onu tüm sınıfa, sonra da tüm okula okudu. O sıralarda öğretmenler komünist fikirlere karşı mücadele ediyorlardı ve benim Tanrı’nın varlığı ile ilgili savunmamı işitmekten çok memnun kaldılar. Bana gelince, ben yalnızca Yaratıcı’ya olan inancımı ifade ettiğim için memnundum.

Sorularıma Yanıtlar

Yehova’nın Şahitleri ile ilk karşılaşmam 1930’ların başlarında oldu; o olay hâlâ hafızamda canlıdır. Emmanuel Lionoudakis Girit adasının bütün kasaba ve köylerinde vaaz ediyordu. Ondan birkaç küçük kitap aldım, ancak Where Are the Dead? (Ölüler Nerede Bulunuyor?) başlıklı olanı gerçekten dikkatimi çekti. Ölüm korkusu bende hastalık derecesindeydi; öyle ki babamın öldüğü odaya bile giremiyordum. Bu küçük kitabı tekrar tekrar okudukça ve ölülerin durumu hakkında Mukaddes Kitabın öğrettiklerini öğrendikçe, hurafelerden kaynaklanan korkumun kaybolduğunu hissettim.

Yılda bir kez, yazın, Şahitler kasabamızı ziyaret edip bana okumak üzere daha fazla yayın getirdiler. Kutsal Yazılarla ilgili anlayışım yavaş yavaş artmaya başladı, yine de Ortodoks Kilisesine gitmeye devam ettim. Ancak, Deliverance adlı kitap bir dönüm noktası oldu. Yehova’nın teşkilatı ile Şeytan’ın teşkilatı arasındaki farkı açıkça gösteriyordu. O zamandan itibaren, Mukaddes Kitabı ve Yehova’nın Şahitlerinin ele geçirdiğim her yayınını daha düzenli olarak incelemeye başladım. Yunanistan’da Yehova’nın Şahitlerinin faaliyeti yasak olduğundan incelemelerimi geceleri gizlice yapıyordum. Yine de öğrendiklerim içimde öyle bir coşku yarattı ki herkesle onlar hakkında konuşmaktan kendimi alamıyordum. Çok geçmeden polis beni izlemeye, yayınları aramak amacıyla düzenli olarak gecenin ya da gündüzün bir vakti uğramaya başladı.

İlk defa 1936 yılında, 120 kilometre uzaktaki Iráklion’da bir toplantıya katıldım. Şahitlerle buluşmaktan çok mutluydum. Çoğu sade insanlardı, büyük kısmı çiftçiydi, ama bunun hakikat olduğuna beni ikna ettiler. O zaman, orada kendimi Yehova’ya vakfettim.

Vaftizim hiç unutamayacağım bir olaydı. 1938’de bir gece iki Mukaddes Kitap tetkikim ve ben Lionoudakis birader tarafından zifiri karanlıkta sahile götürüldük. Dua ettikten sonra bizi suya daldırdı.

Tutuklanışım

Daha vaaz etmeye çıktığım ilk günün son derece olaylı geçtiğini söylersem abartmış olmam. Papaz olmuş eski bir okul arkadaşımla karşılaştım ve birlikte güzel bir sohbet yaptık. Fakat daha sonra, piskoposun emri gereği beni tutuklatmak zorunda olduğunu açıkladı. Belediye başkanının bürosunda komşu kasabadan polislerin gelmesini beklerken dışarıda halk toplandı. Orada bulunan Yunanca bir Yeni Ahit kitabını aldım ve Matta’nın 24. babına dayalı bir konuşma vermeye başladım. Başlangıçta halk dinlemek istemedi ancak papaz araya girdi. “Bırakın konuşsun,” dedi. “Bu bizim Mukaddes Kitabımız.” Bir buçuk saat konuşabildim. Böylece hizmetteki ilk günüm aynı zamanda ilk umumi konuşmamı yapmam için de bir fırsat oldu. Konuşmamı bitirdiğimde polis hâlâ gelmediğinden, belediye başkanı ve papaz bir grup adamın beni kasabanın dışına çıkarmasına karar verdiler. Attıkları taşlardan kurtulmak için yoldaki ilk dönemece geldiğimde var gücümle koşmaya başladım.

