Watchtower ONLINE KÜTÜPHANE
Watchtower
ONLINE KÜTÜPHANE
Türkçe
  • KUTSAL KİTAP
  • YAYINLAR
  • İBADETLER
  • g 7/87 s. 4-9
  • Yeryüzünde Hayat Nasıl Başladı?

Bu kısım için bir video yok.

Üzgünüz, video yüklenirken bir hata oluştu.

  • Yeryüzünde Hayat Nasıl Başladı?
  • Uyanış!—1987 (Bilimsel Seri 21-24)
  • Altbaşlıklar
  • Benzer Malzeme
  • BİR YAPICI’YE İHTİYAÇ YOK MU?
  • BAŞLANGIÇTAKİ, ATMOSFERLE İLGİLİ VARSAYIMLAR
  • ORGANİK ÇORBA BİR HAYALDİR
  • BİR PROTEİNİN KENDİ KENDİNE OLUŞMA OLASILIĞI
  • MOLEKÜLER BİYOLOJİ EVRİMİN ÖLÜM ÇANLARINI ÇALIYOR
  • Referanslar
  • Yaşam Rastlantı Sonucu Başlamış Olabilir mi?
    Yaşam—Nasıl Oluştu? Evrimle Mi Yaratılışla Mı?
  • Yaşamın Kökeni Nedir?
    Sizinle İlgilenen Bir Yaratıcı Var mı?
  • Yaşam Nasıl Başladı?
    Yaşamın Kökeni Hakkında Beş Önemli Soru
  • Rastlantılar Bakterileri Yaratabilir Mi?
    Uyanış!—1982 (Bilimsel Seri 1-4)
Daha Fazla
Uyanış!—1987 (Bilimsel Seri 21-24)
g 7/87 s. 4-9

Yeryüzünde Hayat Nasıl Başladı?

Bir kişinin cevap arayışı.

KÜÇÜKKEN bu sorunun cevabını biliyordum. Onları Tanrı yarattı. Annem ve babam bana Mukaddes Kitaptan bunu öğretmişlerdi. Büyüdükçe çevremdeki hayatı inceledim. Beni hayran bırakıyordu. Yüreğim bütün bu mucizelerle doluydu.

Yazın açan çiçekler, sonbaharda ölüyorlar, ancak ilkbaharda yine rengarenk açmalarını sağlayacak olan tohumlarını toprağa bırakıyorlardı. Ağaçların özsuları köklere iniyor, ancak aylar sonra ilkbaharda çıplak dallarını, yeşil yapraklarla kaplamak üzere dallara dönüyorlardı. Tarla fareleri deliklerine girip kıvrılıyor ve güneşli günler geri gelinceye kadar kış uykusuna yatıyorlardı. Arka bahçemizdeki demir direğin üzerine yuva kurmuş olan mavi kuşlar, sonbaharda güneye uçmuşlar ancak ilkbaharda yeni bir aile yetiştirmek üzere aynı direğe dönüyorlardı. Güneye uçmakta olan kazların oluşturdukları V şekillerini hayranlıkla seyrederken, devamlı çıkardıkları seslerle birbirlerine ne demek istediklerini merak ederdim.

Hayatla ilgili daha pek çok şey öğrendikçe, her şeyin ne kadar amaçlı düzenlendiğini anlamaya başladım. Onları gördükçe anne ve babamın sözünü ettikleri Büyük Yapıcı’ya olan ihtiyacı belirgin bir şekilde görmeye başladım.

BİR YAPICI’YE İHTİYAÇ YOK MU?

Daha sonraları, yani lisedeyken bir planlamacıya ihtiyaç olmadığı söylendi. ‘Her şey kendiliğinden oldu. Yeryüzünün ilk atmosferini oluşturan kimyasal maddeler, yıldırımlar ve ultraviyole ışınlarla parçalandılar, atomları, giderek daha karmaşık molekülleri oluşturmak üzere birleştiler; sonunda da yaşayan bir hücre çıktı. O çoğaldıkça rastlantılarla değişiklikler oldu ve milyarlarca yıl sonra yeryüzünü büyük sayıda hayat türleri kapladı. İnsan bu sürecin son ürünüdür.’

Evrimi bu kadar basitleştirmişlerdi. Belki de bu bir aşırılıktı. Ben yaratılışa karşı beslediğim inancımı sürdürüyordum; ancak çok saf görünmek de istemiyordum. Mantıklı olmak ve gerçeği öğrenmek üzere açık görüşlü olmaya çalışıyordum. Bilimsel kitapları okumaya başladım. Çok şeyler öğrendim. Doğanın harikaları karşısında gözlerim her zamankinden daha çok açılmıştı. Öğrendikçe daha da hayranlık duymaya başladım. Ancak her şeyin bir amaçla yapıldığını gördükçe, zihnimde çok zeki insanların bile laboratuarlarda taklit etmeyi başaramadıkları,—bırakın çiçekleri, mavi kuşları ve kazların uçuşlarındaki V şekillerini—en küçük bakterilerin bile rastgele değişim ve kör şans sayesinde ortaya çıkmaları inancına karşı kuvvetle direnmeye başladım.

Lisede ve üniversitedeki eğitimim sırasında kimya, fizik, biyoloji, matematik gibi bilim dallarında mümkün olduğu kadar çok incelemeler yaptım. Daha sonra evrimciler tarafından yazılan kitap ve dergileri okumaya devam ettim. Hâlâ ikna olmuş değildim. Evrimci beyanlar, özellikle ortaya atılan iddialar, bana fazla yüzeysel geliyordu.

Bu, yıllar önce idi. Şimdi 1980’lerde yaşamaktayız. Belki de daha çok delil ve daha az tahmin var. Şimdi kanımca evrime yeniden göz atmak gerekiyor. Bir noktaya, yeryüzünde hayatın nasıl başladığı sorusuna dikkatimi topladım. Çünkü evrim kuramıyla, ilk canlı hücrenin meydana çıkması açıklanamazsa, trilyonlarca canlı hücresi olan yaratıkların,—ki bunların arasında yüzer trilyon hücreli bizler de varız—evrim yoluyla ortaya çıktığı iddiası nasıl sürdürülebilir?

Araştırmam için ünlü bilim adamlarının tüm evrimcilerin, en son kitaplarını ele aldım ve İsa’nın fanatik dindarlarla uğraşmakta kullandığı yöntemi uygulamak istedim: “Kendi sözlerinle suçsuz, ve kendi sözlerinle suçlu çıkarılırsın.” (Matta 12:37) Araştırmamın konusu, evrimin hayat yolundaki ana adımları olacaktı: (1) İlk atmosfer, (2) organik bir çorba, (3) proteinler, (4) nükleotidler (5) DNA diye adlandırılan nükleik asitler ve (6) bir zar.

BAŞLANGIÇTAKİ, ATMOSFERLE İLGİLİ VARSAYIMLAR

Başlangıçta gereken şey, yeryüzü, yıldırımlar, ultraviyole ışınlar ve başka enerji kaynakları tarafından bombardımana tutulduğu zaman, hayat için gerekli olan basit molekülleri ortaya çıkarabilecek bir atmosferdir. Stanley Miller 1953 yılında böyle bir deney yaptı. Başlangıçtaki yeryüzünde hidrojeni çok olan bir atmosferin olduğunu varsayarak, bu ortamdan elektrik kıvılcımları geçirdi ve protein üretmek için gerekli olan 20 aminoasitten basit ikisini üretti.1 Oysa başlangıçta yeryüzü atmosferinin nelerden oluştuğunu kimse bilmemektedir.2 Miller acaba neden böyle bir atmosfer seçti? O, “biyolojik açıdan ilginç bileşiklerin sentezlerinin bulunabileceği” tek ortam olduğu için, önyargılı bir düşünceyle bu atmosferi seçtiğini kabul etti.3