Ertesi gün işimin başındayken piskoposla birlikte gelen iki polis tarafından tutuklandım. Polis karakolunda onlara Mukaddes Kitaptan şahitlik etmeye başladım, ancak elimde bulunan Mukaddes Kitaba dayalı yayınlarda yasalarca talep edildiği üzere piskoposun damgası bulunmadığından din propagandası yapmak ve izinsiz yayınlar dağıtmakla suçlandım. Duruşmaya kadar serbest bırakıldım.

Duruşmam bir ay sonra oldu. Savunmamda Mesih’in vaaz etmekle ilgili emrine itaat etmekten başka bir şey yapmadığımı söyledim. (Matta 28:19, 20) Hâkim alaylı bir şekilde şöyle cevap verdi: “Evladım, o emri veren Kişi çarmıha gerildi. Ne yazık ki, sana benzer bir ceza verme yetkisine sahip değilim.” Bununla birlikte, tanımadığım genç bir avukat, beni savunmak üzere ayağa kalkarak komünizm ve ateizm bu denli yaygınken Tanrı’nın Sözünü savunmaya hazır genç adamların bulunmasından mahkeme kurulunun kıvanç duyması gerektiğini söyledi. Sonra yanıma geldi ve dosyamda bulunan yazılı savunmamla ilgili olarak içten şekilde kutladı. Çok genç oluşumdan etkilenmişti, savunmamı ücretsiz yapmayı önerdi. Asgari üç aylık ceza yerine yalnızca on gün hapis ve 300 drahmi para cezasına çarptırıldım. Böyle bir muhalefet hakikati savunma ve Yehova’ya hizmet etme kararımı perçinlemekten başka bir işe yaramadı.

Bir başka tutuklanışımda, hâkim, Mukaddes Kitaptan rahatlıkla alıntılar yaptığımı fark etti. “Sen kendi üzerine düşeni yaptın. Bundan sonrasını ben hallederim” diyerek piskopostan bürosundan çıkmasını istedi. Sonra Mukaddes Kitabını çıkardı ve bütün öğleden sonra Tanrı’nın Gökteki Krallığı hakkında konuştuk. Bu tür olaylar, güçlüklere rağmen devam etmek üzere beni teşvik etti.

İdam Kararı

Zorunlu bir hizmet için 1940’ta çağrıldım ve bu çağrıya neden uymayacağımı açıklayan bir mektup yazdım. İki gün sonra tutuklandım ve polis tarafından acımasızca dövüldüm. Sonra Arnavutluk’a gönderildim, ancak tarafsız kalmakta ısrar ettiğim için yargılandım. Yetkililer benim haklı ya da haksız olmamdan çok örneğimin diğerlerini nasıl etkileyeceğiyle ilgilendiklerini söylediler. İdama mahkûm edildim, ancak beni kurtaran bir şey oldu, adli bir hatadan dolayı bu hüküm on yıllık kürek cezasına indirildi. Yaşamımın sonraki birkaç ayını çok zor şartlar altında Yunanistan’daki bir cezaevinde geçirdim; oranın fiziksel etkilerini hâlâ taşıyorum.

Cezaevi de beni vaaz etmekten alıkoyamadı. Aksine! Birçoğu orada ne aradığımı merak ettiğinden sohbet başlatmak kolaydı. Samimi bir genç adamla yapılan bu sohbetlerden biri cezaevi avlusunda sürdürülen bir Mukaddes Kitap tetkikiyle sonuçlandı. Otuz sekiz yıl sonra bir Bölge Toplantısında bu adamla tekrar karşılaştım. Hakikati kabul etmişti ve Lefke adasında bir cemaat nazırı olarak hizmet ediyordu.

Hitler’in orduları 1941’de Yugoslavya’yı işgal edince daha güneyde bir liman kasabası olan Préveza’ya nakledildik. Yolculuk sırasında konvoyumuz Alman bombardıman uçaklarının saldırısına uğradı ve biz mahkûmlara yiyecek verilmedi. Elimdeki birazcık ekmek de bitince Tanrı’ya dua ettim: “İdam hükmünden beni kurtardıktan sonra açlıktan ölmem senin iradense, o vakit senin iraden olsun.”

Ertesi gün yoklama sırasında bir subay beni kenara çekti ve nereden geldiğimi, annem ve babamın kim olduğunu, neden cezaevinde bulunduğumu öğrendikten sonra onu takip etmemi söyledi. Beni kasabadaki subay gazinosuna götürüp ekmek, peynir ve kızarmış kuzu bulunan bir sofra gösterdi ve yememi söyledi. Diğer 60 tutuklunun yiyecek bir şeyleri olmadığından vicdanımın yememe izin vermeyeceğini ona açıkladım. Subay şöyle karşılık verdi: “Herkesi doyuramam ki! Baban benim babama karşı çok cömertti. Sana karşı vicdanen borçluyum ama onlara değilim.” “Bu durumda cezaevine dönmeliyim,” dedim. Bir an düşündü, sonra mümkün olduğu kadar çok yemek koyabilmem için bana bir torba verdi.