Deneylerle istenen sonuçların elde edilmesini sağlamak amacıyla sık sık işe hile karıştırıldığını keşfettim. Birçok bilim adamı, deney yapanların ‘akıllarını önyargılı bir şekilde kullanarak, deneylerinin sonucunu önemli oranda istedikleri yönde etkileyebileceklerini’ kabul ediyor.4 Miller’in atmosferi kendi deneyinden sonraki birçok deneyde de yaygın biçimde kullanıldı; ancak bunun nedeni o atmosferin mantıksal veya muhtemel olması değil, “evrimi destekleyen deneylere uygun” ve “laboratuar deneylerinde” başarılara yol açmış olmasıydı.5

Evrimciler, her şeye rağmen, Miller’in başarısını büyük bir ilerleme olarak nitelediler. Değişik enerji kaynakları ve hammaddeler kullanılarak daha birçok deney yapıldı. Gerçek doğadaki şartları gözardı ederek, deneylerini istedikleri şekilde yönlendiren bilim adamları, sıkıca kontrol ettikleri laboratuarlarında, hayat için gerekli başka bazı organik kimyasal maddeler elde etmeyi başardılar. Miller’in küçük deneyini oldukça büyüttüler. Böylece, okyanus içersinde hayatın yapı taşlarından oluşan organik bir çorbanın olduğu varsayımını ortaya çıkardılar. Fakat gerçekte böyle bir çorba mevcut oldu mu?

ORGANİK ÇORBA BİR HAYALDİR

Miller’in deneyinin kusurlu olduğu anlaşıldı; bunun farkına varılınca da önemi kalmadı. Miller yarattığı atmosferdeki basit kimyasal maddelerin bölünüp aminoasitlerin oluşmasını sağlamak için elektrik kıvılcımından yararlanmıştı. Oysa bu kıvılcım, aslında aminoasitleri daha çabuk parçalayacaktı! Bu nedenle Miller, deneyini gene değiştirdi: Asitleri, kıvılcımdan korumak üzere, oluştukları anda aletin içine alacak bir tuzak hazırladı. Ancak bilim adamları, aminoasitlerin başlangıçta yeryüzündeki yıldırım ve ultraviyole ışınlarından okyanusa dalmakla kurtulmuş olabileceklerini iddia ediyorlar. Evrimciler böylece organik çorbayı kurtarmaya çalışıyorlar.

Oysa birçok nedenle kurtaramıyorlar. Aminoasitleri yapılarını su içinde koruyamıyor ve başlangıçta ise okyanusta ancak yok denecek kadar az sayıda bulunmuş olabilirler. Böyle bir organik çorba oluşmuş olsaydı, bileşiklerinden bazılarının kalıntıları tortul kayalarda bulunmalıydı. Oysa 20 yıllık araştırmalara rağmen, “en eski kayalarda da, prebiyotik bir çorbanın varlığıyla ilgili hiçbir delil bulunamamıştır.” Ama “prebiyotik bir çorbanın varlığı çok önemlidir.” Bu nedenle de “onun varlığıyla ilgili hiçbir pozitif kanıt olmadığını görmek bir şok etkisi yapmaktadır.6

BİR PROTEİNİN KENDİ KENDİNE OLUŞMA OLASILIĞI

Doğanın reddettiği böyle bir çorbanın bulunduğunu varsayalım. Bu çorbanın içinde de, hemen hemen yarısı sola, yarısı ise sağa dönen yüzlerce değişik çeşitten milyonlarca aminoasit bulunduğunu kabul edelim. Bu aminoasitler, şimdi proteinleri oluşturmak için uzun zincirler halinde acaba birleşecekler miydi? Çorbadaki yüzlerce çeşitten, gerekli olan 20 çeşidin bir rastlantı olarak bir araya gelmesi olası mıydı? Gene bir rastlantı sonucu, yaşayan organizmalarda bulunan 20 çeşitten sadece sola dönenleri de bir araya gelecek miydi? Ve daha sonra gene her ayrı protein için gerekli olan şekli oluşturmak üzere sıralanacaklar mıydı?7 Bu, ancak bir mucize sayesinde olabilirdi.

Tipik bir proteinde, yüz kadar aminoasit ve binlerce atom vardır. Canlı bir hücre yaşam sürecinde 200.000 kadar protein kullanır. Bunların iki bini, hücrenin onsuz yaşayamayacağı özel birer protein olan enzimlerdir. Eğer organik çorba var olsaydı, bu enzimlerin orada rastlantı sonucu meydana gelme olasılığı ne olurdu? 1040 binde bir (on üstü kırk binde bir.) Yani 1 rakamı arkasına 40.000 tane sıfır. Bu sayıyı tam olarak yazmaya kalkışsaydık, bu kitabın 14 sayfasını doldururduk. Bu ihtimal başka bir deyimle, bir zarla 50.000 kez arka arkaya altı atmak demektir. Bu ise, canlı bir hücre için gereken 200.000 protein sayısının sadece 2.000 adedi için geçerlidir.8 Hepsi için ise, daha 5.000.000 kez altı atmak gerekecektir!

Bu kadar araştırmadan sonra bana, sanki gücümü boşuna harcıyormuşum gibi geldi. Ama yine de devam ettim. Organik çorbanın proteinleri sağladığını varsaysak bile, nükleotidler için ne diyebiliriz? Kaliforniya’daki SALK Enstitüsünden Leslie Orgel, nükleotidlerin “protiyotik sentezin en büyük sorunlarından biri” olduğunu söylemiştir.9 Nükleotidler, nükleik asitleri (DNA, RNA) yapmak için gereklidir. Ancak bu çok zor bir süreçtir. Bu arada şunu da belirtmekte yarar var: Nükleik asitler olmadan proteinler oluşamazlar ve proteinler olmadan da nükleik asitler oluşamazlar.10 Bu bir bakıma şu ünlü soruya benzer: Başlangıçta yumurta mı tavuktan, yoksa tavuk mu yumurtadan çıkmıştır?

Bu büyük engeli bir kenara itip, DNA molekülü araştırmasında uzman olan New York Üniversitesi kimya profesörlerinden evrimci Robert Shaphiro’nun, yeryüzünün başlangıçtaki ortamında nükleotid ve nükleik asitlerin şans eseri olarak oluşmasıyla ilgili ne düşündüğüne bir göz atalım:

“İki aminoasidin her birleşiminde bir su molekülü salıverilir. Bir nükleotidin yapımında ise, iki su molekülü salıverilmektedir. Nükleotidler nükleik asitler oluşturmak üzere bir araya gelirken daha fazla su salıverirler. Ne yazık ki, su dolu bir çevrede daha çok suyun oluşması, bir bakıma Sahra çölüne kum taşımanın kimyasal karşılığıdır. Bu, pek tercih edilen bir şey değildir ve ayrıca enerji gerektirir. Bu tip süreçler kendi kendine kolayca oluşmaz. Aslında bunlar, kendi kendine oluşan ters reaksiyonlardır. Su, büyük biyolojik moleküllere saldırır. Nükleotidleri böler, şeker-fosfat bağlarını çözer ve bazları şekerden ayırır.”11

Listedeki son nokta ise, bir zardır. Zar olmadan hücre yaşayamaz. Hücre, sudan korunmalıdır ve bunu yapan da zarın su geçirmeyen yağlarıdır.12 Ancak zarı oluşturmak için bir “protein bileştirme aygıtı” gereklidir ve bu, “protein bileştirme aygıtı” da ancak zar tarafından bir arada tutulursa çalışabilir.13 Aynı soru başka bir şekilde yeniden ortaya çıkar: Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıkmıştır?