Cezaevine döndüğümde torbayı yere koydum ve: “Beyler, bu sizin” dedim. Rastlantı eseri, bir gece önce, diğer tutukluların Meryem Ana’ya yaptıkları duaya katılmadığımdan onlar tarafından kötü durumlarının sorumlusu olmakla suçlanmıştım. Ancak, bir komünist beni savunmaya kalkışmıştı. Şimdi yiyecekleri görünce, onlara şöyle dedi: “‘Meryem Ananız’ nerede? Bu adam yüzünden öleceğimizi söylemiştiniz ama bize yiyecek getiren o.” Sonra bana döndü ve dedi: “Emmanuel! Gel de bir şükran duası yap.”

Bu olaydan kısa bir süre sonra, Alman ordusunun ilerlemesi cezaevi gardiyanlarının kaçmasına, tutukluların serbest kalmasına neden oldu. Mayıs 1941’in sonunda Atina’ya gitmeden önce diğer şahitleri bulmak üzere Pátrai’ye gittim. Orada birkaç giysi ve ayakkabı bulabildim ve bir yıldan fazla bir zaman sonra ilk kez banyo yapabildim. İşgal döneminin sonuna kadar vaaz ederken devamlı olarak Almanlar tarafından durduruldum, ancak hiç tutuklanmadım. Onlardan biri şöyle dedi: “Almanya’da Yehova’nın Şahitlerini vuruyoruz. Burada ise tüm düşmanlarımızın Şahit olmasını isteriz!”

Savaş Sonrası Faaliyetler

Yunanistan sanki yeteri kadar savaşmamış gibi 1946’dan 1949’a kadar binlerce kişinin ölümüne yol açan bir iç savaşla yıprandı. Sadece ibadetlere katılmanın bile tutuklanma nedeni olduğu bir dönemde kardeşlerin güçlü kalmaları için teşvike çok ihtiyaçları vardı. Tarafsız tavırlarından dolayı birkaç birader ölüme mahkûm edildi. Buna rağmen birçok insan Gökteki Krallık mesajına karşılık verdi; her hafta bir veya iki vaftiz vardı. 1947’den itibaren, gündüzleri Teşkilatın Atina’daki bürolarında çalıştım, geceleri ise seyahat eden bir nazır olarak cemaatleri ziyaret ettim.

Amerika Birleşik Devletlerindeki Gilead Okuluna katılmak üzere 1948’de davet aldığımda çok mutlu oldum. Ancak bir sorun vardı. Daha önceki mahkûmiyetlerimden dolayı pasaport alamıyordum. Bununla birlikte, Mukaddes Kitap tetkiklerimden birinin bir general ahbabı vardı. Bu tetkik eden kişi sayesinde, birkaç hafta içinde pasaportumu aldım. Ancak Yunanistan’dan ayrılmamdan kısa bir süre önce The Watchtower dergisini dağıttığım için tutuklanınca kaygılandım. Bir polis beni Atina’daki Devlet Güvenlik Polis teşkilatının başkanına götürdü. Büyük bir şaşkınlık içinde onun komşularımdan biri olduğunu gördüm! Polis neden tutuklandığımı açıkladı ve ona dergi paketini verdi. Komşum çekmecesinden bir yığın Watchtower dergisi çıkardı ve şöyle dedi: “En son sayısı bende yok. Bir tane alabilir miyim?” Bu gibi olaylarda Yehova’nın elini görünce ne kadar rahatlardım!

Sonunda 1951’deki 16. Gilead sınıfındaydım; bu bana pek çok şey kazandıran bir deneyim oldu. Onun bitiminde Kıbrıs’a tayin edildim; orada kısa zamanda din adamlarının muhalefetinin Yunanistan’daki kadar sert olduğunu anladım. Çok defa, Ortodoks papazlar tarafından cinnet derecesinde kışkırtılmış dindar fanatiklerden oluşan kalabalıklarla karşı karşıya kalmak zorundaydık. 1953’te Kıbrıs vizem yenilenmedi ve İstanbul’a gittim. Burada da kısa süre kaldım. Türkiye ile Yunanistan arasındaki siyasi gerilim, vaaz etme işindeki iyi sonuçlara rağmen oradan ayrılıp başka bir yere—Mısır’a gitmeme neden oldu.

Cezaevindeyken aklıma Mezmur 55:6, 7 gelirdi. Davud orada çöle kaçma arzusunu dile getirmişti. Bir gün tam böyle bir yerde olabileceğimi hiç düşünmemiştim. 1954’te tren ve Nil vapuruyla birkaç günlük yorucu bir yolculuktan sonra nihayet gitmem gereken yere, Hartum’a (Sudan) vardım. Bütün yapmak istediğim duş alıp yatmaktı. Ancak öğle vakti olduğunu unutmuştum. Çatıda bulunan depodaki su ile haşlanarak yandığımdan, kafa derim iyileşene dek birkaç ay kolonyal şapka takmak zorunda kaldım.

En yakın cemaatten bin kilometreden fazla uzakta, Sahra’nın ortasında yalnız başına, çoğu kez kendimi soyutlanmış hissettim; fakat Yehova beni destekledi ve devam etme gücünü verdi. Teşvik bazen hiç beklenmedik yerlerden geldi. Bir gün Hartum Müzesi müdürü ile tanıştım. Açık görüşlü biriydi ve güzel bir sohbetimiz oldu. Yunan kökenli olduğumu öğrendiğinde, onunla müzeye giderek altıncı yüzyıla ait bir kilisede bulunan el işi eserlerin üzerindeki yazıları çevirmekle kendisine iyilikte bulunup bulunmayacağımı sordu. Havasız bodrumda geçen beş saatten sonra Yehova ismini, yani Tetragrammaton’u taşıyan bir fincan tabağı buldum. Sevincimi düşünün! Avrupa’da Tanrı’nın ismini kiliselerde görmek ender bir olay değildir, ancak Sahra’nın ortasında bu gerçekten olağandışı bir şeydi!

Uluslararası çapta düzenlenen 1958 yılındaki kongreden sonra Orta ve Yakındoğuda ve Akdenizin etrafındaki 26 ülke ve bölgede bulunan kardeşleri ziyaret etmek üzere mıntıka nazırı olarak görevlendirildim. Çok defa içine düştüğüm zor durumdan nasıl çıkacağımı bilmiyordum, fakat Yehova daima çıkış yolunu sağladı.

Belirli ülkelerde, cemaatlerin bulunmadığı yerlerdeki Şahitlere Yehova’nın teşkilatının gösterdiği özen her zaman bende derin bir etki bıraktı. Bir seferinde bir petrol alanında çalışan Hintli bir biraderle tanıştım. Herhalde ülkedeki tek şahitti. Dolabında iş arkadaşlarına vermek üzere 18 farklı dilde yayın vardı. Bütün yabancı dinlerin kesinlikle yasak olduğu bu ülkede bile biraderimiz iyi haberi vaaz etme sorumluluğunu unutmamıştı. Dininin bir temsilcisinin onu ziyaret etmek üzere gönderildiğini görmek meslektaşlarını etkiledi.

İspanya ve Portekiz’i 1959 yılında ziyaret ettim. Her ikisi de o sırada askeri cunta idaresinde olduğundan Yehova’nın Şahitlerinin işi kesin yasaklar altındaydı. Bir ay boyunca, zorluklara rağmen vazgeçmemeleri için kardeşleri teşvik ederek yüzden fazla toplantı idare edebildim.

Artık Tek Başına Değil

Yirmi yıldan fazla bir süreden beri bekâr bir erkek olarak Yehova’ya dolgun vakitli hizmette bulunmuştum, ancak birden, oturacak kalıcı bir yer olmadan sürekli yaptığım uzun yolculuklardan yorgunluk hissettim. İşte bu sıralarda, Tunus’ta özel öncü olan Annie Bianucci ile tanıştım. 1963’te evlendik. Onun Yehova’ya ve hakikate olan sevgisinin, öğretme sanatı ile birlikte hizmete bağlılığının ve çok dil bilmesinin, Kuzey ve Batı Afrika ile İtalya’daki dolgun vakitli vaizlik ve çevre hizmetimiz için bir nimet olduğu görüldü.