MOLEKÜLER BİYOLOJİ EVRİMİN ÖLÜM ÇANLARINI ÇALIYOR

Evrimcilerin rüyası, yaşayan en basit ilk hücreyi bulmaktı. Moleküler biyoloji bu rüyayı bir kâbusa dönüştürdü. Moleküler biyoloji uzmanı Michael Denton şu sözleriyle evrimin ölüm çanlarını çaldı:

“Moleküler biyoloji, bugün yeryüzünde yaşayan sistemlerin arasında en basit görünen bakteri hücrelerinin bile son derece karmaşık maddeler olduğunu göstermiştir. En küçük bakteri hücreleri şaşılacak derecede küçük olmalarına rağmen (10-12 gramdan daha hafif) aslında her biri binlerce ayrıntılı şekilde tasarlanıp yapılmış, karmaşık moleküler yapılarla dolu, 100 milyar atomdan oluşan gerçek anlamda birer mikrominyatürize fabrikadır; bunlar, insan yapısı herhangi bir makineden çok daha karmaşıktır ve yaşayan maddeler arasında benzersizdirler.

Moleküler biyoloji, aynı zamanda bakterilerden memeli hayvanlara kadar bütün yaşayan sistemlerdeki hücrelerin ana yapı şeklinin aynı olduğunu göstermiştir. Bütün organizmalarında DNA, RNA ve proteinlerin rolü özdeştir. Bütün hücrelerdeki genetik kodların anlamı özdeştir. Protein bileştirme aygıtının boyu, yapısı ve parça şekilleri her hücrede hemen hemen aynıdır. Dolayısıyla, ana biyokimyasal yapı şekilleri açısından hiçbir canlı sistem, ilkel veya diğer sistemlerin atası diye adlandırılamaz. Yeryüzünde şaşılacak derecede farklı hücreler arasında evrimsel bir sıralamayı gerektirecek en küçük deneysel bir belirti bile yoktur.”14

Yale Üniversitesi fizikçilerinden Harold Norowits’in, en basit yaşayan bakterinin rastgele oluşması ihtimalinin 1 arkasına 100.000.000.000, yani yüz milyar sıfırda bir olduğunu hesaplamış olması, insanı pek şaşırtmamalı. Shapiro, “bu rakam o kadar büyüktür ki, onu yazmak için yüz binlerce boş deftere ihtiyacımız olacaktır” demiştir. Shapiro, hayatın kimyasal evrimine kendilerini adamış olan bilim adamlarını, artan delilleri gözardı ederek “evrimi tartışmasız gerçek olarak kabul ederek adeta mitoloji haline sokmakla” suçluyor.15

Hücre biyolojisi uzmanı bir bilim adamı, milyonlarca yıl önce “sadece tek bir hücrenin kendi silahlarını yaptığını, yiyecek yakaladığını, hazmettiğini, artıklarını attığını, etrafta gezdiğini, evler yaptığını ve çeşitli cinsel faaliyetlerde bulunduğunu” söylüyor. “Bu yaratıklar hâlâ vardır. Bunlar tam ve bütünleşmiş organizmalardır; ancak, tek hücrelidirler ve birçok becerileri vardır; onların dokuları, organları, kalpleri ve zihinleri olmamasına rağmen, hemen hemen bizde olan her şeye sahiptirler.” Bu bilgin, “hayat demek olan yüz binlerce eş zamanlı kimyasal reaksiyon” ile coşan tek bir hücreden söz ediyor.16

Evet, tek mikroskobik bir hücrenin içinde, ne inanılmaz kimyasal bir trafik var ve hiçbir zaman tıkanıklık yok! Bu, açıkça, üstün zekâya sahip usta bir Yapıcı gerektirir. “Bir gramın milyarda birkaçı” ağırlığındaki bir DNA’nın parçacığında kodlu bilgi “insan kadar karmaşık bir organizma”nın özelliklerini belirtmeye yeterlidir.17 Hatta tek hücrenin içerdiği bilgi “yazılsaydı, bin tane 600 sayfalık kitap doldururdu.”18 Ne muhteşem bir şey! Yeryüzünde hayat başlatmak için mutlaka bizim anlama gücümüzün çok üstünde bir zekâya gerek vardır.

Bütün bunlardan sonra vardığım sonuç şudur: Uygun bir atmosfer olmadan, organik çorba olamaz. Organik çorba olmadan aminoasitler olamaz. Aminoasitler olmadan proteinler olamaz. Proteinler olmadan, nükleotidler olamaz. Nükleotidler olmadan DNA olamaz. DNA olmadan da üreyen hücre olamaz. Onu örten bir zar olmadan da canlı hücre olamaz. Bir zekâ ürünü yapı şekilleri ve yönlendirme olmadan da yeryüzünde hayat olamaz.