Ağustos 1965’te karım ve ben Dakar’a (Senegal) tayin edildik; orada, Yehova’nın Şahitlerinin bürosunu teşkilatlandırma imtiyazına sahip oldum. Senegal dinsel hoşgörüsüyle dikkate değer bir ülke idi; bu hiç kuşkusuz başkan Leopold Senghor’dan kaynaklanan bir özellikti; o, 1970’lerde Malavi’de gerçekleşen korkunç zulüm sırasında Yehova’nın Şahitlerini desteklemek üzere Malavi Başkanı Banda’ya mektup yazan az sayıdaki Afrikalı devlet başkanından biriydi.

Yehova’nın Zengin Bereketi

Gilead’dan 1951’de Kıbrıs’a giderken yedi bavulla yolculuk yapmıştım. Türkiye’ye gitmek için oradan ayrıldığımda bavullarımın sayısı beşe inmişti. Ancak, çok yolculuk yaptığımdan, dosyalarım ve mini daktilom da dahil 20 kilogramlık bagaj sınırına alışmam gerekiyordu. Bir gün, o sıralar Teşkilatın başkanı olan Knorr biradere şöyle dedim: “Beni maddecilik tuzağından koruyorsun. Bana 20 kilogramlık kişisel eşyalarımla yaşamayı öğrettin ve mutluyum.” Hiçbir zaman fazla şeyim olmadığından dolayı kendimi yaşamın zevklerinden yoksun kalmış hissetmedim.

Yolculuklarım sırasında karşılaştığım en büyük problem ülkelere giriş ve çıkışlardı. Bir gün, faaliyetin yasak olduğu bir ülkede, bir gümrük memuru dosyalarımı adamakıllı araştırmaya başladı. Bu, ülkedeki Şahitler için tehlike yaratabilirdi; bu nedenle ceketimin cebinden karımdan gelen bir mektubu çıkardım ve gümrük memuruna şöyle dedim: “Görüyorum ki mektup okumaktan hoşlanıyorsunuz. Dosyamda olmayan karımdan gelen bu mektubu da okumak ister misiniz?” Utandı, özür diledi ve geçmeme izin verdi.

Karım ve ben 1982’den beri Fransa’nın güneyinde Nice’de dolgun vakitli vaizler olarak hizmet ediyoruz. Sağlığım bozulduğundan eskisi kadar çok şey yapamıyorum. Ancak bu, sevincimizin azaldığı anlamına gelmez. ‘Emeğimizin boş olmadığını’ gördük. (I. Korintoslular 15:58) Yehova’ya sadakatle hizmet eden ailemin 40’tan fazla üyesinin yanı sıra, geçen yıllar boyunca kendileriyle tetkik yapma imtiyazına sahip olduğum birçok insan görmekten mutluluk duyuyorum.

‘Yeni sahalara geçerek’ sürdürdüğüm yaşamın gerektirdiği özveriler nedeniyle hiçbir şekilde pişmanlık duymuyorum. Unutulmamalıdır ki, gösterdiğimiz hiçbir özveri, Yehova ve Oğlu İsa Mesih’in bizim için yaptıklarıyla karşılaştırılamaz. Hakikati tanıdığımdan bu yana geçen 60 yılı düşününce, Yehova’nın beni bol bol bereketlediğini söyleyebilirim. Süleymanın Meselleri 10:22’nin dediği gibi, “RABBİN bereketi, zengin eden odur.”

Kuşkusuz, Yehova’nın sevgi dolu ‘inayeti hayattan iyidir.’ (Mezmur 63:3) Yaşlılığın getirdiği rahatsızlıklar arttıkça ilham edilmiş mezmur yazarının şu sözleri dualarımda sık sık geçmeye başladı: “Ya RAB, sana sığınıyorum; ebediyen utanmıyayım. . . . . Çünkü ümidim sensin, ya Rab Yehova; gençliğimden beri güvendiğim sensin. . . . . Ey Allah, çocukluğumdan beri bana öğrettin; ve şimdiye kadar senin şaşılacak işlerini bildirdim. Ve ihtiyar ve aksaçlı olunca bile, ey Allah, . . . . beni bırakma.”—Mezmur 71:1, 5, 17, 18.

[Sayfa 25’teki resim]

Şimdi, karım Annie ile birlikte

    Türkçe Yayınlar (1974-2025)
    Oturumu Kapat
    Oturum Aç
    • Türkçe
    • Paylaş
    • Tercihler
    • Copyright © 2025 Watch Tower Bible and Tract Society of PA
    • Kullanım Şartları
    • Gizlilik İlkesi
    • Privacy Settings
    • JW.ORG
    • Oturum Aç
    Paylaş