Ancak, bilim adamları, yaratılışa inananlara büyük hizmette bulundular. Onların buluşları, yaratılışa karşı beslediğim inancı çok daha kuvvetlendirdi ve şimdi Romalılar 1:20, 21, 28’i daha derin bir takdirle okuyorum: “Onlar mazur olmasınlar diye, onun görülmez şeyleri, yani, ebedi kudreti ve ülûhiyeti, dünyanın yaratılışından beri yapılan şeylerle anlaşılarak açıkça görülüyor; .... düşüncelerinde batıl oldular ve onların anlayışsız yüreği karardı .... Bilgilerinde Allahın olmasını münasip görmediklerinden, Allah onları uygun olmıyan şeyler yapmak üzre merdut fikre teslim etti.”

Araştırmam, anne ve babamın bana öğrettiklerinin doğru olduğunu gösterdi: “Hayatın kaynağı” sadece Yehova Tanrı’dır.—Mezmur 36:9.

Referanslar

1. Origins: A Skeptic’s Guide to the Creation of Life on Earth, Robert Shapiro tarafından, 1986, s. 105; Life Itself, Francis Crick tarafından, 1981, s. 77.

2. Origins: A Skeptic’s Guide, s. 96, 97.

3. The Origins of Life on the Earth, Stanley L. Miller ve Leslie Orgel tarafından, 1974, s. 33.

4. Origins: A Skeptic’s Guide, s. 103.

5. Technology Review, Nisan 1981, R.C. Cowen, s. 8; Science 210, R.A. Kerr, 1980, s. 42. (Her bir alıntı The Mystery of Life’s Origin: Reassessing Current Theories, 1984, s. 76)

6. Evolution: A Theory in Crisis, Michael Denton tarafından, 1985, s. 260-261, 263; Origins: A Skeptic’s Guide, s. 112, 113.

7. Evolution: A Theory in Crisis, s. 234-238.

8. The Intelligent Universe, Fred Hoyle tarafından, 1983, s. 12-17.

9. Origins: A Skeptic’s Guide, s. 188.

10. Evolution: A Theory in Crisis, s. 238; Origins: A Skeptic’s Guide, s. 134, 138.

11. Origins: A Skeptic’s Guide, s. 173, 174.

12. A.g.e. s. 65.

13. Evolution: A Theory in Crisis, s. 268, 269.

14. A.g.e. s. 250.

15. Origins: A Skeptic’s Guide, s. 32, 49, 128.

16. The Center of Life, L.L. Larison Cudmore tarafından, 1977, s. 5, 13, 14.

17. Evolution: A Theory in Crisis, s. 334.

18. National Geographic, Eylül 1976, s. 357.

[Sayfa 6’daki çerçeve/resim]

Hangisi İlkönce Olmuştur?

Yumurta tavuktan, fakat tavuk da yumurtadan olmaktadır.

Nükleik asit olmadan proteinler oluşamaz ve proteinler olmadan da nükleik asitler oluşamaz.

Protein bileştirme aygıtı olmadan bir zar oluşamaz, oysa protein bileştirme aygıtı da zar olmadan oluşamaz.

[Sayfa 7’deki resim]

Her canlı hücrede trafik tıkanıklığı olmadan aynı anda yüz binlerce kimyasal reaksiyon olmaktadır.

[Sayfa 8’deki resim]

Tek hücrede bulunan bilgi kaydı, bin tane 600 sayfalık kitabı doldurur.

    Türkçe Yayınlar (1974-2025)
    Oturumu Kapat
    Oturum Aç
    • Türkçe
    • Paylaş
    • Tercihler
    • Copyright © 2025 Watch Tower Bible and Tract Society of PA
    • Kullanım Şartları
    • Gizlilik İlkesi
    • Privacy Settings
    • JW.ORG
    • Oturum Aç
    Paylaş